Olaylar Ve Görüşler

Kör faylara dikkat!

01 Mart 2016 Salı

Nüfusumuzun yüzde 76’sının kentlerde biriktiğini göz önüne alırsak, “kör fay” olgusu Türkiye’de her türlü yapılaşma sürecinde deprem kökenli riskleri azaltmak için “aman dikkat” denilmesi gereken bir olgu olarak dikkat çekiyor.

Deprem tehlikesi yüksek ülkelerden biri olan Tayvan zaman zaman ağır kayıplar verdiren depremlere maruz kalmaktadır. Tayvan’ın 1.9 milyon nüfus barındıran Taynan şehrinin 40 km batısında 5 Şubat 2016 tarihinde sığ derinlikte ve 6.4 büyüklüğünde kuvvetli bir deprem yaşandı. Deprem, Taynan şehrinde yıkım, hasar, yaralanma ve ölümlere neden oldu. Bu depremin en önemli özelliği yerbilimlerinde “kör fay” olarak tanımladığımız türden bir fay tarafından yaratılmış olmasıdır. Bu örnek ülkemizin deprem tehlikesinin belirlenmesi açısından önemlidir.

Kör faylar nasıl oluşur?
Yüzlerce milyon yıldır hareket eden yer kabuğu levhaları arasında sıyırma, uzaklaşma veya yaklaşma biçiminde tektonik olaylar oluşmaktadır. Sıyırma alanlarında doğrultu atımlı faylar gelişirken, uzaklaşan ve genişleyen levha sınırlarında normal faylar oluşur. Yaklaşan levhalarda gelişen çok şiddetli sıkışmalar nedeniyle bindirmeler, dağ oluşumu, levhaların bindirmesi veya alta dalması ve ters fayları oluşturan hareketler gelişir.
Bütün bu hareketler levha içlerine kadar yayılabilir ve çok karmaşık fay kuşakları yaratabilir. Levha hareketlerinin oluşturduğu tektonik hareketler sırasında gelişen kırıklar ve faylar bazen yeryüzüne ulaşamaz veya hareketsiz oldukları dönemlerde kalın kaya ve toprak kütleleri tarafından örtülür. Sahada gözlem yapan jeolog ve jeofizikçiler bu örtü altında kendisini saklayan gizlenmiş fayları gözden kaçırabilmektedirler. İşte bundan dolayı bu tür faylara “kör faylar” denilmektedir.
Yoğun yerleşim alanlarına, büyük sanayi kuruluşlarına, barajlara ve nükleer santrallara yakın veya orta-yakın alanlardaki bu olası kör fayların, ayrıntılı jeolojik ve jeofizik yöntemlerle incelenmesigerekmektedir. Özellikle yüksek ayrımlı sismik yansıma yöntemi, güncel küçük deprem (mikro-deprem) etkinliğini izleme ve diri veya etkinlik kazanma olasılığı yüksek olan kör fayları bulmakta ve kimliklendirmede çok yararlı olmaktadır. Kör faylar içerisinde çok daha fazla rastlanan fay türü bindirme ve ters faylardır. Bu tür faylar, genellikle 7.5 büyüklüğünden daha küçük yıkıcı depremler yaratmaktadırlar.

Tektonik hareketlilik
Türkiye jeolojisinin son 200 milyon yıllık gelişim sürecinde Avrasya ve Afrika-Arabistan levhalarının birbirlerine yaklaşması ve Arap Levhasının günümüzden 11 milyon yıl önce gelip Anadolu Levhasının doğusuna bindirmesi ile bugünkü tüm coğrafik, jeolojik, tektonik ve depremsellik özellikleri ortaya çıkmıştır ve bu oluşum sürmektedir. Tektonik hareketlilik sürdükçe yaşadığımız deprem tehlikesi azalmayacaktır.

Tehlike haritası
2012 yılında Türkiye’de toplam diri fay sayısı yaklaşık 150 tane olarak bilinirken, yeni depremlerle ve yapılan araştırmalarla bu sayı 326’ya ulaşmıştır. Alt faylarla birlikte bu sayı 485 olmaktadır. Ne yazık ki 20 yaşını tamamlayan Türkiye Deprem Tehlike Haritası son diri fay ve deprem bilgilerini kapsamamaktadır. Eğer olası kör fay alanlarının ayrıntılı araştırmaları yapılırsa diri fay sayısının daha da artacağı açıktır. Bu nedenle, nüfusumuzun yüzde 76’sının kentlerde birikmeye başladığı, mevcut veya planlanan barajlar ve nükleer santral dahil büyük mühendislik yapıları projeleri düşünüldüğünde bilinen diri fayların yanı sıra, kör fayların da karada ve denizlerde araştırılması bir türlü bitirilemeyen “Yeni Türkiye Deprem Tehlike Haritası”nın belirlenmesi açısından hayati bir durum olmaktadır.
12 Kasım 1999’da 7.2 büyüklüğündeki Düzce depremi sırasında Bolu Tüneli’ni yararak geçen ve viyadükleri yerinden oynatan fayın, yapım aşamasında “var mıydı, yok muydu” tartışması sırasında “kör kalınan” bir fay olduğu depremden sonra anlaşılmıştır. 23 Ekim 2011’de 7.2 büyüklüğündeki Van ve Erciş’i vuran depremi yaratan fay, gözden kaçan bir kör faydı. 5 Şubat 2016’da 6.4 büyüklüğündeki Tayvan’ın Taynan kentini vuran deprem de kör bir fay olarak ilan edildi. Örneklerinin çoğaltılabileceği bu “kör fay” veya “kör kalınan fay” olgusu Türkiye’de her türlü yapılaşma ve planlama sürecinde deprem kökenli riskleri azaltmak için çok daha fazla duyarlı olunması ve “aman dikkat” denilmesi gereken önemli bir konudur.

Prof. Dr. HALUK EYİDOĞAN
Deprembilim Uzmanı
24. Dönem İstanbul Milletvekili

 ---

Kültür varlıkları çökmemeli

Bir kültür varlığının restorasyonunda ana amaç, kültür varlığının orijinal işlevine sadık kalınmasıdır. Başka bir deyişle, bir kültür varlığının orijinal işlevi korunmalıdır.

Geçen haftalarda Beyoğlu’nda kültür varlığı kargir bir yapının çöktüğü haberi gazetelerde yer aldı. Arkasından da yine medyada, bazı meslektaşlarımın ve yöneticilerin konu hakkında düşüncelerine yer verildi. Yapıların ömürlerinin sınırlı olduğundan, zaman içinde yapıların yeterince korunmadıklarından, kullanım biçiminin değişmesinden gibi nedenler üstünde yoğunlaşan bu düşüncelerin yapıların niteliğine göre temelde “doğru” olduğu, ancak yukarıda sayılan nedenlerin en önemlisi olanının ne olduğu konusunda kamunun yeterince aydınlatılmadığı düşüncesindeyim.

Kültür varlığının işlevi 
Ülkemizin de kültür varlıklarının korunmasıyla ilgili uluslararası toplantılar sonucunda ortaya çıkan birçok kararın altında imzası olduğunu belirtmek isterim. Bu kararların en önemlisi, bir kültür varlığının restorasyonunda ana amacın, kültür varlığının orijinal işlevine sadık kalınmasıdır. Başka bir deyişle, bir kültür varlığının orijinal işlevi korunmalıdır. Örneğin, yapının işlevi hamam ise, restorasyon sonrası da yapının hamam olarak kullanılmasıdır. 
Eğer yapının işlevi çağımızda geçerliliğini kaybetmiş ise, yapıya verilecek yeni işlevin yapının iç mekân organizasyonunu, taşıyıcı sistemini bozmaması gerekir. Bu yaklaşım “koruma literatüründe” evrensel bir ilkedir. Bu ilkenin ülkemizdeki koruma eyleminde yeterince ciddiye alındığı söylenemez. 
Uzun yıllar restorasyon projelerinde var olan kültür varlığının üstüne kat ilaveleri yapılmış, ufak mekânlardan oluşmuş bir kat planına yeni bir işlev verilirken, bu ufak mekânlar arası duvarlar yıkılarak büyük mekânlar elde edilerek plan organizasyonu ve yapının taşıyıcı sistemi değiştirilmiştir. Bu değişikliklerinin bazıları izinle, bazıları da izinsiz yapıldığı bir gerçektir. Hatta bu tür değişikliklerinin çok katlı yapılarda her katta farklı farklı yapıldığını dile getirmek bir abartı değildir.

Özellikle Beyoğlu... 
Ayrıca, özellikle Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde belki on beş yıl, belki yirmi yıl evvel şimdi dükkân olarak kullanılan, tescilli veya tescilsiz yapıların zemin katlarının orijinal cepheleri büyük vitrinlere dönüştürülmüş, cephenin tüm yükü sonradan monte edilen bir çelik kirişe verilmiştir. Böylece yapının orijinal taşıyıcı sistemine önemli ölçüde müdahale edilmiştir. Bu tür müdahalelerin özellikle yığma kargir yapıların orijinal taşıyıcı sistemini zorladığı bir gerçektir.

Onarım mı, yıkım mı? 
Ayrıca, tescilli yapıların bitişiğindeki parsellerde yapılan bazı yapıların da temel kazıları tescilli kültür varlığına zarar verebilmektedir. Bu konuda da uzmanların denetiminde bu tür inşaat işlerinin yürütülmesi gerekir. Yeri gelmişken, aşağıdaki gözlemimi de dile getirmek isterim. Gelişmiş ülkelerde gerçekleştirilen “restorasyon” çalışması denilen eylemlerde, var olan bir yapının konturlarında ve iç mekân organazisyonunda önemli bir değişiklik yapılmadan kültür varlığını orijinaline uygun “onarmak” eylemi esastır. Bizde ise, var olanı yıkıp yeniden yapma (=rekonstrüksiyon), yıkılmışı yeniden yapma (=restitusyon ve rekonstrüksiyon), varolana yatay ve düşeyde eklenti yapma, vs. gibi tüm inşaat ve proje eylemleri “restorasyon” kavramı içerisinde geçiştirilmektedir. Bu tür inşaat eylemlerinin restorasyonla ilgisi yoktur. 
Bizde de, restorasyon denildiğinde, gelişmiş ülkelerdeki restorasyon yaklaşımları ve ilkeleri esas alınmalıdır.

Çökmemesi için... 
Özetle, büyük bir bölümü 1. derecede deprem kuşağı içinde olan ülkemizde, tescilli veya tescilsiz yapıların, çökmemesini istiyorsak, bu yapıların taşıyıcı sistemine müdahale etmeden ve yapıları orijinal işlevine sadık kalarak veya orijinaline yakın yeni işlevlerle donatarak restore edelim. Ayrıca, restorasyonun bir uzmanlık konusu olduğunu, çalışmaların uzmanlar tarafından yürütülmesi gerektiğine inanıyorum. Eğer bu konuda başarılı olmak istiyorsak, devletin koruma politikasını yeniden gözden geçirmesi gerekir. Yürürlükteki koruma yasa ve ilke kararlarının evrensel kriterler koşutundan yeniden düzenlenmesi kaçınılmaz olup, çalışmaların ilgili merkezi yönetim birimleri tarafından bir an evvel başlatılması

Prof. Dr. METE TAPAN
İstanbul Arel Üniv.
Fen Bil. Enst. Müdürü

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları