Cumhurbaşkanlığı Seçimine 1 Kala

09 Ağustos 2014 Cumartesi

İktidarın gerçek başarısı belki de normalleştirdikleri gündelik ırkçı dil, şekillendirmeyi başardıkları öfke ve intikam dolu, “tek tipçi, tek renkçi” toplumsal algıdır. Bundan gerçekten şikâyetçiysek eğer, yarınki seçimlerde oy vermeye gitmeliyiz. Aslında fikrimiz, görüşümüz, inancımız ne olursa olsun, seçim sisteminin, sadece oy verenler üzerinden belirlenen yüzde 50 barajıyla ve tam tatil mevsimine denk getirilen seçim tarihiyle ta başından özel olarak dizayn edildiğini düşünerek sandığa gitmeyen her seçmenin vermediği oylarla neticenin belirlenmesini doğrudan etkileyeceğinin bilincinde olmalıyız. Sonuca etki etmez, neticeyi değiştirmez diye düşünerek oy vermekten, tatilimizi bölmekten kaçınmanın, şezlongculuk ve adam sendecilik yapmanın zamanı değil. Oy verdiğiniz aday kaybetse bile, ait olduğunuz görüşün, düşüncenin, zihniyetin bu toplumdaki gerçek ağırlığını ortaya koyabilmeniz, “varlık gösterebilmeniz” açısından çok önemlidir sandığa gitmek. Ve sonunda kaybetsek bile bu yenilginin bizim sandıklara gitmeyerek vermediğimiz oylar sebebiyle gerçekleşmediğinden emin olabilmemiz için oy vermeliyiz.
Şu bir gerçek ki; Anadolu gibi eşsiz zenginlikte bir medeniyetler beşiğine, tek kültürün, tek inancın kısırlığından ziyade farklı kültürlerin yüzyıllardır kardeşçe yaşamayı büyük oranda başarabildiği verimli, zengin bir coğrafyaya haksızlık ediliyor. Başbakanlık yapan seçilmiş bir kimsenin, söz konusu kültürel zenginliğe samimiyetle sahip çıkmak yerine, farklı kimliklere düşmanlık olarak yorumlanabilecek talihsiz ifadeleri defalarca ve rahatlıkla kullanması, bu şekilde kitlelerin tetiklenmesi, konsolide edilmesi, ötekileştirici duygularının alevlendirilmesi neresinden bakarsak bakalım üzücüdür. Üstelik yaradılanı Yaradan’dan ötürü sevdiğini günde üç öğün, milyonların önünde vurgulayan bir Başbakan’a sorulmaz mı “madem seviyorsunuz da Ermeniliği ‘çirkin bir şey’, bir tür hakaret olarak görmek ve başına ‘affedersiniz’i yapıştırmak, insanları Alevi, Zaza, Ermeni, Kürt, Türk diye ayırmak da neyin nesidir?” diye. Sorulması gerekir elbette ama sorulmaz. Bu ülkede sorulamaz. Çünkü burası hoşa gitmeyen sorular soran gazetecilerin hallaç pamuğu gibi derdest edilip atıldığı, iktidarın otoriter başına sorulması ve kati suretle sorulmaması gereken soruların her daim belli olduğu, hangi gazetede ne yazılıp, hangi kanalda kime ne kadar yer verileceği önceden tertip edilen bir ülke artık. Böyle bir ülkede “affedersiniz Ermeni”, “çok affedersiniz Rum” gibi ifadelerin başbakanlar tarafından kullanılabilmesinden, insanların Alevi, Zaza ya da Ermeni kimlikleri üzerinden meydanlarda yuhalatılmasından daha doğal ne olabilir ki… Şikâyet ve muhalefet edenlerin, hak arayanların sokaklarda resmi şiddetle öldürüldüğü, söz söyleyenlerin haklı haksız demeden içeriye tıkıldığı böylesine bir demokrasicilik oyununun içinde sorulamayan soruları sorabilmek, itirazlarınızı dile getirmek için size kalan tek yer olsa bile yarınki seçimde sandıklara gitmeliyiz.
Diktatörleşmeye, tek adamcılığa doğru kararlılıkla ilerleyen bu sürecin önünde barikat olmak için, buna karşı çok farklı partilerin bir araya gelerek oluşturduğu büyük bloka, birlikte yaşama iradesinin temsilcisi olan çatı altındaki büyük uzlaşıya destek olmak için oy vermelisiniz. Farklı inançlara, kültürlere, etnik kimliklere, yaşam biçimlerine açık bir öfkeyle yaklaşan bu zihniyeti gerçekten affedip affetmeyeceğimizi göstermek için oy vermeliyiz. Seçime bir gün kala son kez vurgulamak gerekir ki bu seçimde sandığa gitmeyen her seçmenin alınacak netice üzerinde doğrudan ve “tek taraflı” bir etkisi olacaktır.
IŞİD’in barbarlığı sürüyor
İsrail’in Filistin halkına reva gördüğü zulmü haklı olarak kınamak, tepki göstermek yetmez; aynı tepkiyi IŞİD’in on binlerce insan üzerinde estirdiği terör, vahşet ve barbarlık için de vermek gerek. Bugün Ezidileri, Şiileri, Kürtleri, bir başka deyişle kendinden görmedikleri herkesi göz göre göre katlederlerken; kadınların, çocukların ırzına geçerlerken; insanların kafalarını kesip akıttıkları kana, uyguladıkları vahşete din-inanç kılıfı giydirmeye çalışırlarken İsrail’in karşısında durulduğu gibi onların karşısında duramamak hangi dürüst siyasete, hangi insanlığa ve vicdana sığabilir. İnsanların açlık, susuzluk, sefaletten ölmekle infaz edilmek arasında gidip geldiği, sokakların infaz edilen günahsız çocukların kanıyla sulandığı fotoğraflar karşısında insanlıktan bir dirhem nasibini almış hangi canın utançla kıvranmaması, ciğerinin yanmaması mümkün olabilir.
Allah aşkı uğruna, Peygamber yolunda yürüttüklerini iddia ettikleri bu akıl dışı savaşın aslında safi bir iktidar, egemenlik, çıkar sağlama hevesinden kaynaklandığını bile bile onlara bir biçimde yol vermek, bugün katledilen yüz binlerce insanla birlikte günün birinde kendi halkına da gelip musallat olacak, hatta olmaya başlamış bir karanlığın ucunda beklemek demektir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları