Hangi Sürdürülebilirlik: Büyüme mi, Yaşam mı?

Yayınlanma: 16.12.2010 - 07:15
Abone Ol google-news

Üçüncü binyıla girerken dünyaya sunulan en anlamlı yorum “bildik dünyanın sona erdiği” idi (Wallerstein). Ne var ki gelecek belirsizdi. Belirsizlik, dünya kamuoyunda önce bir umut ve merak, giderek ya da gelerek, bir kaygı ve korku kaynağı oldu. Neler oluyordu? Dünya nereye gidiyordu?

Dünyanın nereye gittiğine / gideceğine karar veren güçler, sorunu / çözümü “ekonomileri büyütmek” olarak gördüler ya da gösterdiler. Soğuk Savaş yılları boyunca büyümenin sürdürülmesi koşullarını “Roma Kulübü”yle aradılar. Sovyetler Birliği’nin ani dağılmasından sonra açıkladılar. Önce “ulus devletler ve planlı ekonomiler bitti” dediler. Ardından “Küreselleşen Dünya”da, yenimuhafazakâr’ların (neocon) tasarladığı “Serbest Pazar” dönemi başladı.

“Küreselleşen Dünya”
nın modern sonrası trenine atlayan kazanacak, kaçıran çağdışı kalacak, yok olacaktı. Çoğu ülkenin tercih hakkı yoktu. Evet ya da hayır. Başkan Bush ile Başbakanı Thatcher’in, IMF ile Dünya Bankası’nın, FedRes Başkanı Greenspan’ın, Fukuyama ile Huntington’un dünyaya verdikleri küresel tek reçete böyleydi. İletişim devrimiyle medyaya egemen plan G-sayılı güçler, bu politikaya karşı direnen görüşlerin kitlelere ulaşmasını engellediler. BM çağrıları, HABİTAT uyarıları, “refah toplumu” eleştirileri ciddiye alınmadı. Yeşilbarış’ın umarsız gösteri eylemleri magazin sayfalarına mizah konusu oldu.

Nasıl olduysa, 2007-2008’de patlayan Küresel Kriz, “Küreselleşen Dünya” söylemine birden son veriverdi.

Ulus devletler krizden çıkış yollarını ararken, “Küreselleşme” söylemi yerini “sürdürülebilirlik” tartışmasına bıraktı: “Büyüme mi, yaşam mı?” Hangi sürdürülebilirlik? Krizlere yol açan, yaşamküreyi tüketen bir büyümeye mi devam, yoksa doğa ile barış içinde uyumlu yaşamaya mı?

“Sürdürülebilirlik”
bayrağını taşıyan güçlerin etkili silahı olan teknoloji, iyi ya da kötü değil, insan yapısı bir iş / üretim aracıdır. Teknolojiyi kullanma amacı ise bir erdem ölçütüdür: Büyümek mi yaşamak mı? Savaş mı barış mı? Güç mü adalet mi? Evrim kuramı en güçlünün yaşadığını güçsüzlerin elendiğini söyler. Acaba bu ilke canlıüstü medeniyet ve kültürler için de geçerli mi? Güçlünün yargısına razı olursak, varlığın temeli olan adaletin gücü kalır mı?

Teknoloji almış başını gidiyor. Kültür geri kalıyor. İnsan, yarattığı teknolojiye gem vurabilecek mi? Sorun teknoloji değil, onu kullanan insanlar, toplumlar, endüstrilerde. Teknolojiyi nasıl kullanacağımıza hangi dünya gücü, nasıl karar verecek? Savaşa karşı barış isteyen, teknolojiyi evcilleştirmek yerine geliştiren, bu yarışta kimseden geri kalmamaya çalışan yine bizleriz. İntihar mı ediyoruz?

Acaba büyüyerek yok olmak ile büyümeden yok olmak arasında üçüncü bir varlık seçeneği bulunabilir mi? Diyalektik mantık, bulduğu çözüme “oluşum” (değişim) adını verdi. A ile A-olmayan dışındaki üçüncü hal (şık) A ve A-olmayan’ların “değişim”idir. Değişim ise zamandır. Zaman mekân kuramına göre, zamanımız üzerinde var olageldiğimiz yaşam-küreyle sınırlıdır. Çoğu bilge ve iktisatçıların, yer ve çevre bilimcilerin araştırma ve uyarılarına göre, mavi gezegende -yalnız Batı değil- medeniyet çöküyor.

Çağımızın ünlü iktisatçısı Galbraith’e göre vaatlerini yerine getiremeyen kapitalizm de, komünizm de başarısızdı. Dünyanın yeni bir düzene ihtiyacı vardı. İklim değişmesini unutun, sistemi değiştirin diyenler var. Ama sisteme de umut bağlanamaz çünkü değişen dünyada onlar da çağdışı kalabiliyor.

Gelişmekte olan Türkiye ne yapsın? Bilemiyorum. İçimden bir ses diyor ki daha yavaş büyürsek sanki daha uzun ömürlü olabiliriz. Kuşkusuz ilk 10’a giremeyiz ama gerilerde de kalmayız. Küresel değişim yavaşlıyor, yavaşlamak zorundadır. Yönümüz ne İran ne Turan, ne AB ne ABD, belki ABC olabilir. Ekranları kapatıp kitapları açarsak yolumuz aydınlanabilir.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler