60’ların Londra’sına Yolculuk: Dün Gece Soho’da

Dün Gece Soho’da, göz alıcı vitrini ve şatafatlı atmosferiyle şık bir ambalaja sahip, izlemesi keyifli, ancak...

Yayınlanma: 22.11.2021 - 14:26
60’ların Londra’sına Yolculuk: Dün Gece Soho’da
Abone Ol google-news

Kariyerine tür komedileriyle adım atan Edgar Wright, türler geçidine dönüşen yeni filmi Dün Gece Soho’da (Last Night in Soho) ile 60’lı yılların Londra’sına nostaljik bir yolculuğa çıkarıyor. Göz alıcı vitrini ve şatafatlı atmosferiyle şık bir ambalaja sahip olan film, ne yazık ki üslup kaygısıyla anlatı dinamiklerini gözden kaçırıyor.

Edgar Wright’ın, filmografisiyle kendisine özgü bir üslup geliştirdiği ve perdeye yansıyan görüntüyle seyircisini fazlasıyla mutlu ettiği bir gerçek. Shaun of the Dead (2004), The World’s End (2013) ve Baby Driver (2017) gibi filmlerinin ardından yine sinemasal referansı bol, türlerle bağı kuvvetli, stilize bir öykü anlatması boşuna değil. Ancak bu kez kâğıt üzerinde fazlasıyla ‘şık’ duran ve film noir’dan giallo’ya, slasher’dan doğa üstü gerilimlere değin bilhassa korku/gerilim türüne hâkim seyirciyi cezbedecek motifler barındıran fakat özü itibariyle içi hava dolu bir cips paketini andıran bir filme imza atmış. 60’lı yılların Londra’sı, gece kulüpleri, sanat dünyası, kadınları, erkekleri, kıyafetleri ve danslarıyla göz kamaştırıcı bir atmosfer kurgulayan Wright, tüm bunları yine o yıllara ait klasikleşmiş eserlerin ve kültürün dokusuyla yaratıyor ve filmini bir nakış gibi işlediğini hemen her sekansta hissettiriyor.

Öyle ki açılış sekansını, filmlerinin alameti farikası müzikleri eşliğinde Eloise’ın (Thomasin McKenzie) dansıyla yapan yönetmen, sanat yönetimiyle de karakterine dair ilk ipuçlarını seyircisiyle paylaşmaya başlıyor. İngiltere’nin taşrasında 60’lardan kalma bir odada, moda ikonu ve oyuncu Audrey Hepburn gibi giyindiğini gördüğümüz Eloise’ın, moda tasarımcısı olmak istediğini ve 60’lara ait her şeye büyük bir tutku beslediğini öğreniyoruz. Nitekim Londra Sanat Okulu’nu kazanıp Soho’da bir mahalleye yerleşmesiyle birlikte, filmin girizgahında kullanılan bu oda dekorunun hikâyenin tüm yapısını oluşturan iskelet olduğunu anlamamız çok uzun sürmüyor. Zira film ana karakterimiz Eloise’ın serüvenini günümüzde kurgularken, onun geçmişteki bağlantısı Sandie’nin (Anya Taylor-Joy) yolculuğunu 60’larda tasarlıyor. Eloise’ın okulda karşılaştığı kötü arkadaş ortamı klişesini kullanarak iki karakter arasındaki bağı kuran film, öykünün ve dolayısıyla Eloise’ın ihtiyaç duyduğu kırılmayı da sağlamış oluyor. Yurttan ayrılarak kendisine bir oda tutan Eloise, neon tabela ışıklarıyla aydınlanan odasında gördüğü rüyalarla Sandie ile bağlantıya geçiyor ve iki karakterin yaşantıları kesişmenin ötesine geçerek, iç içe geçmeye başlıyor. Eloise’ın rüyaları kabusa, hayalleri hayaletlere, filmin türü korkuya dönmeye başladığında ise yönetmen asıl niyetini açık ediyor.

Dün Gece Soho’da her ne kadar iki ayrı dünya tasavvur edilmiş olsa da tıpkı taşradaki odasında 60’larda yaşayan hali gibi, Eloise ile Sandie arasındaki geçişler bir süre sonra bulanıklaşıyor ve film aslında tek bir dünyada, 60’larda geçtiği hissiyatı yaratmaya başlıyor. İki karakter arasında köprü olarak aynaları kullanan film, aynadaki iki suretle bir tür Janus yaratıyor ve Eloise ile Sandie arasındaki karakter uçurumuyla da bu düşünceyi destekliyor. Biri utangaç diğeri özgüvenli, biri güçlü diğeri annesinin rahatsızlığı sebebiyle akıl rahatsızlıklarına meyilli, zayıf bu iki karakterin tek ortak paydaları ise toksik erkek imgesi oluyor. Günümüzde veyahut geçmişte, her yaştan her statüden kadının maruz kaldığı psikolojik/fiziksel şiddet unsuru, Eloise ile Sandie’yi birleştiren yegâne nokta oluyor ve hatta bu filmi izleyen bizlerin dahi, bir ‘samuray kılıcı’ yüzünden hikayeyle daha fazla yakınlık kurmamıza olanak tanıyan bir sembol haline geliyor.

Tuhaf bir biçimde, filmin kozu olması muhtemel bir simgenin, problemli damarına dönüştüğü yer de yine burası… Çünkü ana karakter olarak karşımıza çıkan Eloise’ın dışında, antagonist olarak izlediğimiz Jack (Matt Smith) ve hatta Sandie dahi tek boyutlu ve yeterince üzerinde düşünülmemiş izlenimi yaratıyor. Wright, filminin stiliyle ve referanslarıyla o kadar meşgul ki hikayesinin temellerini ve kinayesinin altını doldurması gerektiğini hepten unutuyor. Eloise, fantezi ile gerçeklik kıskancında ve iki hayat arasında sıkışıp kalırken, seyirci de türler ve referanslar arasında boğulup gidiyor; ne Eloise’la özdeşleşebiliyor, ne Sandie’nin motivasyonunu anlayabiliyor ne de final yüzünden Jack’e hak ettiği öfkeyi duyabiliyor. Anlatının geçişli yapısı, öyküde kafa karışıklığına yol açarken, seyircideki beyaz ve siyah ayrımını da grileştirmeye sebebiyet veriyor.

Şu bir gerçek ki Dün Gece Soho’da, müzikleri, görüntü ve sanat yönetimi ile hikayesine biçtiği dünyayla izlemesi keyifli bir film. Fakat daha fazlasını söyleyebilmek için Edgar Wright’ın paketin içiyle de ilgilenmesi gerektiğini hatırlaması lazım.

Puanım 6.5/10

Başak Bıçak – [email protected]


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler