Kadına ‘kadın’ diyememek...

04 Mart 2021 Perşembe

Önceki gün Erdoğan, “İnsan Hakları Eylem Planı” açıkladı. Şöyle olacak, böyle olacak. Cek ve caklarla dolu temenniler listesini okurken bile benim yüzüm kızarıyor, insanlığımdan utanıyordum... Açıklanan “eylem planı” bence kendi başına bir utanç belgesi. “Hayret, meğer hak hukuk diye bir şey varmış!” diye keşfetmenin trajikomik, zavallı bir ifadesi...   Bundan böyle işkence ve kötü muameleye sıfır tolerans demek, bugüne dek bunlarsız edemedik itirafıdır. Gece yarısı ev baskınıyla, çoluk çocuğu korkutup kimse gözaltına alınmayacak demek, bugüne dek sırf kötülük olsun diye bunu yeğledik demektir! 

19 yıl iktidar ol, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyma, uymayacağım de, sonra, artık hak hukuk reformu yapacağız de! Kargalar bile gülüyor! 

İnsan Hakları Eylem Planı’nda okuduğum her madde, yaşadığımız iğrençliğe, baskıya, hoyratlığa, zulme ilişkin gerçekleri ifşa ediyor. Ayıptır! 

Benim asıl onuruma dokunan, hâlâ İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin tek laf edilmemesi. Ülkeye egemen olan kadın kıyımına karşı, kadın yine “eş” konumunda: “Eşe karşı işlenen suçlarla ilgili öngörülen ağırlaştırıcı sebep, boşanmış eşleri de kapsayacakmış.” Aman ne lütuf! 

8 MART YAKLAŞIRKEN 

Önümüzdeki hafta boyunca, ne çok hamasi laflar edilecek. Benimsemedikleri, savunmadıkları, inanmadıkları sözleri geveleyip duracaklar. Vaatlerde bulunacaklar. Ülkeyi yönetenler yine yalan söyleyecek... Sakın kanmayın!  

“Kadının anne ve eş sıfatıyla toplumda ulvi bir konuma sahip olduğunu” söyleyenlere; kadına kadın demekten korkanlara, kadına “bayan” ya da “hanım kardeşlerimiz” diye seslenenlere inanmayın!  

Kadının değer görmesi için anne, eş ya da bacı olması gerekmiyor. 

Kadın, sadece kadın olarak yeterince değerlidir. Nokta!

Televizyonlardaki tartışma programlarının takipçisi değilim; takip edenler en çok kadın tartışmacıların eksikliğinden yakınıyor. Kadın görünümünde olup kadın bilincinden yoksun olanları; kadınlar izlesin diye hazırlanan sözde kadın programlarını kastetmiyorum. Geleceğimize ilişkin iç ve dış politika konularının tartışıldığı programlardan söz ediyorum. Hele hele, kadınlar tarafından yönetilen bu tür programlarda farklı kadın bakış açılarına yer verilmemesi; konuşmacıların hep erkeklerden seçilmesi akıl alır gibi değil! 

MENEKŞE’NİN MEKTUBU 

Keşke hapishanelerden gelen tüm mektupları burada yayımlayabilsem. Ama imkânsız. Anladığım kadarıyla aynı tipte olan hapishanelerin de kendine göre kuralları var. Biri ötekini tutmuyor. 

Kocaeli 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nden Menekşe Tosun’un yazdığı mektup çok dikkat çekiciydi. (Mektup okuma komisyonuna teşekkürler: Beş satırlık “Görülmüştür” damgasını o güzelim karikatürün ve yazının üzerine hoyratça değil, boşluk kollanarak, incelikle basmışlar!) 

Menekşe’yi tanımıyorum. İfade biçimi dört dörtlük: Müthiş bir çelişkiye dikkat çekiyor. Hapisteki insanın kitaba gereksinimini vurguladıktan sonra bir gerçeği açıklıyor: Her iki ayda üç kitap alabilme hakları var. “Araştırma yapıyorum, on kitaba ihtiyacım var”, yok öyle şey, yasak!  

Çelişkinin asıl korkunç yanı şu: “Hapishane idaresi aracılığıyla herhangi bir yayınevinden para vererek sınırsız kitap alabilirim. Ama kapıdan ailem, arkadaşım yatırdığında/gönderdiğinde sadece 3 kitap alabiliyorum. Kitap fiyatları malum. Emekli çocuğuyum. Gelirim yok. Yani zenginsen istediğin kadar kitap alabilirsin. Yoksulsan 2 ayda bir aldığın 3 kitap neyine yetmez deniyor!”    

Hapiste bile ayrımcılık! Tanrı aşkına şu kuralın bir mantığı var mı! Ey okur, sen söyle! Menekşe’nin çizgilerinde dediği gibi: “Açın şu kapıları, kitaplar içeri girebilsin!” 

(Menekşe, yarın sana üç kitap yolluyorum. Balıkesir Cezaevi’nden, yine tanımadığım Halil sana da. Haberiniz olsun!)   



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları