Feyzi Açıkalın

Kadın voleybolunun gericilikle imtihanı

15 Ocak 2020 Çarşamba

A Milli Kadın Voleybol Takımı’mızın 2020 Tokyo Olimpiyatları Avrupa Kıta Elemeleri’nde gösterdiği performans tüm ülkeyi heyecanlandırmaktaydı.

Aslında kadın voleybolunun, takımlar ölçeğinde alışılmış bir başarı grafiği vardı. Coşkunun nedeni Olimpiyata katılım hakkının ulusal düzeyde, ay yıldızlı forma altında ulaşılacak olması mıydı? Düz sporsever için öyle olmalıydı.

Futbol ile zoraki evlilik yapmış bazı spor medyasında ise tuhaf bir bekleyiş vardı. Devre arası olduğu için mahkum oldukları nasırı azmış, kılı dönmüş futbolcu haberi yerine, onlara nefes aldıracak kadın voleybolu öyküsünü sayfalarına taşımayı bekliyorlardı.

En ilginci sosyal medyaya taşınan heyecandı. Olimpiyat yılı olduğu için, oyunlara gitmeye hak kazanan ulusal sporcu haberleri art arda gelmekteydi. Ama kadın voleyboluna nasıl bir misyon yüklendiyse, Olimpiyata katılımın çok daha farklı kutlanacağı önceden belli olmuştu.

Kadın voleybolcuların olası başarısı tutulmuş nefeslerin, bastırılmış duyguların, yumulmuş dudakların salıverilmesine neden olacaktı. Voleybol bir spor olmaktan çıkmış, basbayağı sosyo-politik bir nitelik kazanmıştı.

Dahası, bir rövanşa hazırlanmış sıkılı kadın yumruğu gibiydi. Sanki ülkeyi yöneten gerici inanışın kadına biçtiği role aykırı nefis bir sahne oyunun sonuna gelinmekteydi. Sporcular repliğin dışına taşmış, yöneticiyi rahatsız edici başarılara koşmaktaydı.

Bir de, son yıllarda ülkede kadına artan şiddet belirgin şekilde artmıştı. Kadına şiddetin, işlenen cinayetlerin cezasız kalıyor kanısının getirdiği çaresizlik, belki de voleybol başarısı özelinde örgütlenmişti. Olimpiyat katılım hakkı geldiğinde artık spora içkin detaylar değil, modern, laik Türk kadınının uluslararası arenadaki başarısı öne çıkarılacaktı.

Nitekim öyle de oldu. Bizi nasıl bir ülke haline getirdilerse, bir sisteme oturtulduğu için artık kanıksanmış, aslında müthiş olan kadın voleybolu başarısını bambaşka boyutta kutluyorduk. Bu çağda, bizimle aynı performansı sergilemekte olan ülkelerde de, bir spor başarısı bu tür rövanşist söylemlere araç oluyor muydu?

Özelde voleybol, ülkeyi yöneten siyasi oluşum tarafından neden sevilmiyordu? O şahane fizikli insanların, kadınların şortlu görüntüleri miydi yalnızca onları rahatsız eden? Yoksa voleybol yayınlarının doğası gereği, sayı kazanıldıktan sonra ekrana yakın çekim gelen kucaklaşmanın, sevincin, yumak oluşun; bir tür kadın dayanışmasının kıskançlığı mıydı hissettikleri?

Yobazın kadınla olan derdinden bu ülke çok çekmiş. Yalnızca kısa süren Cumhuriyet Türkiye’sinde kavga biraz aralanmış olmalı. Tanıdığım iki kadından birisi o yıllarda doğup, büyümüş. 1945 yılında İstanbul’da hentbol maçlarına çıkmış. Şortlarla Cağaloğlu’ndaki okulundan Sirkeci’ye yürüyüp, vapurla karşıya geçerek Fenerbahçe stasında 19 Mayıs kutlamışlar.

Diğer, çok daha genç olanı ise Türkiye’de gericiliğin, militan faşizmin hızla yükselmekte olduğu 1973 yılında, ancak salon boşaltılarak voleybol maçına devam edebilmiş. Saldırgan erkek izleyiciler yüzünden dışarı giden topları alamadıkları bir Anadolu vilayet merkezi spor salonundan, neredeyse kaçarak çıkabilmişler.

Gericinin sporcu kadınla mücadelesi bugünlerde de, daha örtülü olarak da olsa sürüyor. Eğer voleybolun sistemi kurulmamış, başarı kesintisiz olarak uluslararası düzeyde gelmemiş olsa kesinlikle deneyecekler. Şimdilik güçleri yetmiyor. Bu gidişle de asla yetmeyecek…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları