Aspendos ve Ötekiler (6)

27 Ekim 2015 Salı

Kültür Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, belediyeler, tarihsel yapıların “restorasyonlarını” ihale ediyorlar.
Kime? En düşük fiyatı veren müteahhide... Bu arada, “müteahhitler”in pamuk ellerini çaktırmadan ceplerine soktukları da oluyor! Onlar da taşerona havale ediyorlar... O ne yapıyor? Bir kalfayla, yapının tarihsel, mimari özelliğini bilmeden onarmaya kalkıyor!

***

Ankara Kalesi, 15. yüzyılda “sof (tiftik yününün)ticaretinin yapıldığı bir yöreydi. Avrupalı tüccarlar bu yün için geldiklerinde Fatih Sultan Mehmet’in başveziri Mehmet Paşa’nın 1464-71 yılları arasında yaptırdığı “handa” kalır, bitişiğindeki “Bedesten’de” alım yaparlardı.
Atatürk, 1921’de Ankara’da müze yapılmasını isteyince, bu iki bina uygun görüldü. Olağanüstü restorasyonla iki yapı bütünleştirildi, “Anadolu Medeniyetleri Müzesi” yaratıldı.
Az yukarısında, keçilerin çengele asılmalarından adını alan “Çengelhan” var. Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı” bu hanı, yanındaki binayı “restore” ettirerek başkente bir müze kazandırdı.
Bu iki müze arasında salaş yapılar vardı. Yüksel Erimtan koleksiyonunu sergilemek için bu yıkıntıları satın aldı. Komşu iki yapıyı tarihsel ve mimari açıdan tümleyen yeni müze tasarımını seçkin mimarlara hazırlattı. Burada “restorasyon” değil, “çevreye uyum” gerekliydi.
Tarihe saygıları olan Koç ve Erimtan, bu işleri “bilenlere” yaptırmışlardı!

***

Bu ikili gibi koleksiyoncu olan, Sökeli işadamı Muharrem Kayhan da Menteşeoğulları’nın son hükümdarı İlyas Bey’in 1404’te yaptırdığı “cami, medrese, imaret, çifte hamam, çarşıdan” oluşan “külliyenin” restorasyonunu istedi.
Külliye, 19. yüzyılın sonlarında çeşitli depremler geçirmiş, 1955 depreminden sonra kullanılamaz olmuş, define avcılarınca da yer yer yıkımlara uğramıştı!
Kayhan, Çengelhan’ı restore eden, “Bir kültür varlığını restore etmeye kalktığınız zaman halkların tarihine karşı da sorumlusunuz!” inancına sahip mimar Cengiz Kabaoğlu ile bağlantı kurdu.
Kabaoğlu’nun bir söyleşisinden alıntılayalım: “Belediyelerin kısıtlayıcı, yeknesak imar kurallarından, mimari eğitimin yetersizliğinden, mimarlık camiasındakilerin kopya çekmesinden, görgüsüzlükten, alışılagelenin sorgulanmaması geleneğinden, bu memlekette o kadar kötü bir mimari yaygın ki... Bu nedenle, tarihi yapılar, çevre içinde farklı olarak öne çıkıyorlar. Bakın, her biri ayrı bir mücevher gibi... Bu bakımdan eski bir yapının, değerleriyle korunması, özelliklerinin yaşatılması çok önemli. Burada mimarın rolü, tüm bunları sağlamaktır: Bir koruma mimarı, tarihi eserlerin korunması gereğinin bilincindedir, bunu sürdürmekten yanadır.
Soyut ve somut, özgün değerlerin korunması, yaşatılması önemlidir. Somut değerlere örnek olarak, bir yapı taşının yüzeyinin zaman içinde aşınmışlığının getirdiği belirli izleri, bir ‘patinayı’ taşıyor olmasını verebiliriz. Soyut değerlere örnek olarak, taş ustasının duvarın bir köşesine usulca, mütevazı bir şekilden ibaret olan imzasını kazıma geleneğini sayabiliriz. Bu, ‘geçmişin izlerinin, bilgisinin muhafaza edilmesi’ kavramı, belki de korumaya ilişkin en başta gelen ilkedir.”

***

Kabaoğlu, 31 ülkeden 226 katılımcı arasında, “İlyas Bey Külliyesi” çalışmasıyla 2012’de “Avrupa Birliği Kültür Mirası/Europa Nostra Ödülü’’nü Portekiz’de Cumhurbaşkanı Anibal Cavaco Silva, İspanya Veliaht Prens Felipe, Ödülün Başkanı tenor Placido Domingo’nun huzurunda aldı.

***

Cumhuriyet Kitap Eki’nde tanıttığım M. Baha Tanman ve Leyla Kayhan Elbirlik’in “Balat İlyas Bey Külliyesi” kitabını; Kültür Bakanlığı, Koruma Kurulları, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve belediye yetkililerinin okumalarını öneririm.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları