Barış yaşamdır!

05 Şubat 2018 Pazartesi

İki yıla yakın bir süredir OHAL koşullarında yönetilen Türkiye, bu yetmezmiş gibi, yine AKP iktidarının yanlış dış politikası nedeniyle, 20 Ocak’ta Suriye’de sıcak savaş ortamına sürüklendi. Zeytin Dalı adıyla başlatılan Afrin askeri harekâtı kaçınılmaz can kayıplarının yanı sıra, asıl zararını, önemli sorunları kamuoyunun dikkatinden uzak tutmakla veriyor.

Barış suçlanırsa…
Zeytin ağacı, mitolojide barışı simgeler. Bir taraftan harekâtın adını barışı çağrıştıran Zeytin Dalı koyacaksınız, bir taraftan da bu toplumun barış isteyenlerini acımasızca suçlayacak, terörist diyerek ezeceksiniz. Bu büyük çelişki yalnız ve ancak demokratik olmayan bir ortamda yaşanabilir.
AKP, 2017 anayasası ile oluşturduğu yeni yönetim yapısının -adını geçen hafta baş mimarının da kullanmaya başladığı için artık Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi- CHS olarak kesinleştirebiliriz- savaş ortamında da deneme sürüşünü yapıyor.
Tamamıyla siyasallaştırılmış olan hukuk kullanılarak barış isteyen kişi ve kurumlar baskı altına alınıyor; yöneticiler eliyle kişiler işlerinden kovuluyor; yandaş sermaye eliyle iyice bağımlı kılınan basın-yayın her olanağı kullanarak ve tarihi gerçekleri çarpıtarak savaş çığırtkanlığı yapıyor.
AKP ve destekçileri, barışseverleri terörist ve hain diye suçlarken çok daha fazlasını yapıyor; aslında barışı suçluyor. Savaş, ulusal kurtuluş elbisesi giydirilerek ve cihada yaslandırılarak o kadar kutsanıyor ki, savunan kimse kalmasın noktasına varan bir tutumla barış toplumun aklından tamamıyla çıkarılmak isteniyor.

Toplumsal yaşam nasıl olsun?
Barışı unutan toplum kimi çok önemli konularda tümüyle duyarsızlaştırılıyor. İşte size son günlerden üç örnek.
Geçen günlerde Sağlık Bakanlığı’na bağlı İstanbul Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde bir toplumsal hastalık olayı yaşandı. Yalnızca beş ay dokuz gün içinde 38’i 15 yaşından küçük olmak üzere 115 hamile çocuk ile ilgili bildirimin yapılmadığını, insan yaşamına duyarlı bir sosyal hizmet uzmanı İclal Nergiz açıkladı; gazeteci Dinçer Gökçe de haber yaptı. Ortada bir toplumsal yara vardı. İstanbul Valiliği’nin soruşturma izni vermediği hastane yönetimi, uzmanın yerini iki kez değiştirdi; şimdilerde de ona atanacak yer arıyormuş. Hamile çocuklar olayı yurdun her tarafında çok sayıda benzeri bulunabilecek bir olaydır. Eğer, doktorların yasal örgütü TBB görevini yapabilseydi, bu olay tüm boyutlarıyla açıklık kazanır, toplum da sosyal hizmet uzmanına ve gazeteciye hak ettikleri değeri verirdi.
Geçenlerde ilginç bir duyarsızlık örneği basınyayında yaşandı. Bir basın kuruluşunun iki çalışanı, işverenlerine, bir çalışma arkadaşlarının Saray tarafından istenmediğini iletiyor. Patron o gazeteciyi görevinden uzaklaştırıyor. Sonra ortaya çıkıyor ki, ortada bir kurgu var; Saray’ın o gazeteciyi istemediği tümüyle uydurma. Gazeteci işine dönüyor. İyi de ya o gazeteci Saray’ın yetkilisine ulaşamasaydı? Dahası, gazeteci hakkını sendikası ya da yargı yoluyla değil, Saray’a başvurarak arıyor. Bunda bir demokratik tuhaflık yok mu?
Yine geçenlerde bir spor kulübünün genel başkanlığına aday olduğu açıklayan kişi, Divan toplantısında kulüp yöneticilerinden birinin, tümüyle belgesiz ve çok ağır suçlamalarıyla karşılaştı; bir hukukun geçerli olduğu ülkelerde buna kişiliğin katledilmesi denir. Bu ülkede siyasi partilerde, sendikalarda dernek ve cemaatlerde çok sık görülen kişilik katliamları, giderek yaygınlaşıyor.
Kısaca bu ülkenin insanları, yalnız savaş meydanlarında can vermiyor; hukuk, özgürlük, ve barış olmadığından, kişilikler de, derin toplumsal yaralar açılarak her zaman yok edilebiliyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yerelde yeşermeli 25 Mart 2019

Günün Köşe Yazıları