Sevin, sevişin!

14 Şubat 2019 Perşembe

Tamam bugün 14 Şubat. Ve de kimsenin aşk meşk düşünecek hali yok.
Bakmayın yazının başlığına; sırf dikkat çeksin diye öyle koydum başlığı... Millet iş ve aş derdinde, “Sevgililer Günü” diye hediye mediye düşünecek hali yok kimsenin... Hırsızlar ve talana doyamayanlar, onlar vıcık vıcık tüketim yarışına devam edebilir elbet...
Tamam, daha bahara çok var... Tamam 31 Mart’a dek safi öfke, safi kin, safi düşmanlık, safi aptal yerine konma... Nereye baksanız haykıran, azarlayan, hakaret eden, sen düşmansın, sen vatan hainisin diyen adam...
Ve bende bir türlü dindiremediğim yazı yazma isteksizliği...
14 Şubat’ı bahane bilip, çoook önceleri yaptığım sayısız röportajda, bugün aramızda olmayan sevdiklerimin aşk üzerine söylediklerini toparlayıverdim. Parantezin içindeki, röportajı yaptığım tarihtir. Ve her satır başı önceki yazılarımdan alıntıdır... Sizleri gülümsetmek için, işte seçtiklerim:
Aziz Nesin: “Aşk ne midir? Hasanoğlu köyünün muhtarına sormuşlardı aşk nedir diye. ‘Oğlan bir kızı sever, ailesinden ister, vermezlerse, işte aşk olur’ demişti. Bence aşkın en güzel tarifi bu.” (1978)
Melih Cevdet Anday: “Bence tek anlaşma yolu var, o da kadınla erkek arasındaki aşk. İnsanlara verilmiş en büyük nimet, emeksiz aşktır. Kuşkusuz çalışa çabalaya aşk kurmanın da var olduğunu bilmiyor değilim... Ama inanın buna değmez. Aşk, nefes almak gibi olunca güzeldir.” (1982)
Azra Erhat: “Aşk, bence insandaki canlılık hücrelerinin maksimuma kadar canlanmasıdır. Aşk bir canlılıktır.” (1982)
Cemal Süreya: “Aşk meşru bir şey olmaz. O da şiir gibi meşrulaşınca ölür. Aşk da, şiir de uzlaşıcı olunca ölür.” (1983)
Haldun Taner: “En büyük aşklarımı çocukken yaşadım. On üç yaşımda âşıktım... Bazen fizik bir arzunun çok üstünde manevi uyuşmalar beni çeker, bazen cinsel duyguların hâkim olduğu, manevi uyuşmanın ikinci planda kaldığı serüvenler... Gerçek aşkı daha seyrek yaşadım.” (1983)
Salah Birsel: “Şimdilerde aşk da değişiyor. Bizim aşk dediğimiz şeyi, şimdi gençler, günlük olay, ne bileyim, sigara içmek gibi bir hale getirmişler. Böylesini yaşayamadığım için, daha güzel olup olmadığını bilemiyorum. Ben kendi dönemimin aşkından memnunum. Eskiden nasıl Göksu’da saatlerce kürek çekerlermiş, perdenin ardındaki bir bakış için, işte ben de gençliğimde saatlerce, İzmir’de, Alsancak’ta yürür dururdum. Her akşam saat sekizden ona... Ama sonunda o bakış var ya, obakış, öyle değerliydi ki...” (1983)
Abidin Dino: “Aşk, her yerde. Hele sanatçı olunca... Aşk, eski bir Anadolu geleneği. Anadolu hep aşkı sayıklamıştır... Güzel, bir resim, bir çiçek, bir kadın olabilir. Ve güzele âşık olunur.” (1983)
Fazıl Hüsnü Dağlarca: “Sevda mı? Üç dört kez geldi başıma. Hep çok yıprandım. Bütün şarkıları dinlerken ağlamaklı oldum. En adi şarkıları bile gerçek bulmaya başladım. Tanrı bir daha göstermesin! Ne dram ne dram! Gerçekleşen aşk düşleneni doldurmaz, hep dışarıda kalır. Yarası, gölgesinden çıkar. Mutlulukla biten aşka aşk denmez.” (1985)
Can Yücel: “Benim gördüğüm, aşk, sevmekten başlayan bir azgınlıktır. Okadar çok sevmek ve azmak lazımdır ki aşk için, hiçbir boğa seni tutamasın, hiçbir toreador sana kırmızı şal gösteremesin... Aşk kendine mahsus bir boğa güreşidir. Picasso dahi bunu çok iyi bilir.” (1988)
Ahmed Arif: “Seni bağırabilsem seni / Dipsiz kuyulara / Akan yıldıza / Bir kibrit çöpüne varana / Okyanusun en ıssız dalgasına / Düşmüş bir kibrit çöpüne. (...) Seni anlatabilsem seni... / Yokluğun,Cehennemin öbür adıdır / Üşüyorum, kapama gözlerini...” (1968-1988)



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları