Cürmün kanı, adaletin teri

17 Ocak 2021 Pazar

Yıl 1999. Türkiye’nin iyi yürekli insanları, kan kanseri olduğu iddiasıyla gazetelere ilan verip ilik nakli tedavisi için gönüllü donörler arayan genç doktora çok acıyor. Otuz yedi yaşındaki Oktar Babuna’nın yüzüne ahlaksızlığa adanan bir yaşamın tefessüh* ifadesi henüz yerleşmemiş. Masum ve çaresiz görünüyor. Kurumlar kan toplamak, insanlar kan vermek için seferber oluyor. Henüz kimse Babuna’nın kanser olduğu yalanı ve sonuçta ABD’ye gönderilecek 160 bin kan ünitesiyle Adnan Oktar cemaati arasında ilgi kurmuyor. Zamanın Sağlık Bakanı Osman Durmuş, “Kan örneklerinin yurtdışına gönderilmesi, genetik şifremizin çözülmesi açısından Türkiye için stratejik tehlike oluşturur” diye yırtınıyor ama MHP’li olduğu için kimse sözlerine değer vermiyor.

Arşivde hırsız var!

Türk medyasının az sayıdaki başı eğilmez yiğitlerinden gazeteci ve yazar Mustafa Hoş, kan bağışı furyasında Korkmaz Yiğit’e ait Kanal 6’da Metin Uca’yla birlikte başarılı bir sabah programı yapmakta. Mustafa Hoş, kanalın kilitli arşiv bölümüne girdiği bir gün, içeride takım elbiseli iki genç erkekle burun buruna geliyor. Arşivlenmiş kasetleri karıştıran adamlara kim olduklarını, herkesin giremediği bu özel bölüme nasıl girdiklerini soruyor. Aldığı “Seni ilgilendirmez. İzin aldık. Adnan Bey’in haberinin olduğu bir kasedi alacağız!” yanıtı, Mustafa’yı sindirmek şöyle dursun, içindeki “Ordu”luyu tetikliyor! Arşiv hırsızlarını ite kaka arşiv odasından çıkarıyor ve bina güvenliğini çağırıp rapor tutturuyor.

Tetikçi muhabir

Sonrasında yaşadıklarını Mustafa Hoş’tan dinleyelim: “Ertesi gün haber merkezindeyim. Kanalın Oktar Babuna haberleriyle öne çıkan ve ödül alan kadın sağlık muhabiri, ‘Sen benim arkadaşlarıma nasıl engel olursun?’ diye bağırarak üstüme yürüdü. Delirmiş gibiydi. Kendisine, ‘Sen muhabir falan değil, pis bir tetikçisin. O kasedi vermeyeceğim!’ deyince, fiziki anlamda saldırdı. İttim, yere düştü, bu sefer ‘bana saldırdı’ diye feryada başladı. Haber

merkezinde bulunanlar her şeyi görmüştü. Arşive gittim, kasedi aldım ve masama kilitledim. Kasette, Adnan Oktar’ın 1986’da ilk kez gözaltına alındığı operasyon sonrası savcılıkta verdiği ifadeler ve itiraflarıyla ilgili haber vardı. Aynı gün, birçok televizyon kanalında olduğu gibi Kanal 6’da

da Oktar Babuna için kan bağışı toplanıyordu. Tabii ki kan vermedim, başkalarının vermesini de elimden geldiğince engelledim. Adnancılar, beni işten attırmak için epeyce uğraştılar, ama başaramadılar. Çünkü Metin Uca’yla yaptığımız program çok izleniyordu. Bana saldıran kadın muhabir, bir süre sonra gazeteciliği bırakıp Adnan Oktar tarikatı tarafından yurtdışına gönderildi. Sanırım halen İngiltere’de yaşıyor.”

Emin Emniyetçi de olurmuş

1999 yılı sonunda İstanbul Organize Suçlar Şubesi’nin yaptığı operasyon ve açılan davada, Adnancılara aynı yılın başında toplayıp ABD’ye sattıkları 160 bin ünite kan bağışının hesabı sorulmadı. Çünkü Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un açtırdığı soruşturma, aradan geçen birkaç ayda her nasılsa “gerek yoktur” diye kapatılmıştı. Sonuçta Adnan Oktar suç çetesini çökerten polis birimi, İstanbul Emniyeti Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü oldu, değerli okurlarım. 2018 yılındaki operasyondan sonra açılacak davaya müdahil olmak üzere mali şubeye şikâyet dilekçesi vermeye gittiğimde, hiç ummadığım donanım ve kararlılıkta polislerle karşılaştım: Şube müdürü Furkan Sezer ve amiri Baybars Düzdemir. Operasyona çok uzun zamandır hazırlandıklarını, kimseden talimat almadan yaptıklarını söylüyor ve biz devletin hizmetindeyiz, diyorlardı. Kelle koltukta, inançlı ve kararlıydılar. Türkiye’de görmeyi özlediğim sakin, güçlü ama namluya sürülmüş mermi gibi sağlam polislerdi. Onlara güvendim.

Başarılı polis, itinayla sürülür!

Zaten bağımsız hareket ettikleri çok geçmeden anlaşıldı! Emniyet teşkilatının en entelektüel amiri, üç yabancı dil bilen, Strasbourg’da eğitim görmüş Baybars Düzdemir, dava başlamadan Ankara’ya tayin edildi. Adnan Oktar’ın suç şemasını soruştururken pek çok siyasetçinin örgütle ilişkisine dair bilgilere erişen müdür FurkanSezer ise davanın başladığını gördü. Adnancıların inanılmaz iftiralarına ve hakaretlerine maruz kaldı. Ve mahkeme sürecinin ortasına doğru, Adnancıların deyimiyle Kilis’e “sürüldü”. Halen Kilis’te. Rütbesi resmen tenzil edilmedi, ama İstanbul Mali Şube Müdürü’yken Kilis Polisevi’ne müdür atanmak, herhalde ödüllendirmek değildi! Furkan Sezer başta, Baybars Düzdemir ve onların emrindeki mali şube polislerine, Adnan Oktar çetesinin silahlı organize suç örgütü olduğunu ortaya çıkardıkları için teşekkürü borç bilirim.

Yargıya güven tazeleyen mahkeme

İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Mehmet Galip Perk başkanlığındaki yargı heyetine de minnetimi ifade etmek isterim: Ağır baskı altındaydılar, mıh gibi durdular ve hinliklere sabırla göğüs gerip aldatmacalara, şaşırtmacalara karşın hatasız bir yargılamayla adaletin gereğini yerine getirdiler. Türkiye’de hâlâ yargıçlar var, dedirttiler! Var olsunlar, başımızdan eksik olmasınlar. Adnan Oktar ve şürekası, binlerce yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ama işledikleri suçların hepsinden yargılandılar mı? Hayır. Siyasal işbirlikçileri ortaya döküldü mü? Hayır. İngiltere, ABD ve İsrail’e dönük casusluk faaliyeti açıklandı mı? Hayır. Peki, YÖK, Adnancılara para karşılığı mütalaa yazmaya abone hukuk profesörlerine karşı yaptırım düşünür mü? Tabii ki hayır. Yurtdışına kaçan suçlular hâlâ aktif mi? Evet. Kan satışı ve Yaratılış Atlası dahil, henüz kapatılmamış tüm hesaplar günün birinde sorulur mu? Evet! Hem de mutlaka.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Deli Şair’e vefa 17 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları