Olaylar Ve Görüşler

2023 seçimleri ve sonrası üzerine - Nuri ALAN

29 Kasım 2021 Pazartesi

Demokrasi ittifakında yer alan altı siyasi parti güçlendirilmiş parlamenter sistemin kurulması için gerekli anayasa değişikliğinin ana ilkelerini saptamak amacıyla zaman zaman toplanıyorlar; aldıkları kararlar kamuya açıklanıyor. Açıklamalardan bugüne kadar alınan kararlarda oybirliği sağlandığı ve bu çalışma bittikten sonra ekonomi ile ilgili temel sorunların ve çözümlerinin belirleneceği anlaşılıyor.

Şimdiden başlayan bu çalışmalar demokrasi ittifakının seçimleri kazanacağı inancında olduğunu ve ciddi anlamda iktidara hazırlandığını gösteriyor; kamuoyu araştırmaları da bunu doğruluyor.

Seçimler ister öne alınsın ister zamanında yapılsın seçmen aynı gün sandık başına gidecek. Ancak bu uygulama cumhurbaşkanı seçimi ile milletvekili seçim sonuçlarının aynı yönde oluşacağı anlamına gelmiyor. Örneğin Cumhurbaşkanlığı seçimini A ittifakına mensup aday kazanırken, bu ittifak TBMM’de azınlıkta kalabilir veya çoğunluğu sağlamasına karşın anayasayı değiştirecek sayıya ulaşamaz. 

Bu incelemede demokrasi ittifakı adayının cumhurbaşkanlığı seçimini kazandığı var sayılarak Milletvekili seçiminde elde edebileceği değişik seviyedeki milletvekili sayısına göre oluşabilecek durumlar, özellikle yürürlükteki Anayasa hükümleri karşısında yasama ve yürütme organları arasında yetki paylaşımı ve bunun sonuçları tartışılacaktır. 

BİRİNCİ VARSAYIM

Demokrasi ittifakı Meclis’te çoğunluğu sağlamış ancak anayasayı değiştirmek için gerekli 360 milletvekili sayısına ulaşamamıştır. Anayasa değişikliği sağlanamayacağı için mevcut anayasa yürürlükte kalacak ve iktidar tarafından “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”, muhalefet tarafından “şahsım devleti”, “ucube sistem” olarak nitelendirilen devlet yönetim biçimi anayasa değişikliği sağlanıncaya kadar muhtemelen uzunca bir süre varlığını sürdürecektir. 

Meclis’in bu oluşumunda anayasanın değiştirilmesi muhalefet partileri ile uzlaşmayı zorunlu kılacaktır. Ancak bu uzlaşmanın seçimi kazanan ittifakın öngördüğü anayasa değişikliklerine ne dereceye kadar cevap vereceğini, ittifakın hangi konularda ödün vermek zorunda kalacağını şimdiden kestirmek mümkün değildir. 

Mevcut anayasa yürürlükte kaldığı sürece görev yapacak cumhurbaşkanının kişiliği çok önemlidir. Yeni cumhurbaşkanı tutanağını aldıktan sonra anayasanın verdiği tüm yetkilere sahip olacak ve yürütme görevini bu yetkiler temelinde tek adam olarak yürütecektir. Anayasa, cumhurbaşkanına tanıdığı güçlü yetkilerin dengelenmesini ve denetlenmesini sağlayacak bir yapıya sahip değildir. Dengeli ve sınırlı bir yetki kamu yararı gözetilerek kullanılırsa ülkeye hizmet imkânı verir. Denetimsiz, dengelenmemiş ve tek kişiye özgü bir yetki tehlikelidir, çekicidir, yapışkandır, şımartır, uyuşturur, gözünü karartır, benmerkezci yapar. Tarih, sınırsız devlet yetkisi kullananların yetkinin bu olumsuz etkilerinin güdümünde kendi ülkelerinde ve dünyada yarattıkları felaket ve yıkımlarla doludur. Bu bakımdan mevcut anayasa hükümleri içinde görev yapacak yeni Cumhurbaşkanının kendisine tanınmış olan yetkinin bu olumsuz etkilerine zaman içinde direnebilecek bir kişilik yapısına sahip olması gereklidir. 

Gerçekleşme ihtimali yüksek olan bu varsayımda devlet yönetiminde ve siyasette yeterli tecrübeye sahip, laik ve demokrat, adil, ayrımcılığı ve kayırmacılığı reddeden, farklı görüşleri dinleyip değerlendirebilen, uzlaşmacı, yanıldığında doğruyu bulabilen, benmerkezci ve kindar olmayan, olgun ve doygun bir cumhurbaşkanının yetkilerini “kamu yararını” gözeterek kullanacağı tabiidir. Bu halde rejimin sakıncalı yönlerinin büyük ölçüde törpülenmesi, toplumda oluşan ayrışmanın ve ekonomide yaşanan büyük tahribatın zamanla giderilmesi mümkün olabilecektir. 

İKİNCİ VARSAYIM

Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan ittifak TBMM’de çoğunluğu sağlayamamıştır. Çok sayıda siyasi partinin ve bağımsız adayın katılacağı Cumhurbaşkanlığı seçiminden farklı özgün kurallarla yürütülen, özellikle sandık sonuç tutanaklarının düzenlenmesinde ve birleştirilmesinde çeşitli riskleri bünyesinde taşıyan milletvekili seçimlerinde böyle bir sonucun oluşması mümkündür; ancak önümüzdeki seçimde gerçekleşme ihtimali zayıftır. Bununla birlikte, seçimlerle ilgili yasalarda yapılması beklenen değişiklikler ve ülkemizde seçim sonuçlarını tersine çevirebilecek beceriye sahip kurum ve kuruluşların varlığı da unutulmamalıdır. 

Bu varsayımda devlet yönetiminde ortaya çıkabilecek kargaşanın boyutlarını anlayabilmek için 2017 senesinde 6771 sayılı yasa ile yapılan anayasa değişikliğinde cumhurbaşkanına verilen ve yasama yetkisi içinde olan düzenleme yetkilerinin ve bunun sınırlarının saptanması gerekir. 

Cumhurbaşkanına Anayasa ile tanınan düzenleme (norm, kural koyma) yetkisi şunlardır: 

- Üst kademe kamu yöneticilerinin atanmalarına ilişkin usul ve esaslar (m. 104/9);

- Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının (doğrusu teşkilatının) kurulması (m. 106/son) Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenir. 

- Anayasanın 123. maddesinde, kamu tüzel kişiliğinin ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulacağı hükme bağlanmış iken 6771 sayılı kanunun 16/B maddesi ile kural değiştirilmiş, kamu tüzel kişiliğinin kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulması mümkün hale getirilmiştir.

Cumhurbaşkanına tanınan kural koyma yetkisine getirilen sınırlamalar Anayasanın 104/17 sayılı maddesinde gösterilmiştir. Aynen alıyorum: 

1- Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevler;

2- Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konular;

3- Kanunda açıkça düzenlenen konular Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenemez.

4- Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır. 

5- TBMM’nin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.

Cumhurbaşkanına tanınan kural koyma yetkilerinin ve getirilen sınırlamaların her biri bağımsız olarak değerlendirildiğinde içinde tereddüt yaratan, birbiri ile çelişkili görünen kurallar mevcuttur. Örneğin: Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konular dışındaki alanlarda cumhurbaşkanı düzenleme yapabilir mi?1 işaretli sınırlamadaki kuralın karşıt anlamından hareketle cumhurbaşkanının, Anayasanın ikinci kısım üçüncü bölümünde yer alan “sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler” konusunda kararname düzenleme yetkisi var mıdır?

Daha titiz bir inceleme ile çelişen ve çatışan, uygulamada tereddütlere neden olacak başka kurallar da bulunabilir. Bu konuda doğru bir sonuca ulaşmak için cumhurbaşkanına tanınan düzenleme yetkisinin ve sınırlamalarının bir bütün olarak ele alınması ve değerlendirilmesi gerekir. Böyle bir incelemede varılacak sonuç şudur: 

- Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenebilecek alanlar anayasada açıkça belirtilmiştir. Bu alanların dışında kararname ile düzenleme yapılamaz.

- Cumhurbaşkanına tanınan düzenleme yetkisi münhasır (Cumhurbaşkanlığına özgü) bir yetki değildir.

- Düzenleme konusunda son söz yasama organındadır: Anayasanın yedinci maddesi yasama yetkisinin asli sahibinin Türk Milleti adına TBMM’ye ait olduğunu söylüyor. Yukarıda4 özellikle5 işaretli sınırlamalardan açıkça anlaşılacağı üzere, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenmiş olan bir konuda daha sonra TBMM tarafından kanunla bir düzenleme yapılabilir ve bu durumda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz kalır. Böyle bir durumda cumhurbaşkanı kuşkusuz kanunu bir daha görüşülmek üzere Meclis’e iade edecektir. Meclis geri gönderilen kanunu üye tam sayısının salt çoğunluğu ile aynen kabul ederse Cumhurbaşkanı kanunu yayımlamak zorundadır (anayasa m. 89). Görüldüğü üzere kanunun kabulü salt çoğunluğu gerektirse de düzenleme konusunda son merci TBMM’dir.

Yürütmenin başı olan cumhurbaşkanı ile Meclis’teki çoğunluğun farklı siyasi partilerden oluşması halinde ortaya çıkabilecek çatışmanın nedeni Anayasada Cumhurbaşkanına verilen yetkiler konusunda, özde ve sözde yapılan yetersiz ve özensiz düzenlemedir. Bugüne kadar yürütme ile yasama organı arasında herhangi bir çatışmanın yaşanmamış olması, yürütme yetkisini kullanan cumhurbaşkanının aynı zamanda Meclis’te çoğunlukta olan siyasi partinin genel başkanı olmasından ve partisinin de genel başkanı ile tam uyum içinde hareket etmesinden kaynaklanmaktadır. Bu iki organ arasındaki kesintisiz ve kusursuz uyum, konuya çözüm getirebilecek yargısal ve bilimsel içtihatların da önünü tıkamıştır. 

Bu varsayımın gerçekleşmesi ve farklı görüş ve ilkeleri benimseyen organlar arasında uzlaşma sağlanamaması halinde, bugün büyükşehir belediye başkanı ile belediye meclisi çatışmasının çok ötesinde, ondan çok daha ağır bir durum ortaya çıkabilir. Bu çatışma bazı alanlarda kamu hizmetinin aksamasına, giderek yerine getirilememesine neden olabilir.

Yazıyı başlığının kapsamına uygun biçimde tamamlayabilmek başka konuların da incelenmesini gerektiriyor. Örneğin olağanüstü hali düzenleyen maddede (m.119) cumhurbaşkanına tanınan yetkilerin maksadı dışında, özellikle siyasi amaçlarla kullanılması mümkündür. Meclis’teki çoğunluğun cumhurbaşkanı ile aynı partiye mensup olması halinde Meclis’e verilen görev ve yetkilerin hangi yönde kullanılacağı, olağanüstü hal ilanı kararının anayasaya uygunluğu yönünden Meclis’in etkili bir denetim yapıp yapamayacağı soru işaretlidir. Üstelik olağanüstü hallerde çıkarılan kararnameler Anayasa Mahkemesi’nin yargısal denetimi dışında bırakılmıştır. Mutlaka ayrıntılı olarak incelenmelidir.

Keza cumhurbaşkanının mensup olduğu siyasi parti ile ilişiğini sürdürmesi yürürlükteki anayasa hükümleri ışığında değerlendirilmelidir. 

SONUÇ

Seçim sonrasında varsayım gerçekleşirse demokrasi ittifakını değişik konularda farklı ağırlıkta sorunlar bekliyor. Bir kısmının Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ve kararları ile düzeltilmesi mümkün. Ancak ekonomideki ağır tahribatın kısa sürede giderilmesi, düzeltmenin olumlu somut sonuçlarının ezilen sınıflara yansıtılması belli bir zamanı gerektirir. Bu bakımdan seçmenleri kısa süreli beklentilerin içine sokmamak, gerekirse onlara kendilerinin de desteğine ve katkısına ihtiyaç olabileceği anlatılmalıdır. Seçmen kısa vadeli çözümlere şartlandırılır ve sonuç alınamaz ise geleceğine sakladığı umudu söner; siyasete olan güvenini kaybeder.

10 Mayıs 1940 tarihinde Chamberlain yerine başbakan olan Churchill üç gün sonra avam kamarasında yaptığı ilk konuşmada milletine “kan, mücadele, gözyaşı ve terden başka vaat edecek hiçbir şeyi olmadığını” söylemişti. Kuşkusuz bugün yaşadığımız sorunları, İkinci Dünya Savaşı’nın içinde olan İngiltere’nin sorunları ile kıyaslamak ülkemize büyük haksızlık olur. Amacım, çözüm üretirken daha gerçekçi ve temkinli olmanın yararlı olacağını anımsatmak.

NURİ ALAN

E. DANIŞTAY BAŞKANI



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları