Server Tanilli

Türkiye Nereye Gidiyor ? / 4

03 Kasım 2008 Pazartesi

Cumhuriyet yurttaşını yaratan eğitim 1950’lerde uğradığı ihanetle içi boşaltılmış bir hal almıştı.

 

Okulu ve toplumu kurtarmak

İnsan ve yurttaş: Eğitimin eseridir bu!

Ama eğitim, her şeyden önce ulusaldır.

Ya “evrenselin payı”? Her eğitimin kumaşında -şu ya da bu ölçüde- “evrensel”den birkaç renk bulunur; bir eğitimin de­ğeri de elbette bu renklerin çokluğu oranındadır.

Türkiye’de 1923 Devrimi’nin yol açtığı eğitim, Aydınlanma’nın doğrultusunda olarak, “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” kuşaklar yetiştirmek isterken ve “laikliği” de, temelle­rin harcına katarken, evrensel kültürün en önemli sayfalarına gözlerini çeviriyordu; bunun yanı sıra, “ulusallığı” derken de, kendi ülkesinin gerçeklerine yöneliyordu. İslam dünyasında, her ikisi de yeni idiler; ve “yeni bir insan”ın doğuşunun habe­rini veriyordu. O yeni insanlar, yine Müslüman dünyada, ilk kez gerçekleşen laik bir Cumhuriyetin yurttaşları olacaktı.

Cumhuriyet, “yurt sevgisi” üstüne kurulmuştur.

Bunlar, Türkiye’de gerçekleşti, sonra da ihanete uğradı.

1950’lerle başlayan bir ihanet...

1950’lerle başlayan bu ihanetin gizlisi saklısı yoktur artık: Çağdaş dünyada “bağımsız, demokratik ve laik bir toplum” kurmanın kararlılığı ile çok yollar kat etmiş olanların yerine gelenler, ülkemizde, daha ilk günden bu çizgiye ve idea­le karşı çıkmışlardır. Toplumda, emperyalizmle işbirliği içine giren tutucu, giderek gerici sınıf ve zümreler iktidarı ele ge­çirmenin yolunu bulmuş; bağımsızlığın kalelerini emperyalizme teslim ederken, o kalelerden biri olan eğitimi de ona peşkeş çekmişlerdir.

Geriye doğru atılan adımların ve toplumu bir “çözülüş” içine sokmanın da gizlisi saklısı yoktur: Halkevleri’nin ve Köy Enstitüleri’nin kapısına kilit vurmanın yanı sıra, okullara yeniden din derslerinin girmesi; “aydın din adamı” safsatasının eseri olan imam hatip okullarının diriltilip -yüzlerce okul halinde- bir ağa dönüşmesi ve giderek, mesleksel niteliğini kaybedip temel eğitimde bir ikinci seçenek olması; İslam Enstitüleri, her üniversiteye bir caminin yanı sıra, bir ilahiyat fakültesi açılıp sayısının yirmiyi aşması; açık-gizli Kuran kurslarının binlerceye varması, gerçekliğin bir yüzüdür. Bir öteki de şudur: Ülkemizde, okul sayısından fazla cami vardır ve Diyanet Başkanlığı’nın yıllık devlet bütçesindeki yeri, Milli Eğitim Bakanlığı’nınkinin kat be kat üstündedir. Gazeteleri ve televizyonları ile, dinciliğin medyada tuttuğu yeri hatırlatmak bile fazladır.

Gerçek şu ki, bir “din bataklığı” içindedir toplum.

Demokrat Parti’den başlayarak hemen hemen hiçbir parti, ya da dönemi yoktur ki, ülkeyi bu bataklığa itelemekte çabası olmasın. Ama asıl 12 Eylül rejimidir ki, açtığı çığırla, anayasada, liselere kadar “zorunlu” din dersi koyarken, eğitimden ilerici, demokrat ve devrimci aydınları tasfiye etmiş ve dizginleri, tepeden tırnağa gerici, “Türk-İslam sentezi” yandaşlarının ellerine bırakmıştır.

21. yüzyıla işte bu kayıplarla gelip girdik.

3 Kasım 2002 seçimlerinden beri, tablo daha da berraklık kazanmıştır ve AKP iktidardadır: Yurdun başka sorunları karşısındaki tavrı bir yana, eğitimde tam bir karşıdevrimce davranış içindedir. Siyasal İslamcı bir parti olarak, üstelik tek başına iktidarda olmanın verdiği cesaretle, dini sömürüp devlette gitgide kadrolaşırken, laik ve ulusal eğitimde de “tahribat”ta bulunmaktadır. Eğitimde, ileriye doğru adım atma bir yana, gelecek için de bir getireceği yoktur. İçinde, eğitimin de yüzdüğü “din bataklığı”nın kurutulmasını bu iktidardan beklemek ise hiç mümkün değildir.

Her yönünden tehlikelidir bu parti!

Tehlikeliliği, sadece dinci olmasından değil neoliberal ideolojiyi sahiplenmesinden de kaynaklanıyor.

 

Yeni Eğitim’ adına yutturulmak istenen

Şu pek biliniyor: Yeni liberalizm, doğaya ve yaşama ilişkin her şeyi metalaştırıp pazarlarken, belki daha da korkunç olarak “ortaklaşa olmamız gereken”i yıkıyor, “kamusal”la “sosyal”i de, piyasanın emrine veriyor; bu arada, okula bir “işletme” diye bakıp, devlet elindeki eğitime de saldırıyor ve üstünde baskı kuruyor.

Türkiye’de, 1980’li yıllarda uygulanmaya başlanan nooliberal politikalar, sosyal yaşamın tüm alanlarını yıkıp soysuzlaştırırken, eğitimi de bozup “çürütmekte” oluşu da artık ayyuka çıkmıştır; ülkede, bugünkü haliyle, sağlıklı bir eğitim hizmeti verilemez. “Eğitim toplumun geleceğidir” derken, şu doğruların yeniden altını çizmeli: Eğitim hakkı “toplumsal bir hak”tır, eğitim de “kamu hizmeti”dir; eğitim hizmeti, tüm yurttaşlara “eşitçe” sağlanmalı ve söz konusu hizmet de, “kamusal kaynaklar”a dayanılanarak gerçekleştirilmelidir. Öte yandan, “küreselcilik, “yerelleşme”yle eğitimin “ulusal”lığı ortadan kaldırılmaktadır. Oysa, günümüz dünyasında Türkiye’nin ihtiyacı, evrensel değerler üzerinde yükselen ulusal eğitimdir. Bu, toplumda var olan eşitsizliklerin giderilmesi, ülkenin ekonomik, sosyal, siyasal birliğinin sağlanması için temel zorunluluklardan biridir. Böyle bir eğitim sisteminin hayata geçirilmesi ise, neoliberal özelleştirme politikalarına son verilmesi ve eğitimi tüm halk için kamunun ele alması ile mümkündür.

AKP, aksi görüştedir ve doludizgin yürüyor.

Dış politikada, ABD’nin izinde ve ne koşulla olursa olsun Avrupa Birliği’ne (AB) girmek tutkusuyla çırpınırken eğitimde de dışardan pompalanan neoliberal telkinlere kucak açıyor.

Kimi örnekler, yeterli bir fikir veriyor.

 

Eğitimde bozguna doğru

Son yıllarda üniversite ve lise giriş sınavlarında sıfır alanların yekûnu, eğitimin “sorun” olmaktan “bozgun” olmaya doğru gittiğini gösteriyordu. O sıralarda Profesör İsa Eşme, eğitim sistemindeki çöküşün nedenlerini sıralarken (Cumhuriyet, 31 Temmuz 2004), eğitime kaynak aktarmada cimriliği sık sık değişen eğitim politikalarını, çağdaş olmayan öğretim yöntemlerini gösteriyor ve özellikle, “yetiştirmeci eğitim” yerine “yarışmacı eğitim”in sistemin omurgası olduğunu belirtiyordu.

Ona göre, yarışmacı eğitim, “sınava odaklı” eğitimdir. Bu eğitimde eğitim araç, sınav amaçtır. Bu eğitimde, heveslendirme yok; nedenlere inme, tartışma ve sorgulama, kendini ifade etme, anlama, yaratıcılık, eleştirici düşünme yok. Ne var? Olabildiğince test, sadece o var! Çocuklarımızı, işte bu teste dayalı sistem okullardan soğutmuş, yaratıcılıklarını, sorgulayıcı güdülerini ve özgüvenlerini köreltmiştir.

Sorumlu kim?

Elbette yalnız bu hükümet değil, 1946’dan bu yana yönetime gelen hükümetlerdir; ufku dar politikacılardır; eğitimde sorgulayıcı, araştırıcı yurttaş yerine “itaatkâr kul yetiştirme” hedefini benimseyen zihniyettir.

Profesör Eşme, “Ne yapılmalı” sorusunu şöyle yanıtlıyordu:

1. Bir eğitim seferberliği başlatılmalı;

2. Eğitime kaynak aktarılmalı;

3. Öğretmen yetiştirme daha ciddiye alınmalı;

4. Ezberci eğitim terk edilmeli;

5. Bunun sağlanabilmesi için de, eğitimin başına dini eğitim kökenliler değil, çağdaş eğitimi özümsemiş, eğitimde bilim ve aklın önemine inanmış, üretken, yetenekli eğitimciler getirilmeli;

6. Sınava odaklı eğitimin önlenmesi için ortaöğretim yeniden yapılandırılmalı!

Profesör Eşme’nin söyledikleriyle, “eğitimde reform” konusu daha da yerine oturuyor.

Bir de şunu hatırlatmalı: Eğitim, bir bütündür, reformu da öyledir, kendi içinde bölüp parçalanmamalı, oyuncak sanıp oyalanmamalı; öte yandan, eğitim, toplumun öteki sorunlarından, örneğin nüfusa istikrar getirmekten, sanayide olduğu gibi, tarımda kalkınmadan da bağımsız değildir.

Bu bütünü gözden kaçırmamalı!

Konumuza son verirken ne demeli?

 

Din oligarşisi’nin bir eseri

Yetiştirmeci yerine yarıştırmacı eğitimin, eğitim sisteminin omurgası haline gelmesi öğrenciyi okuldan soğutuyor.

Bahçeşehir Üniversitesi’nden Prof. Yılmaz Esmer ile ekibinin yaptığı 18 Ağustos 2007 günlü Milliyet’te bir araştırma, din, dindarlık, laiklik konularında, toplumumuzun gelip durduğu noktayı pek güzel gösteriyordu:

Örnekler şöyleydi:

- Dünyayı ve evreni anlayabilmek için din kitapları mı, yoksa bilimsel buluşlar mı önemli?

AKP’li seçmenlerin yüzde 59’u, MHP’li seçmenlerin yüzde 46’sı ve CHP’lilerin yüzde 1’i yaşadığımız dünyayı ve evreni anlamak için din kitaplarının bilim kitaplarından daha önemli olduğunu düşünüyordu.

4 Din ve dünya işleri kesinlikle birbirinden ayrılmalı mı, yoksa birbirinden ayrılamaz mı?

Seçmenler içinde AKP’lilerin yüzde 47’si, MHP’lilerin yüzde 28’i ve CHP’lilerin yüzde 10’u, “Din işleri ile dünya işleri birbirinden ayrılamaz” diyordu.

4 Ramazan ayında, lokantalar/yemek yenen yerler, gündüz açık mı kalmalı yoksa iftara kadar kapanmalı mı?

AKP’lilerin yüzde 53’ü, MHP’lilerin yüzde 30’u, CHP’lilerin yüzde 12’si, “kapalı kalmalı” diyordu.

4 Pek çarpıcı bir soru: Bir kadının plajda, havuzda mayoyla dolaşması günah mıdır?

AKP’ye oy verenlerin yüzde 83’ü “günah” diyor; bu oran, MHP’lilerde yüzde 63, CHP’lilerde yüzde 14 idi.

Araştırmada ayrıca şu iki sonuç: Her 4 seçmenden biri, Türkiye’nin AB’ye tam üye olup olmadığını bilmiyordu.

Tüm seçmenlerin yüzde 60’ı da, cumhurbaşkanının dindar olmasını önemli buluyor; yüzde 48’inin gönlünden geçen ad da Abdullah Gül’dü!

İşte 22 Temmuz seçmeninin davranış ve tercihlerini gösteren araştırmadan çıkan sonuçlar!

İktidar partisini yüzde 48 oyla öne çıkaran AKP’li seçmenlerin kafası pek güzel belli oluyor. Gerçi ta 1950’lerden gelen çaba boşa çıkmamış, ama çarpıcı olan “dinci oligarşi”, en başta eğitimi ele geçirirken, bütün bir topluma da el koymuştur; onu yaparken de, o eksik, özürlü ve yoz “çok partili düzenimizle”, demokrasiyi de ele geçirmiştir.

Peki ne yapmalı?

Toplumu da, okulu da kurtarmak...

Temel iki sorunumuz var: İktisadi ve sosyal kalkınmamızı gerçekleştirerek çağımızı yakalamak ve onun içinde, saygın bir toplum olarak yer almak; öte yandan, yalnız yasalardan oluşan bir sistem olarak değil, aynı zamanda bir yaşam biçimi olarak demokrasiyi kurmak, özgürlüğün nimetlerinden yararlanmak.

Her ikisi de birbirine bağlıdır bunların.

Ve her ikisini de gerçekleştirmek, yeni bir insan yetiştirmemizi gerektiriyor.

Bu insan, bireysel kurtuluşa değil, toplumsal kurtuluşa inanan; ilerlemeye ve geleceğe yönelmiş, geriye değil ileriye bakan; aklın ve bilimin öncülüğünü kabul etmiş, öyle olduğu için de sistemli düşünen, tartışan ve yaratan; barışa, emeğe, insan haklarına, hoşgörüye, demokratik değerlere baş köşede yer veren insan olacaktır.

Çağımızın fethine de bu insanla çıkacağız!

Ne var ki, yurdumuzda yürürlükteki düzen, bu idealin karşısındadır. Bu bir düzen de değil, ahtapottur aslında: Kimi kollarıyla, insanlarımızın boğazını sıkar ve toplumu onlar için bir cehenneme çevirirken; kimi kollarıyla, okuldan üniversiteye değin eğitim ve öğretimin bütün ocaklarını da kuşatmış, çocuklarımızın ve gençlerimizin çevresine karanlığın duvarlarını çekmiştir. Gittikçe boğucu hale gelen bu ortamda, genç kuşaklar, aydınlık yarınları yaratmanın bilgi ve becerilerini kazanamadıkları gibi, demokrasinin en sağlam güvencelerinden biri olan demokratik bir politik kültürü de özümseyemez durumdadırlar. Toplum bir cangıla dönmüş, okul anlamını yitirmiştir bir bakıma.

Toplumu da okulu da kurtarmak gerekiyor.

 

(Sürecek...)

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Türkiye Nereye Gidiyor? 10 Ağustos 2009
Masal ve Gerçek... 7 Şubat 2009

Günün Köşe Yazıları