Strasbourg’da bir akşam...

22 Aralık 2019 Pazar

Odyseé sineması

Türkiye’den bir isteğiniz var mı, gelirken ne getireyim diye sordum telefonda... Karşımdaki ses ciddi ciddi: “Türkiye’den tek isteğim var, laik ve demokratik bir devrim...” diye yanıtladı. Böylelikle Strasburg’da nasıl bir insanla karşılaşacağımı biraz anlamış oldum.

Faruk Günaltay’dan söz ediyorum... Avrupa’nın göbeğinde, “Avrupa’nın Başkenti” sayılan bir kentte, kültür bakanlarının yapması gerekenleri, kendi ekibiyle yapmayı yıllardır sürdüren insandan!

Ne zamandır duyardım, Nilgün Cerrahoğlu’nun güzelim yazılarından izlerdim, dünyadaki ilk “Türk Sinema Günleri”nin Strasburg’da Faruk Günaltay tarafından düzenlendiğini... Bu yıl 31. kez gerçekleşiyor. Yapımını İKSV’nin üstlendiği, Leyla Gencer belgeselimiz bu yılki “Türk Sinema Günleri”ne davet edilince, yönetmen Selçuk Metin’le birlikte soluğu Strasburg’da aldık. Önce kısa bir kısa bir anımsatma:

Sinema tutkunu, büyüdüğü Strasburg’da sinema eğitimi alan, sinema dergileri çıkaran, uzun yıllar Avrupa Konseyi Sinema Fonu Eurimages’ın Türkiye temslicisi olarak sinemamıza katkıda bulunan ve en önemlisi “Amerikan sinemasına değil; Amerikan Sineması hegemonyasına karşı olan” Günaltay, sadece Türk filmleri günleri düzenlemiyor. Avrupa filmlerine öncelik tanımakla başlayan etkinliklere Uzak Asya ülkelerinden, Latin Amerika’ya, dünyadaki farklı kültürleri buluşturuyor. Bir değil birkaç kültür bakanının işlevini görüyor demem boşuna değil.

Metin - Oral - Günaltay

Asırlık mucize


Filmimizin gösterileceği Odyssée Sineması bir mücevher. Mimari ve tarihi mücevher. Dünyadaki en eski ve hâlâ ayakta duran 6 sinemadan biri. (Ötekiler: Londra ve Brighton; Madrid, Saraybosna ve St. Petersburg’da) 1913’te inşa edilmiş, ilk film gösterimi 1914’te. Bu tarihten önce (1907’den beri) filmler birahanelerde, sirklerde ve randevuevlerinde gösteriliyor.

Tarih boyunca Almanlarla Fransızlar arasında gidip gelen Alsace bölgesinde bu mücevher sinema binası Almanlar tarafından Berlin Alexanderplatz’daki tiyatronun eşi olarak yapılmış. Adı da UT, yani Union Theater. 1. Dünya Savaşı bitince yeniden açılıyor. 2. Dünya Savaşı’nda kapanıyor. Nazi işgalinde “Soldaten Kino” SS’lerin sineması oluyor. Savaş sonunda, yalnız sinema değil, tüm yapılar yine Fransızların... Sinemayı belediye sahipleniyor. Çok perdeli sinemalar yaygınlaşınca, kapitalist düzene yenik düşüp 1986’da kapatılıyor. Ve işte Faruk Günaltay sahneye giriyor. Sosyalist belediye, kültürleri buluşturacak, ırkçılığa, ayırımcılığa son verecek projeyi destekliyor.

O gün bugün bir kültür merkezi işlevi gören sinemanın direktörü Faruk Günaltay. İlk iş sinemanın adını değiştiriyor. Jean Luc Godard’ın “Nefret” filminde Fritz Lang, “Odysée” adlı hayali bir film çevirir... İşte bu iki ustaya saygı olarak sinemanın adı “Odysée” oluyor.


Seyircinin çoğu Fransız


Asırlık mucize diye de adlandırılan sinemadan içeri girince salona hayran olmamak imkânsız. Sırma süslemeli sütunları, pırıl pırıl sahne ağzı, kırmızı kadife perdesi, kırmızı kadife koltukları, görkemli balkonu ve merdivenleri, kubbeli süslü püslü tavanıyla göz alıcı...

Leyla Gencer belgeselini izlemeye gelenlerin çoğunluğu Fransızlardı. Oysa Strasburg Türklerin Fransa’da en yoğun olduğu kentlerinden biri. Ama onlar ya Noel alışverişinde, ya tatilde ya da resmi temsilciler bu sinemanın muhalif tutumundan rahatsız. Çünkü bu sinemanın bir özelliği de insan haklarına, düşünce ve ifade özgürlüğüne öncelik vermesi!

Seyircinin çoğunun Fransız olmasına şaşmıyorum. Çünkü burası, sadece Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu, İnsan Hakları Mahkemesi ve daha nice uluslararası kuruluşun merkezi değil, sanat ve kültür kenti aynı zamanda.

Strasburg bir masal kent. Harika korunmuş. Zavallıların (!) bir gökdeleni, bir AVM’si yok. 450 bin nüfusluk kentte devlet opera ve balesi, devlet tiyatrosu, iki şehir tiyatrosu var. Yıllık bütçesinin yüzde 27’si kültür ve sanata ayrılıyor. Guttenberg, matbaayı burada keşfetmiş... 50 bin öğrencilik üniversitesiyle, 1945’ten bu yana tıp, kimya, fen ve ekonomi dallarında 5 Nobel kazanmış.

Gösterimden sonra Selçuk Metin’le birlikte soruları yanıtlıyoruz. Ve Türkiye’nin aydınlık, çağdaş, evrensel yüzünü paylaşabildiğimiz için bir kez daha Leyla Gencer’e, minnet duygularımızı iletiyoruz. Teşekkürler Faruk Günaltay! İyi ki varsın!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları