Şahin Aybek

Ziya Selçuk: Siyasi irade böyle istiyor

30 Ocak 2023 Pazartesi

Eğitimci Kemal Ateş ile Talim Terbiye Kurulu üyesi olarak Milli Eğitim Bakanlığında görev yaptığı dönemi ve eğitimimizi konuştuk.

“Ziya Bey, sık sık “siyasi irade böyle istiyor” diyordu. Yani istenileni aynen kabul edeceksiniz, demekti bu. Bir de “vizyon” sözü çok kullanılır oldu bu dönemde, bu “vizyon” herhalde “kızıl elma” gibi bir düş olmalı, onlarca bakan değişti bakanlıkta, vizyonun ne olduğu anlaşılamadı sanırım. Bu vizyon sözünü ne zaman duysam irkilirim.”

“İnanılmaz konular geldi kurula. Bunlardan ilki okulların satılması... Haa, bir de özel okulları ihya etme projesi vardı. Kent merkezindeki eski, tarihi okullar satılacak, kent dışında yeni binalar yapılacak. Mezun olduğum Ankara Atatürk Lisesi gözlerimin önüne geldi. Mimarı Atatürk’ün ülkemize getirdiği meşhur Bruno Taut… Böyle bir okul nasıl satılır. Çırpınıp duruyorum kurulda. Ankara Atatürk Lisesi satılmadı, sıra gelmedi ona, ama gençliğimde benim iki yıl çalıştığım Amasya Lisesi’nin binası satıldı. Duyduğuma göre otopark yapmışlar. Tüccar bir yönetimle karşı karşıya olduğumuz anlaşılmıştı. Tüccar ve muhafazakâr…”

BEN TALİM-TERBİYE’DEYKEN…

Siz kısa bir süre Talim Terbiye Kurulu üyesi olarak Milli Eğitim Bakanlığında görev yaptınız. Söyleşimize buradan başlasak… 

Evet, kısa bir süre son Ecevit hükümeti döneminde Talim Terbiye ’ye kurul üyesi olarak üniversiteden gelip gittim. Sonra hükümet değişti, kısa sürdü görevim. Zaten bizim gibi insanların böylesi yerlerdeki görevleri hep kısa sürer. Benim de öyle oldu.

Önce nasıl atandınız, sizin döneminizde atamalar nasıl oluyordu? Söyleşimize buradan başlasak…

Doğrusu benim aklımda yoktu böyle bir görev. Son Ecevit hükümetinin üçüncü yılı dolmuştu. Bakanlık’tan dil konusunda bir konferans istediler. Sanırım Dil Bayramı kutlanıyordu o günlerde. Şimdi unutulan bayramlardan biri bu… Dinleyicilerin en önünde Milli Eğitim Bakanı Sayın Metin Bostancı ve bürokratları vardı. İyi hazırlanmıştım, konu dil, dil devrimi… İçinde pişip yoğrulduğum bir konu. Sayın bakan sonuna değin bizi ilgiyle dinledi. Daha sonra bürokratlarına, arayın, bu arkadaştan yararlanalım, demiş. Ertesi günü Bakanlık’tan iki yerden aradılar, bana hem Talim-Terbiye Kurulu’nda, hem Yayın Kurulu’nda görev verdiler. İki görev çok olur filan dediysem de, ısrarla istediler. Şimdiye değin eğitimimizi hep eleştirmiştik, düzeltilmesi için iyi bir fırsat dedim, heyecanla göreve başladım.

Atanmanız sanırım vekâleten oldu…

Evet, Ecevit hükümetinin yanlışlarından biri… Belki de doğrularından biri. Bizleri önce deneyecekler, sonra asaleten atayacaklardı. Kadrolaşma konusunda titizler, acele etmiyorlar. Biz göreve başladık, iki üç ay sonra hükümet düştü. Kimse kimseyi deneyemedi. Ben Ecevit hükümeti döneminde görevlendirilsem de, daha çok AKP hükümetiyle çalıştım. Daha çok dediysem de, hepi topu bir yıl.

Neler gördünüz bu kısa süre içinde?

Bu kısa süre içinde önce iki bakan gördüm. Ecevit dönemini de sayarsak bir yılda dört bakan gördüm.  AKP iktidarında önce Sayın Erkan Mumcu, sonra Hüseyin Çelik geldi… Erkan Bey sanırım bir ay sonra Kültür Bakanı oldu. Erkan Bey, sanırım eski kadrolarla çalışma eğilimindeydi, öyle görünüyordu. Asıl Hüseyin Çelik’in müthiş icraatını önce kadrolaşmayla gördük. Sayın Ziya Selçuk Kurul’a başkan olarak geldi. Milli eğitim koridorlarında öyle uzun boylu bir bürokrat görmemiştim. Basketçi filan sandım önce. Herkes hakkında duyduğunu fısıldamaya başladı. Özel bir okulun patronuymuş. Üniversitede doçentti o yıllarda. Karısının başörtüsüne değin fısıltılar çoğaldı. Alanına hâkim görünüyordu, bilgili biri göründü bana. Ama arkasında bir siyasi irade var. Bu dönemde biz bol bol “siyasi irade” sözünü duymaya başladık. En çok da Ziya Bey’den duyduk. Ecevit döneminde duymadığımız bir söz. Ziya Bey, sık sık “siyasi irade böyle istiyor” diyordu. Yani istenileni aynen kabul edeceksiniz, demekti bu. Bir de “vizyon” sözü çok kullanılır oldu bu dönemde, bu “vizyon” herhalde “kızıl elma” gibi bir düş olmalı, onlarca bakan değişti bakanlıkta, vizyonun ne olduğu anlaşılamadı sanırım. Bu vizyon sözünü ne zaman duysam irkilirim. 

O günlerde siyasi irade neler istedi sizden? Bunları konuşalım biraz…

Şerh koyduğum, yani karşı görüş bildirdiğim kararlardan, projelerden söz edeyim önce. İnanılmaz konular geldi kurula. Bunlardan ilki okulların satılması... Kent merkezindeki eski, tarihi okullar satılacak, kent dışında yeni binalar yapılacak. Mezun olduğum Ankara Atatürk Lisesi gözlerimin önüne geldi. Mimarı Atatürk’ün ülkemize getirdiği meşhur Bruno Taut… Böyle bir okul nasıl satılır. Çırpınıp duruyorum kurulda. Ankara Atatürk Lisesi satılmadı, sıra gelmedi ona, ama gençliğimde benim iki yıl çalıştığım Amasya Lisesi’nin binası satıldı. Duyduğuma göre otopark yapmışlar. Tüccar bir yönetimle karşı karşıya olduğumuz anlaşılmıştı. Tüccar ve muhafazakâr… 

Başka hangi kararlara şerh koydunuz?

Karşı çıktığım, epey diller döktüğüm kararlardan biri de, öğretmenlerin başöğretmen, uzman öğretmen diye ayrılmasıydı. Ortaöğretime üniversite gibi bakan bir anlayış bu. Öğretmen işini gücünü bırakacak, bilimsel çalışma yapabileceği bir fakülte arayacak kendine. Anadolu’nun ücra yerlerindeki öğretmeni düşünün bir. Öğretmen için çalıştığı okul, asıl işi onun ikinci adresi olacak, gücünü, enerjisini, vaktini bilimsel çalışma yaptığı üniversite alacak. Mesleği, işi, öğrencileri ikinci planda kalacak. Öğretmenlik bir sanattır, isteyen öğretmen kendini bir üniversiteye bağlı olmadan da yetiştirebilir. Öğretmen başka, bilim adamı olmak başka… Bunları karıştırmayalım dedim, bir karşı görüş de bu karar için yazdım. Şimdilerde hâlâ gündemde bu konu. Bence çok gereksiz, anlamsız, öğretmenler arasında gereksiz bir bölünme yaratmaktan başka getireceği bir şey yok.

Karşı görüş bildirdiğiniz kararlar başka nelerdi?

Haa, bir de özel okulları ihya etme projesi vardı. Aman Allah’ım!.. Devlet okullarını bitirmek için kırk yıl düşünseniz aklınıza gelmeyecek bir iş bu. Gene siyasi iradenin istediği yönde karar vermek zorundayız. Konu kurula böyle sunuluyor. Bu projenin FETÖ okullarına destek vermek için hazırlandığı belliydi. Akıllı çocuklar, iyi öğrenciler sınavla belirlenecek, bunlar kolejlere, yani özel okullara yönlendirilecek, ücretlerini de bizim vergimizle devlet ödeyecek. Ne tatlı iş değil mi? Zeki çocukların, akıllı çocukların devlet okullarından alınması demek, o okulların bitmesi demekti. İyi okullar yalnız iyi öğretmenlerle değil, iyi öğrencilerle yaratılır. İyi öğrenciler zayıfları sürükler. İyi sınıflar iyi öğrencilerle yaratılır. Bir yanda elindeki tarihi binaları satacak kadar yoksul düşmüş bir devlet, öte yandan özel okullara burslu öğrenci gönderecek, özel okullara para akıtacak kadar cömert bir devlet. Ne yaman bir çelişki değil mi? Kuruldan geçmesin diye bunun için de epey çırpınıp durdum. Tabii bu karar da geçti o günlerde.

Talim Terbiye Kurulu’nun önemli işlerinden biri de ders kitaplarıdır, bu konuda neler yapıldı?

Talim-Terbiye’nin önemli işlerinden biri bu, ama en çok da bu konu yıpratıyor burayı. Dedikodular çok. Rüşvet söylentileri yaygın, büyük bir rant var çünkü. AKP gelince parasız kitap dağıtma kararı alındı. Birbiriyle yarışan kitaplar olmayacak, birbiriyle yarışan yazarlar olmayacak, tek kitap parasız dağıtılacak. Bu da yanlış bence… İhtiyacı olmayan çocuklara neden parasız kitap verilir? İhtiyacı olanlara verilmeli. Parasız kitap dağıtıldı, ama kayıt parası olarak kitap paralarının yüz misli paralar toplandı.  

Osmanlıca dersleri de sizin döneminizde kondu sanırım?

Evet o dönemde eskiyazı dersleri kondu. Öyle dersler kondu ki, liseler üniversitelerdeki Türkoloji bölümlerine benzetildi. Mezar taşlarını okuyamıyoruz, diye de bir şey tutturuldu. Yaklaşık yirmi yıldan beri liselerde Osmanlıca dersleri var, mezar taşları okundu mu? Geçmiş hamaseti yapılarak, ecdat yadigârı gibi içi boş parlak sözlerle böyle dersler getirildi. Oysa geçmişteki bütün yapıtlar, kitaplar, işe yarayacak ne varsa yeni yazıya çevrildi. Okuyan yok, sadece hamaseti yapılıyor. İlginçtir aydınların önemli bir kısmı da destek verdi bunlara. Hüseyin Çelik Bey büyük işler yapıyor havalarında çoğu Doğan grubuna ait gazete bürolarını dolaşıyor, tv programlarına çıkıyor. Programlar  geç saatlere dek sürdüğü için, bizim kurul üyeleri uykusuz kalma pahasına gece yarılarına dek sayın bakanı dinlediklerinden, ertesi günü işe uykusuz geliyorlar. Bakanın sözlerinden kendi kaderlerine dair bir şeyler çıkarmaya çalışıyorlar.

Kararların çoğuna karşı görüş bildirerek ne kadar kalabildiniz kurulda?

Bir yıl çalıştım… Biz bir iki arkadaş üniversiteden geliyorduk, kadromuz üniversitedeydi. Buradaki görevimiz için bize yüz lira kadar bir ek ücret ödeniyordu. Bankamatikte bu paranın yatırılmadığını görünce, görevimin bittiğini anladım. Ben yirminin üstünde kitabı olan bir yazarım. Doktora yaptım. Yerimize gelenlerin tek satır yazılarını görmedim. Bizlerin yerlerine atananlar, kendilerini kurula tanıtırlarken, yayınlanmış kitapları olmadığından, özgeçmişleri içinde yayınlanmamış ders notlarından söz ediyorlardı, biz Ecevit döneminde atananlar da bıyık altından gülüyorduk bunlara. Yayınlanmamış ders notlarından bir eserleri varmış gibi özgeçmişinde söz etmeyi de ben burada gördüm. Böyle liyakatsiz, kaba bir bürokrasi ortaya çıktı bu dönemde. Ders kitaplarına millet kavramı yerine ümmet kavramını sokmaya çalışan bir kadro. Şeyh Sait isyanları gibi olaylar kitaplardan çıkarıldı. Görevimin bittiğine dair ne bir yazı geldi bana, ne de bir teşekkürle karşılaştım… Uzun süre kadın üye olmadı kurulda, gazeteler “kadınsız terbiye” gibi manşetler atınca, uyandılar. Kaba bir bürokrasi gördüm bu dönemde, hâlâ da devam ediyor sanırım. Bildikleri en önemli söz, “siyasi irade böyle istiyor”… Bütün kurullar siyasi iradeye hizmet kurulları oldu yazık ki…

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları