'Para ile Kültür'ün Kavuşmasına Dair...

18 Ekim 2008 Cumartesi

Birbirinden nefret eden ama gene de yalnız yapamayan çiftler vardır yakültür ile paranın ilişkisi de onlara benziyor. Tarih, bu ilişkinin farklı boyutlarına tanık olmuş. Sanatçının, bilim insanının parayla ilişkisi pek parlak olmamış genelde. Yaşamlarını yoksulluk içinde geçiren sanatçıların yapıtları, ölümlerinden sonra büyük meblağlara alıcı bulsa da Ama, mutlu beraberlikler de yok değil. Rönesansla birlikte zengin ailelerinin sanata kültüre mesenlik yapması bir gelenek haline geliyor. 20. yüzyılda ise, para iki yoldan sanat dünyasının kapısını çalıyor, bir yandansanat piyasasıyaratılıp, sanat yapıtı değerli bir metaya dönüştürülürken, öte yandan kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması ve sinemanın devasa bir endüstri haline gelmesiyle, yükseksanatla fazla bir tanışıklığı olmayan geniş kitlelerin beğenisine hitap eden kitle kültürüsanat alanına egemen oluyor.

Paraya sahip olanların, kültür alanında da söz sahibi olmalarının tarihi çok eskilere, Rönesansın da ötesine, ortaçağa kadar uzanıyor. Kilisenin ve feodal beylerin güçlerini yansıtan bir araç oluyor sanat.

Sanayi devriminden sonra da, büyük sermayenin etkin bir tanıtım aracı olarak bu işlevini sürdürüyor. Elbette, siyaset de bu alandan yararlanmakta geri durmuyor. Faşizmden komünizme tüm ideolojiler kültür ve sanat alanını mutlak egemenlikleri altına almak için çaba sarf ediyor.

Tarihin çeşitli dönemlerinde, siyasi iktidarların sermaye ile tehlikeli ilişkilere girdiğini görüyoruz (Nazi dönemi bunun en tipik örneği). Siyasetle sermaye birbirinden bağımsız değil anlayacağınız. Gene de, sanatçı için sermayenin egemenliğinden daha büyük tehlikeler içeriyor siyasi iktidarla kurduğu ilişki. Bu yüzden de, tarih boyunca siyasi baskılardan kaçmak için sermayeye sığınan sanatçıların sayısı hiç az değil.

Günümüzde, sanata destek olma işlevini devlet ve özel sektör paylaşıyor. Kimi ülkelerde biri, kimilerinde diğeri önde gidiyor. Bazılarında ise, daha dengeli bir paylaşım söz konusu. Bizde, ibrenin her gün biraz daha özel sektörden yana kaymakta olduğunu görüyoruz. Avantajlarıyla, riskleriyle yaşamakta olduğumuz reel bir süreç bu. Şikâyet etmek yerine, sürecin daha sağlıklı, daha adil işlemesi için öneriler getirmek, “iyi örnekleri öne çıkarmak en akılcı yol gibi görünüyor bana.

***

İyi örneklerden bir bölümüne geçen yazılarımızda değinmiştik. Sabancı Grubu, Doğuş Grubu, Borusan, Yapı Kredi, Siemens, ENKA gibi kalıcı kültür kurumları oluşturan sermaye kuruluşlarının, sermayenin sanata ilgisini çekmekte öncülük yapan Eczacıbaşı Grubunun yanı sıra, önemli etkinliklere sponsorluk yapanlar var. Bu sponsorlukların bir bölümü, tarihi mirasımızın korunmasına yöneliyor. Koç (Akdeniz uygarlıkları), Kale Grubu (Troya kazıları), JTI (Hattuşa Rekonstrüksiyonu) şu an anımsayabildiklerim.

Borusan, Akbank, Doğuş Grubu, Denizbank, Milli Reasürans gibi klasik müziğe ciddi destek veren bir kuruluş da Tekfen.Tekfen 3 Deniz Filarmoni Orkestrasıile Akdenizden Orta Asyaya uzanan bir coğrafyadaki müzisyenleri bir araya getiriyor. Önümüzdeki günlerde, ilginç bir projeye daha imza atacak. Milli Marşımız için yapılmış tüm bestelerin seslendirileceği konserle müzik tarihimize ışık tutacak.

Kültür sanat alanında çok önemli yatırımlara imza atan bir kuruluşumuz da, Suna ve İnan Kıraç Vakfı (geçen yazımızda, Pera Müzesinde açılan Doğunun Cazibesi sergisinden söz ederken yanlışlıkla Sevda-Cenap And Vakfı diye belirtmişim). Vakıf, Pera Müzesi ve İstanbul Araştırmaları Enstitüsünden sonra şimdi de İstanbula büyük bir kültür merkezi kazandırmak için çalışıyor.

***

Madem para ile sanat ilişkisinden söz açtık, son günlerin çokça tartışılan bir olayına değinmemek olmaz. Yıl başında tedavüle girecek Türk Lirasında kültür hayatımızın çeşitli figürleri yer alıyor. Paraların üstünde yer alacak portreler, Yunus Emre ve Itri dışında pek bilinmeyen bilim ve sanat insanlarını kapsıyor. Tarihçiler, bilim ve sanat insanlarımız neden bu isim var da, şu isim yok gibisinden şikâyetlerini dile getiriyor. Hatta, paraile kültürün yan yana getirilmesine toptan karşı çıkanlar da var. İlk bakışta sempatik gelen bir tepki ama, ben daha gerçekçi olmaktan ve bu iyi niyetli yaklaşıma olumlu yaklaşmaktan yanayım. Keşke, Mimar Sinan da, Nâzım da, Halide Edip de, Yahya Kemal de, Orhan Veli de olsaydı bu listede.

Ama, neden o yok, bu yok demek yerine, daha temel bir şeyi tartışsak daha iyi olmaz mı? Bu isimleri kim seçti? Devlet memurlarından oluşan bir kurul mu, yoksa bilim ve sanat dünyamızın seçkin uzmanları mı? Kendi payıma, bunu bilmek isterim..

Bir başka bilmek istediğim nokta da şu: Madem hükümetimiz bilim ve sanat insanlarımızı paranın üstüne koyacak kadar kültüre önem veriyor, o zaman neden bütçede kültüre ayrılan ödenek artacağına azalıyor? Açıklanan 2009 bütçe taslağında ödeneği azaltılan üç bakanlıktan biri Kültür ve Turizm. Geçen yıl 826 milyon olan ödeneğin önümüzdeki yıl 725 milyona düşürülmesi öngörülüyor. (Bu arada Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesi 1 milyar 998 milyondan 2 milyar 264 milyona çıkarılıyor.)

Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu dersek; haksız mıyız ?

[email protected]



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yine de İyimserlik 10 Ocak 2009
Dün Yok mu? 3 Ocak 2009
Karadeniz'e Bir Yolculuk 27 Aralık 2008

Günün Köşe Yazıları