14 Mayıs’ta rejim oylanacak

05 Şubat 2023 Pazar

Economist her şubat yaptığı üzere gene bir “demokrasi endeksi yıllığı” raporu yayımladı.

Rapor, ülkelerin demokrasiden faşizme uzanan skaladaki performanslarını değerlendiriyor. 

2000’ler başında, birebir aynı kıstaslarla yayımlanan ilk raporda Türkiye 87. sıradaydı. Bugün 103. sıraya inmiş durumda. 

20 yılda 16 sıra gerilemiş.

İçinde bulunduğu öbek hep aynı kalmış: Kendinden menkul karma sistem anlamında kullanılan hibrit rejim. 

Ne var ki Türkiye, bu “hibrit rejim” sınıflamasının bugüne bugün o kadar alt sınırına düşmüş vaziyette ki, 5 ülke berisinde artık Angola’nın başını çektiği otoriter rejimler sınıflaması başlıyor.

Rapor dünya ülkelerini 4 sınıfa ayırıyor: Tam demokrasiler, kusurlu demokrasiler, hibritler ve otoriter rejimler. 

Bu devamlı gerilemede Tunus misali ülkeler, demokrasi karnelerinde Türkiye’nin önüne geçiyor.    

Zorlukla koruduğumuz mevcut konumu, rapor “Avrupa’daki biricik hibrit rejim Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın otokratlaşan yönetimi altında baş aşağı giden çok sert bir düşüş kaydetti” diyerek açıklıyor ve ekliyor: 

“Seçimde Türk demokrasisinin (hibrit ve otoriter rejim arasındaki) statüsü sınanacak.”

İki rejim arasındaki fark şu şekilde belirtilmiş: Hileli seçimlerin sistemleştiği, muhalefet ve medyanın baskılandığı, yargı bağımsızlığının olmadığı, katılımcılığın zayıfladığı, yolsuzluğun geçer akçe olduğu ve hukuk devletinin eser miktarda bulunduğu rejimlere “hibrit” deniyor. 

Otoriter rejimleri, “hibrit” versyonlardan ayıran sınır ise bu sonuncu sınıfta siyasi çoğulculuğun artık hiç esamisinin okunmaması oluyor.

EN SİSLİ SEÇİM

“Otokrasi Tramvayı” (25 Aralık) başlıklı Sağnak’ta da yazmıştım. Türkiye’ye dışardan bakan tüm düşünce kuruluşlarının değerlendirmeleri hep aynı kapıya çıkıyor: Freedom House, Türkiye’yi “son 10 yılda en çok özgürlük kaybeden” üç ülkeden -Türkiye, Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti- biri sayıyor. V-Dem ülkemizi... “seçimli otokrasi” etiketiyle değerlendiriyor. 

Bunlar diyelim genel geçer, dışarıdan yapılan değerlendirmeler. Bir de içerden yaşadıklarımız var. Kırk yıllık gazetecilik yaşamımda bu kerte sisli, alacakaranlıkta yapılan bir seçim görmedim. 

İktidarın karnesi ortada ama çok büyük tarihi beklentiler bağlanan muhalefet blokunun adayı dahi henüz ortada yok. Dün Barış Doster’in yazdığı gibi beri yandan 6’lı masada pek çok çatlak var...

Demokrasinin korunabilmesi için oysa “majestelerinin muhalefeti” çizgisinin ötesine geçen, tüm konularda tok ve cesur tavır alabilen, sesini duyurabilen, seçmene dokunabilen bir muhalefetin varlığı gerekir. 

Muhalefet liderlerinin ülkemizde “ses çıkarmak”tan çoğu defa anladıkları, -gelişmiş demokrasilerde eşine rastlamadığım bir ritüel olan- grup toplantılarında nutuk çekmek! 

Nasılsa tıpış tıpış sandığa gideceğimiz varsayıldığından, bu gösterilerle 6’lı masa bültenleri dışında... Seçmenle interaktif iletişim kurmaya hemen hiç gereksinim duyulmuyor ve ikircikli konularda topa girmemek siyaset sayılıyor.

İstanbul Sözleşmesi, HDP’ye ilişkin tutumlar ve dış politikada -misal- Türkiye’nin gel gitlerine ilişkin 6’lı masa bileşenleri tam ne çizgideler bilmiyoruz.

En son İstanbul’da güvenlik gerekçesiyle kapatılan Batılı konsolosluklara ilişkin tavırları nedir örneğin? 

Gene gazetecilik hayatımda benzerine rastlamadığım çok büyük bir kriz bu: Müttefik bir ülkede yabancı temsilciliklerin “güvensizlik” nedeniyle art arda kepenk indirmesi...

Bu muazzam güven krizi gözler önünde yaşanırken muhalefet üç maymunu oynuyor.

Soylu’nun iddiaları uyarınca gerçekten “Türkiye’ye karşı psikolojik bir harp mi yürütülüyor?” Eğer öyleyse Türkiye’nin tavrı niye bu kadar cılız? Yok değilse, bu puslu havanın açıklaması nedir? 

Bir ses verin.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları