Satrancı yeniden sevdiren kadın: 'The Queen's Gambit'

Walter Tevis’in aynı adlı romanından uyarlanan 7 bölümlük Netflix dizisi “The Queen’s Gambit” genç bir satranç dehasının hayatına odaklanıyor. Türkiye’de en çok izlenen Netflix dizileri arasına giren “The Queen’s Gambit”in odağındaki Beth Harmon’ı genç oyuncu Anya Taylor-Joy canlandırıyor.

Yayınlanma: 01.11.2020 - 15:12
Satrancı yeniden sevdiren kadın: 'The Queen's Gambit'
Abone Ol google-news

Gençlik yıllarında satranca bir süre kafayı takmış, Tepebaşı’ndaki Satranç Derneği’ne ara ara gidip, bir kaç turnuvaya katılmış biri olarak “The Queen’s Gambit”in beni özellikle cezbettiğini saklayacak değilim. Ama ilk yaptığım şey satrancı konu alan (ya da içinde satranç geçen) tüm film ve dizilere uyguladığım basit bir testti. Şöyle; satranca dair ilk öğrendiğim şeylerden biri tahtanın başına oturduğunuzda sağ alt köşedeki karenin beyaz olması gerektiğidir. Ve inanır mısınız bu ayrıntıyı öyle herkes bilmez ve izlediğim sayısız film ve dizide bu test çoğunlukla o dizi ya da filmi çekenlerin satrançla olan alakalarının ve satranca dair bilgilerinin gerçek bir göstergesi olmuştur. O kadar çok yanlış yakaladım ki geçen yıllar boyunca, bazı filmlerden soğuduğumu bile hatırlıyorum sırf bu yüzden. Ve fakat “The Queen’s Gambit”in 7 bölümü boyunca hemen her sahnede uyguladığım bu test bir kez bile yanlış çıkmadı ve bu da benim diziyi ayrıca sevmeme ve en azından işin bu kısmıyla ilgilenen kişi ya da kişileri özel olarak takdir etmeme sebep oldu. Bunu bir kenara koyalım öncelikle. 


POLGAR, FISCHER, KASPAROV VE DİĞERLERİ

Satranç meraklıları bana katılacaktır; kadın satranççı denince akla gelen ilk isim Macar Büyükusta Judit Polgar’dır. 15 yaşında Büyükusta ünvanını alarak o zaman için bir rekora imza atan (ki bir önceki rekor Amerikan satrancının en büyük efsanesi Bobby Fischer'a aitti) ve aralarında Kasparov, Karpov, Spassky, Carlsen, Anand gibi isimlerin de olduğu birçok şampiyonu yenme başarısı gösteren Judit Polgar Netflix dizisi “The Queen’s Gambit” için bir ilham kaynağı mıdır diye merak etmedim değil açıkçası, ama dizinin uyarlandığı roman 1983’te yayımlanmış olduğu için bu ihtimali hemen bıraktım bir kenara, zira Polgar Büyükusta olduğunda 1991 yılıydı ve roman çıkalı yıllar olmuştu. Zaten romanın yazarı Walter Tevis de ilham kaynaklarının Bobby Fischer, Boris Spassky ve Anatoli Karpov gibi isimler olduğunu açıklamıştı romanın önsözünde. Bu arada şunu da hemen not olarak düşeyim, Tevis 1984 yılında, yani romanın yayımlanışından bir yıl kadar sonra hayata veda etmiş, 56 yaşında. Ayrıca bilmeyenler için ekleyeyim, Walter Tevis başrolünü Paul Newman’ın üstlendiği “The Hustler” (ki bu da bilardo sporu üzerine yapılmış en etkileyici filmlerdendir) ve devamı niteliğindeki “The Color of Money” (bunda da Paul Newman başrolü Tom Cruise ile paylaşmıştı) filmlerinin kaynak romanlarının da yazarı. Tevis’in sinemaya uyarlanan bir diğer romanının da “The Man Who Fell to Earth” olduğunu söylersem belki kafanızda daha bütünlüklü bir portre oluşur.


TAHTADA VE DIŞINDA SOĞUK SAVAŞ

Deha ve bağımlılık ikilisi üzerine çokça kafa yorduğu belli olan Walter Tevis’in aynı adlı romanından uyarlanan “The Queen’s Gambit” küçük yaşta yetimhaneye verilen ve buradaki hademeden 9 yaşında satranç öğrenen Beth Harmon’ın hikâyesini anlatıyor. Tevis’in romanı yazarken önemli ilham kaynaklarından biri olan Bobby Fischer ve onun 1972’de Dünya Şampiyonluğu için Rus satranççı Boris Spassky ile yaptığı Dünya Satranç Şampiyonluğu ünvan maçı tarihteki en heyecan verici gerçek hikayelerden biridir şüphesiz. “The Queen’s Gambit” gerçi 50’li ve 60’lı yılları konu ediniyor ve elbette soğuk savaş zamanı olduğu için bu politik atmosfer de kendini alttan alta hissettiriyor. Fischer da bilindiği gibi soğuk savaşın etkisinden pek çıkamamış, akli dengesi gitgide bozulduğu gibi satrançta ona büyük zaferler getiren deha düzeyindeki zekası bir süre sonra akılalmaz komplo teorileri üretmeye başlamıştı. Neyse ki “The Queen’s Gambit” işin bu yanını çok fazla vurgulamak yerine daha çok bağımılık meselesi üzerine yoğunlaşmış ve çok daha doğru bir yaklaşımla merkeze bir kadını koyarak tüm hikayeye farklı bir ton kazandırmış. Özellikle romanın yazıldığı yıllarda ve öncesinde satrançta kadınların neredeyse hiç ciddiye alınmadığı düşünülürse Tevis’in herhangi bir erkek satranççı yerine Beth Harmon gibi kadın bir karakteri kahramanlaştırması o gün olduğu kadar bugün de son derece anlamlı. 90’lardan bu yana Judit Polgar önüne gelen erkek satranç ustasını yenerek cinsiyet eşitsizliği meselesini en azından satranç sporunda yerle bir etti belki ama başka birçok alanda bu eşitsizlik sürüyor ve böylesi ilham verici kahramanlara hala ihtiyaç var. Bu anlamda satrancı yeniden sevdiren kadın olarak gündeme gelen Beth Harmon birçok genç kadını ve erkeği bu spora yöneltecektir ve satranç muhtemelen yeni bir popülerlik kazanacaktır diye düşünüyorum. 


SATRANCIN ZİRVESİNDEKİ KADIN

Bert Harmon’ın satrançla tanıştığı yıllarda hemen hemen eşzamanlı olarak ilaç bağımlılığı edinmesi (kaldığı yetimhanede ona verilen haplarla başlayan bir alışkanlık) ve sonrasında alkol bağımlılığı ile bunu iyice ilerletmesi aslında dizinin ana çatışmasını oluşturuyor. Çok küçük yaşta annesini kaybeden Beth yetimhaneden sonra bir ailenin yanına evlatlık olarak verilir tüm enerjisini satranca vermeye başlar. Önce katıldığı okul turnuvasını kazanır ve ardından eyalet çapında bir şampiyonluk elde eder. Bu aşamada onun bu yeteneğini ve bu yeteneğin maddi kazanç boyutunu gören üvey annesi menajerliğini üstlenecek ve genç kızı birçok turnuvaya sokacaktır. Beth Harmon artık ABD çapında ünlenmiştir ve tek hedefi dünyanın en büyük satranç ustası olarak kabul edilen Rus (ya da Sovyet, tarih algınıza göre değişir) satranç şampiyonu Vasily Borgov’u alt etmektir. Toplam 7 bölümlük bir mini dizi olan (yani devamı gelmeyecek, boşuna heveslenmeyelim) “The Queen’s Gambit” dünya şampiyonluğu ünvan maçının yapılacağı gün başlıyor ve zamanda geri dönerek Beth’in çocukluğundan itibaren tüm hikayeyi kronolojik olarak anlatıyor. Dizinin işçiliği (sanat yönetimi ve yapım tasarımıyla dönem atmosferini yaratmadaki ustalığı) birinci sınıf doğrusu ve Tevis’in romanını senaryolaştırarak dizinin yönetmenliğini de üstlenen Scott Frank’in her iki alandaki mahareti de yadsınacak gibi değil. Tüm bunlara Beth Harmon’a can veren Anya Taylor-Joy’un müthiş performansı da eklenince ortaya tüm dünyada izleyicilerin favorisi olan bir iş çıkmış.


İster feminist bir okuma yapın isterseniz de bireyin kendi trajik varoluşunun üstesinden gelmek için verdiği mücadelenin bir izdüşümü olarak yorumlayın; “The Queen’s Gambit” hem ele aldığı meseleyi farklı boyutlarıyla izleyiciye sunan hem de bunun gerilimi, entrikası, duygusal iniş çıkışları gibi unsurlarını gerekli dozlarla veren birinci sınıf bir izlence. Bir oturuşta bitirmek de mümkün elbette ama biraz tadını çıkararak, arada bir kaç parti satranç oynayarak ve dizide adı geçen büyük satranç efsaneleri hakkında okumalar yaparak izlemek sanki çok daha keyifli olur, bizden söylemesi.





Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler