İklim krizi siyasetin merkezinde
İklim krizi günümüzde siyasi gündemin tam ortasında yer alıyor. Artık siyasi yapıların takipçileri için çevreci taleplerde bulunmak bir hak olarak görülüyor.
Dünyanın dört bir yanından kuraklık, yüksek sıcaklık, sel, orman yangını, gıda sorunu ve enerji krizine yönelik haberler geliyor. Belki siz hâlâ temiz su ve gıdaya ulaşıp, sıcak evinizde “daha bu sorunlar benim kapıma dayanmadı” diyebilirsiniz. Öte yandan iklim krizi ülkeler üstü bir konuma sahip. Okyanusların asitlenmesi, insan sütünde mikroplastiğe rastlanması, eriyen buzullarla aktif olacak virüslerden kaynaklanabilecek yeni olası salgınlar, bu dünyada yaşayan tüm insanları etkileyen bir kapsama alanına sahip. Ne yazık ki söz konusu iklim krizi ise “aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor!” önermesi gerçekçi değil.
İklim krizinin neden olduğu fiziksel rahatsızlıklar dışında psikolojimize de yoğun etkileri var. Eko-anksiyete oranları giderek artarken, İsveç’te 1987 yılından beri aktif olan Çevre ve İklim Bakanlığı’nın göreve yeni gelen muhafazakar hükümet tarafından Enerji Bakanlığı’na bağlandığını duymak, pek iç açıcı bir haber değil! İçimizi açan şeylerin gerçekleşmesi için mücadele etmemiz gereken bir dönemden geçiyoruz. Yalnız Türkiye’de değil, dünyada birçok ulus ve topluluk yaşadıkları çevreye ilişkin aciliyeti tartışmaya açık olmayan sorunları duyurmak ve eylem çağrısında bulunmak için çabalıyor. Üstelik bu çabalar yeni de değil! 1960’lı yıllardan beri çevreye ilişkin araştırmalar, eylemler, hak arayışları, konferanslar, kamusal ve özel sektördeki düzenlemeler artan bir ivme kazandı.
İkinci Dünya Savaşı sonrası sanayinin yarattığı kirlilik, nükleer karşıtlığı, 1968 olayları, feminist hareket ve olanaksız politikaları derken çevreyi ele almadan bir hak talebinde bulunmak neredeyse imkânsız, ki olanaksız olması da tam beklenen bir durum. Çünkü şunu bilmemize karşın bazen gündelik hayatın koşuşturmasında unutabiliyoruz: İnsan olarak yaşayabileceğimiz tek bir dünya var. O da şu an ısınmaya devam ediyor.
EKOLOJİ VE SİYASET İLİŞKİSİ
Bireysel eylemlerimizin kolektifi yarattığı bilinciyle önce kendi yordamımızda değiştirdiğimiz minik düzenlemeler birikerek büyük olumlu etkiler yaratıyor. Plastik pipet istemediğinizi söylediğinizde, size bunu sunan satıcı bu eylemini değiştirmek zorunda. Çünkü İstek yoksa arz da olamaz. Ayrıca yalnız satın aldığımız ürünler de değil, gündelik yaşamdaki birçok alanda doğa dostu isteklerde bulunmalıyız. Kişisel olarak ülkemizdeki seçimler yaklaşırken bir seçmen olarak siyasi partilerin iklim krizinin yarattığı durumlara karşı ne gibi önlem paketleri olduğunu duymak istiyorum. Bunu duymak sizin de hakkınız, çünkü üzerinde yaşadığınız dünya dışında başka bir seçeneğiniz yok. Tam bu noktada “siyasi ekoloji” terimi devreye giriyor. Dünyaca tanınan sosyal kuramcılardan David Harvey’in 1993 yılında yayımlanan kitabı Çevrenin Doğası: Sosyal ve Çevresel Değişimin Diyalektiği’nde de vurgulandığı gibi “Çevre sorunlarını daha iyi kavramak istiyorsak ekoloji ve siyasetin nasıl bir ilişkisi olduğuna yakından bakmalıyız.”
Siyasi ekoloji denildiğinde bir başka önemli temsilci Gaia’yla Yüzleşmek: Yeni İklim Rejimi Üstüne 8 Ders kitabının yazarı Bruno Latour. Yakın bir zamanda ölen, bilim felsefesinin önde gelen isimlerinden olan Latour, üretim sorunu ve gezegenimizin yaşanabilir koşulları arasındaki ilişkiye dair Guardian’da yayımlanan bir söyleşinde “Bir şeyi değiştirebilseydim, üretim sisteminden çıkıp bunun yerine siyasi bir ekoloji inşa etmek isterdim” diyor.
Sosyal bilimlerin Nobel’i sayılan Holberg ödülünün (2013) ve Kyoto ödülünün – insanlığın bilimsel, manevi ve kültürel iyiliğine katkıda bulunanlara verilen Japonya’nın en büyük ödülü- (2021) sahibi olan Latour, aktör ağ teorisiyle de dengenin önemini vurgulamıştır. Aktör ağ teorisi basitçe nesneleri de sosyal yapının bir parçası olarak kabul eden bir teori. Bana kalırsa Şinto ile de yakın bir bağı var. Şinto’da yaratılışı bir bütün olarak görme eğilimi baskındır. Canlılar ve cansızlar hep beraberdir. Doğu merkezli birçok öğretide birleştirici ve dengeleyici bir yaklaşım mevcuttur. Müslümanlığın kabulünden önce Türklerin inanışlarındaki atalar kültü, tabiat kültü ve Gök Tanrı kültü de benzer bir anlatıyı barındırır.
ÇEVRECİ BİR CUMHURİYET
Siyasi ekolojinin tanımı henüz yapılmamışken Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk ise siyaseti ve ekolojiyi birbirinden ayrı tutmayan, zamanının çok ilerisindeki birçok projenin mimarıdır. 1937 yılında Patara kumulları ve ağaçlandırma projesi, 1930 yılında "çınar ağacı kesilmeyecek, bina kaydırılacak!" diyerek ağaçların varlığına olan saygısı ve daha nice yaklaşımı ile kendisi doğayla dengede bir yaşam nasıl kurulur sorusuna açık bir cevaptır. Cumhuriyetimizin 99. yılını kutlarken bir dileğim var: Umuyorum ki Cumhuriyetimizin 100. yılı tıpkı bir asırlık çınarlar gibi doğayla daha dengeli bir yaşamın öncüsü olacak!
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- Hamaney 'Suriye' sessizliğini bozdu!