Olaylar Ve Görüşler

Üniversitelerin Süngüden Kelepçeye Yolculuğu - Aydın ÖNCEL

14 Ocak 2021 Perşembe

1980 öncesi gençliği; dünyayı yakından izleyen, yaşadıkları coğrafyadaki sorunların farkında olan, okuyan, araştıran, sorgulayan, yorumlayan ve gerektiğinde eyleme geçen bir kişiliğe sahipti. 

Üniversite kapısına geldiklerinde karşılaştıkları süngülü inzibatlardan biraz korkmuş fakat daha çok hayal kırıklığına uğramışlardı. Onlar, kelimenin tam anlamıyla 12 Eylül mağduru çocuklardı... Şartların olgunlaşması için yüzlerce insanın katledilişini izleyen faşist darbeden en ağır fatura hiç hak etmedikleri halde kendilerine çıkarılmıştı!

K İŞBAŞINDA

6 Kasım 1981 yılında, 2547 sayılı yasa ile Milli Güvenlik Konseyi tarafından kurulan Yükseköğretim Kurulu (YÖK), üniversitelerin özerkliğine son vererek hepsini tek bir yapı içine hapsetti. 1981 öncesinde üniversiteler, akademiler, eğitim enstitüleri, meslek yüksekokulları, konservatuvarlar, mektupla öğretim yapan YAYKUR gibi kurumlardan oluşan yükseköğretim sistemi, hiçbir altyapı oluşturulmadan YÖK çatısı altına toplanarak özgür düşünce ve bilimden yoksun hale getirildi.

YÖK, 12 Eylül’ün üniversiteleri terörü besleyen yuvalar olarak görmesinin bir sonucu olarak kuruldu. Böylece  tüm yapı tahrip edilerek terörden sorumlu tutulan özerk üniversiteler hem cezalandırılmış hem de kontrol altına alınmış olacaktı. Öyle de oldu... Bu koşullar altında oluşturulan disiplin yönetmelikleriyle hem öğrencilere hem de öğretim elemanlarına karşı acımasız bir saldırı başlatıldı. Birçok öğrencinin çeşitli soruşturmalar açılarak öğrenim hakkı elinden alınırken Atatürkçü, laik, aydınlanmacı, demokrat profesörlerin saç ve sakalları bahane edilerek çatı altından uzaklaşması sağlandı.

Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’nin yükseköğretim kurumundan çıkarma cezasını gerektiren, disiplin suçlarını düzenleyen 10/b maddesi, yükseköğretim kurumlarının ideolojik ve siyasi amaçlarla huzur, sükûn ve çalışma düzenini bozmak veya boykot, işgal, engelleme, personelin işini yavaşlatma gibi eylemlere katılmak, bu amaçlara yönelik eylemleri tahrik etmek” hükmünü içermektedir.

KİMSENİN KILI KIPIRDAMADI

Bu madde, kılık kıyafet ile ilgili mevzuata aykırı davrananlara 10/b maddesine göre işlem yapılacağını da öngörmekteydi. Yönetmelik maddesi adeta bir silah gibi kullanıldı, kadrolaşmaya hız verildi; yıldırma, sindirme ve kıyım politikası günümüze kadar aralıksız sürdürüldü…

İş arkadaşları, meslektaşları, öğrencileri söz konusu madde yüzünden, haksızca üniversitelerden uzaklaştırılırken adeta koltuklarına yapışan sözde bilim insanları YÖK’ü sahiplenerek bu kıyımda öncü rolü üstlendiler. İlgili maddeden birçok öğrenci hakkında soruşturmalar açılıyor, profesörler sakalını kesmediği için görevlerini bırakmak zorunda kalıyordu. YÖK bunları yaparken hiç kimsenin kılı bile kıpırdamıyordu…

Tüm eğitim sürecini paralı hale getirerek eğitimde eşitlik ilkesinin ortadan kaldırılmasına tanıklık eden ve hatta sistemin önünü açarak yardımcı olan YÖK, ÖSS’yi onaylayarak milyonlarca gencimizi haksız bir rekabetin ortasına atmıştı... Aynı kurul, üniversiteye girişte meslek liseleriyle genel liselere uygulanan katsayıyı eşitleyerek çok büyük bir haksızlığa daha damgasını vurmuştu!

SONUÇ

Kuruluşundan bugüne kadar sürekli olarak günlük siyasetin içinde yer alan YÖK, üniversitelere üye ve özellikle rektör atamalarında siyasi erkin çiftliği gibi kullanıldı. En son Boğaziçi Üniversitesi’ne yapılan rektör ataması bir anlamda bardağı taşıran son damla oldu. Dünyanın en iyi üniversiteleri içinde yer alan bu kuruma girmeyi başaran öğrencileri keyfi atamalarla yönetmeye kalkmak daha şimdiden çok doğru alınmış bir karar olarak görünmüyor. Bu çocuklar, özgür ve demokratik bir üniversite için haklı direnişlerini sürdürürken birçok sivil toplum kuruluşunun ve halkın da desteğini alıyor. Yasalar çerçevesinde toplantı ve gösteri yürüyüşü haklarını kullanırken, gözaltında işkence gören arkadaşlarının bir an önce salıverilmesini talep ediyorlar!

Cumhuriyet kazanımlarının birer birer yok edilmeye çalışıldığı son yıllarda YÖK’ün üniversitelerimizde açtığı derin yaralardan sorumlu olarak tarihteki yerini alacağından artık kimsenin şüphesi kalmamıştır.

Öğretim üyesi ve öğrencisi olmayan üniversitelerin açıldığı ve niteliksiz diplomalı işsizlerin çoğaldığı bu dönemde, kurum içinde sivil polisi, süngülü silahıyla nöbet tutan askeri ve nihayetinde kapısında kelepçeyi de görmüş olduk! İşte o an birden belleğimizde 12 Eylül canlandı, yüreklerimizde aynı soğukluğu hissettik ve bu hiç iyi olmadı!

AYDIN ÖNCEL



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları