Türkiye'nin ekonomik durumunu değerlendiren Prof. Dr. Ünal Zenginobuz uyardı: 'Ülke duvara çarpacak'

Prof. Dr. Ünal Zenginobuz, ekonomideki son gelişmelere ilişkin Cumhuriyet'e değerlendirmelerde bulundu. Boğaziçi Üniversitesi'ndeki Ekonomi Bölüm Başkanlığı görevinden uzaklaştırılan Zenginobuz, Türkiye'nin çok kötü bir enflasyon-ücret artışı sarmalına girdiğini belirterek şöyle konuştu: Diyelim berberde saçınızı kestireceksiniz. Borcum ne diye soruyorsunuz; 50 TL mi, 60 TL mi, 80 TL mi diyecek diye bekliyorsunuz. Hangisini söylese az mı çok mu değerlendiremeyeceksiniz!

Yayınlanma: 21.09.2022 - 04:00
Türkiye'nin ekonomik durumunu değerlendiren Prof. Dr. Ünal Zenginobuz uyardı: 'Ülke duvara çarpacak'
Abone Ol google-news

Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ünal Zenginobuz, 500 bin sosyal konut projesinde, toplama çıkarma düzeyinde bile bir planlama yapılmadan yola çıkıldığının anlaşıldığını vurgulayarak, “Bir ülke ekonomisinin işleyişi her türlü rasyonalite bir kenara bırakılarak tamamen bir kesimin siyasi amaçlarına göre yönlendirildiğinde o ülkenin duvara şiddetle çarpmaması mümkün değil” dedi.

Boğaziçi Üniversitesi’ndeki görevinden üç ay süreyle uzaklaştırılan Prof. Dr. Zenginobuz ile ekonomideki son gelişmeleri konuştuk.

- 2023-2025 dönemi ekonomik hedefleri kapsayan Orta Vadeli Programı açıklandı. OVP'deki bu ve diğer hedeflerin tutturulması mümkün mü, ne tür riskler görüyorsunuz?

Hazine ve Maliye Bakanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığının açıkladığı Orta Vadeli Program (OVP) belgesi nedir, nasıl hazırlanmıştır, kim hazırlamıştır, hazırlayanların donanımı nedir, hazırlanırken bir tutarlılık kaygısı güdülmüş müdür; içinde yazılan sayılar bir anlam ifade etmekte, iktisat bilimini bıraktım toplama çıkarma kuralları bakımından birbiriyle tutan sayılar mıdır, birbiriyle tutup tutmadığı kaygısı güdülmüş müdür?

Bu sorulara olumlu cevap vermek maalesef mümkün değil. O nedenle açıklanan OVP’nin detayları hakkında konuşmayı anlamlı bulmuyorum temel itibariyle. “Hakikat”ler konuşulmuyor çünkü ekonominin durumuyla ilgili.

Ekonomi her zaman doğası gereği siyasetle iç içedir. Ayrıca ekonomik veriler doğaları gereği çok net değildir. Örneğin enflasyon hesabının yapılması bir dizi varsayımı gerektirir ve bu varsayımları kendi siyasi yaklaşımınıza göre seçmeye çalışmanız bir ölçüde anlaşılabilir. Ancak Türkiye’de bu işin ucu iyice kaçtı. Siyasi iktidarın yürütmeyi kontrol etme gücünü kullanarak şeffaflıktan uzak yöntemlerle verileri kendi uygun bulduğu şekilde üretmeye başlamış görünmekte. Bugün TUİK’in enflasyon verilerine inanan var mı? TUİK enflasyonu ölçmeye değil, faiz sebep enflasyon sonuçtur talimatı çerçevesinde belirlemeye çalışıyor izlenimi veriyor. Yaptığı hesapları iktisatçılara göstermiyor. Tabii mızrak kılıfa sığmıyor. Herkes işlerini dürüstçe yapmaya çalışan iktisatçılar grubu ENAG’ın sayılarına daha fazla güveniyor. Sonra da tutup ENAG neredeyse vatan haini ilan edilmeye çalışılıyor.

Türkiye’nin azımsanamayacak bir devlet ve bürokrasi geleneği var. Bu yapılanlar bu geleneğe, bu birikime hakaret aslında. Devletin belirli bir düzeye gelmiş olan ekonomi politikalarına ilişkin karar alma ve icraat yapma kapasitesi ve bürokrasisi darmadağın edilmiş, kurumsal yapılar liyakatten uzak atamalarla tahrip edilmiş durumda. Merkez Bankamız bunun en başta gelen örneği. Siyasi iktidarın ekonomi politikalarını belirleme hakkı vardır, kendini seçen kesimlere karşı görevidir hatta. Ama bizde olduğu gibi bunu yer çekimini, toplama-çıkarma kurallarını yok sayarak, sadece iktidarınızı sürdürmeye yönelik olduğunu umduğunuz kararlarla yaparsanız, buna hükm-ü karakuşi denir. Size de yaramaz sonuç itibariyle. Tüm ülke zarar görüyor ve daha da görecek bu yaklaşımdan. Kendi iktidarınızı sürdürmeye, yaklaşan seçimleri her ne pahasına olursa olsun kazanmaya yönelik olarak hakikatlere yapılan müdahalelerin maliyeti hepimize çıkacak.

Bu tür verilerle oynama, kimsenin inanmadığı ve de ciddiye almadığı ekonomik planları tutmuş gibi göstermek için kaba güç kullanma bana Sovyetler Birliğinin ortadan kalkışını hatırlatıyor. İktidarınızı sürdürmek için ne kadar uzun süre gizlemeye, çarpıtmaya çalışırsanız çalışın, hakikatlerin er ya da geç ortaya çıkma huyu vardır. Bunun en geçerli olduğu alan da ekonomidir.

Her şeye rağmen OVP ile ilgili birkaç söz söyleyelim, rakamların üzerinden gidelim kısaca. 2023-2025 yıllarını kapsayan üç yıllık OVP döneminde milli gelirin ortalama yüzde 5,5 büyüyeceği, 2025 yılının sonunda enflasyonun yüzde 9,9’a ineceği öngörülmüş. Son olarak yüzde 10,1 olarak ilan edilen dar tanımlı işsizlik 2024’te yüzde 9,9 olacak denmiş. İçinde bulunduğumuz 2022 yılı sonunda 50 milyar doları bulması beklenen cari açık 2025 yılında 10 milyar dolara inecek ve 1 ABD doları da 2025 yılında ortalama 29 TL olacakmış..

Neresinden baksanız kendi içinde tutarlılığı olmayan, olsa olsa fantastik varsayımlarla rasyonalize edebileceğiniz öngörüler arka arkaya sıralanmış ilan edilen OVP belgesinde.

Milli gelirimiz için neden yüzde 5,5 büyüme öngörülmüş? Herhalde ekonomimizin potansiyel büyümesi o diye düşünülüyor ve daha aşağısı az görünecek. Tahrip ettiğimiz kurumsal yapılarla ve arttığına dair sağlam bir emare göremediğimiz verimlilik düzeyimizle yıllık yüzde 5,5 büyüme nasıl sağlanacak? Hem de şu an resmi rakamlarla bile yüzde 80’leri geçmiş olan enflasyonu da bu arada yüzde 10’a düşüreceksiniz.. Yani enflasyonu bastırırken ekonomiyi de küçültmeyeceksiniz. Bunu nasıl yapacaksınız? Meçhul.

Herhalde faizleri sopayla bastırırız, faiz sebep enflasyon sonuç teorimiz devreye girer ve düşük faiz enflasyonu düşürür, bu arada da düşük faizle beslenen inşaat sektörümüz de bizi büyütür.. Niteliği yüksek olmayan işgücümüzü istihdam edecek sektör olarak da inşaat ayrıca işsizliğimizi de düşürür (çok da değil, iki yılda sadece yüzde 10.1’den yüzde 9.9’a).. Hikaye bu olmalı.

HİKAYENİN GERÇEKLEŞME İHTİMALİ YOK

- Peki hikayenin gerçekleşme ihtimali nedir?

Bu hikayenin gerçekleşme ihtimali nedir? Yoktur. İnşaat ve benzeri sektörlere dayalı bir büyüme en gelişmiş ülkelerde bile krizle sonuçlanırken bizde de çalışmayacaktır (2008’de ABD’deki konut kredisi temelli krizi, İspanya’nın ve İngiltere’nin aynı kriz sürecinde yaşadıklarını hatırlayalım).

Son 3-4 yıldır ilan edilen OVP’lerin hepsinde bir sonraki yıl bir önceki programın büyüme ve enflasyon öngörüleri tamamen sapıyor. Bu şartlarda OVP ilan etmeseniz daha iyi. Peki neden böyle şaşaalı bir şekilde OVP’ler ilan ediliyor?

Çünkü piyasa ekonomilerinin çalışması için ileriyi öngörmenin, yatırımcılara bununla ilgili sinyal vermenin önemi var; onu yerine getirecekler. Makro ekonomik istikrar çok önemli diye duyulmuş, herkes biliyor artık. Ama ekonominin geneliyle ilgili tüm güven mekanizmalarını yok ettiğiniz bir ortamda, kimin hangi liyakatle hazırladığı belli olmayan bir belgenin hiçbir inandırıcılığı yok, faydası da olmayacak. Sokaktan çevireceğiniz, ülke ekonomisini biraz takip eden herhangi bir vatandaşın verebileceği rakamları alt alta koyunca sadece dostlar alışverişte görmüş olur. Ben akademik bir iktisatçı olmama rağmen uzmanı olmadığım makro ekonomi, para politikaları vb konularda laf etmeye çekinirken, aslında etmemem gerekirken; yer çekimini, toplama çıkarma kurallarını yok sayarak ülke ekonomisinin yönetilebileceği kanısında olanlar siyasi talimatlar doğrultusunda birtakım belgeler oluşturuyorlar. Kontrol edilen medya yoluyla, propaganda yoluyla bu belgenin inandırıcı kılınabileceğine, ekonomi politikalarının sadece iktidarın kaba gücü fütursuzca kullanılarak uygulanabileceğine inanılıyor.

Bu gerçekleşmeyecek tabii. OVP’deki öngörüleri desteklemek yönelik olarak enflasyonla ilgili beklentiler hakkında piyasa katılımcıları anketini ne şekilde yeniden düzenlerseniz düzenleyin ekonomide temel güveni tesis edemediğiniz takdirde hiçbir yere varamazsınız. Merkez Bankasının 2022 Eylül Ayı Piyasa Katılımcıları Anketine göre katılımcıların yıl sonu dolar beklentisi bir önceki ay 19,65 TL iken son ay 19,51 TL’ye düşmüş. 2022 yılı sonu için enflasyon beklentisi yüzde 70,6’dan yüzde 67,732’ye, TÜFE’de artış beklentisi 12 ay sonrası için yüzde 41,99’dan yüzde 36,73’e, 24 ay sonrası için ise yüzde 24,35’ten yüzde 20,63’e gerilemiş. Büyüme beklentileri ise 2022 sonu için bir ay önce yüzde 3,7 iken bu ay yüzde 4,8 olmuş. Peki nasıl ve neden olmuş bu göstergelerdeki iyileşme? Aynı kişiler mi katılmış ankete? Gelen değerlendirmeler ne şekilde katılmış ortalamalara? Bir defa güveni kaldırırsanız, yayınladığınız her bilgi için aynı inandırıcılık sorunu olacaktır. Olması da çok doğaldır, güven böyle bir şeydir çünkü.

Halbuki Türkiye’nin bu tür bir güveni tesis edebilecek çok güçlü makro iktisatçıları, parasal iktisatçıları, uzmanları, bürokratları var. Öyle bir ekibin şu an iktisat politikasının belirlendiği kurumlarda barındırılmadığı, yakınından geçirilmediğini ise bilmekteyiz.

YATIRIM DÜŞÜNEN YOK

- Ekonomi çok zor bir dönemden geçiyor, her gün yeni önlemler açıklanıyor, bunlar sorunları çözmeye ne derece etki ediyor?

Herhangi bir modern ekonominin işleyişi için olmazsa olmaz koşul olan temel güven unsuru Türkiye’de ortadan kalkmış durumda. Temel güvenden kasıt, özel mülkiyete dayalı bir piyasa ekonomisi için olmazsa olmaz koşul olan hukukun üstünlüğüne; devletin yatırımcılar olsun, müteşebbisler olsun, tüketiciler olsun piyasa aktörlerine kanun ve kurallar çerçevesinde eşit davranacağına olan inanç. Bireylerin girişimciliği ve inisiyatif ve risk alarak hareket etmelerine dayanan piyasa ekonomisinin, olduğu kadar faydasının tezahürü için içgüdüsel hale gelmesi gerekir bu temel güvenin.

Geldiğimiz noktada temel mülkiyet hakkı konusunda bile tereddütler doğmuş durumda. Devletten, iktidardan icazet almadan iş yapabilen, yatırım düşünebilen iş insanı var mı şu an ülkemizde?

Halbuki serbest piyasa ekonomisinin faydalı kısmı için piyasaların işleyişine devlet müdahalesinin mümkün olduğu kadar az olması ve olduğu zaman da herkese eşit mesafede yaklaşılması gerekiyor.

Şu an Türkiye’de serbest piyasa koşullarının sağlanması konusunda 1980’in gerisine, 70’lere dönmüş durumdayız. Seçim öncesi büyümeyi arttırmak için talimat verilerek politika faizi indiriliyor; bu dövizi patlatınca ihracatçılara kazandıkları dövizin önce yüzde 25’ini mutlaka bozdurmaları emrediliyor, yetmiyor oran yüzde 40’a çıkarılıyor. Bankalara kredi verin, vermeyin talimatları, verilen kredilerin nasıl kullanılacağına dair bir dizi alengirli düzenlemeler, döviz çok artmasın diye bozdurtulan ihracatçı dövizlerinin arka kapıdan satılması; ekonomide iyi bir haber çıksın diye BİST’i yükseltmeye yönelik manipülasyon görünümlü müdahaleler; 2022 yılının ilk yedi ayında 36 milyar doları bulan cari açığın üçte ikisi olan 24 milyar doların ülkeye nasıl girdiği belli olmayan net hata ve noksan kaleminden olması, bu dövizin bir dizi piyasa dışı ve şeffaflıktan tamamen uzak dış politika manevralarıyla geldiğine dair karineler..

Bütün bu yukarıdakiler serbest piyasa şartlarından ne kadar uzaklaştığımızın göstergeleri.

Diğer taraftan, piyasaların kendi başlarına yarattıkları eşitsizlikleri düzeltmek için mutlaka gerekli olan kamu sosyo-ekonomik politikaları ise kayırmacı uygulamalar sonucu vatandaşa hizmet odaklı olmaktan çok siyasal iktidarın kendi devamlılığını sağlamasına hizmet edecek şekilde kurgulanıyor ve uygulanıyor.

En son örneği zamanlaması ancak içine girdiğimiz seçim dönemiyle açıklanabilecek olan 500 bin sosyal konut projesi.

TOPLAMA ÇIKARMA DÜZEYİNDE BİLE PLAN YAPILMADI

- 500 bin sosyal konut projesinde ne tür eksikler riskler var?

Hangi hesapla, neye dayanarak kurgulandığı belli olmayan, kimin ne kadar ödeme yapacağı ne kadar vadede faydalanacağı öngörülemeyen bir girişim. İlan edildiği kadarıyla bu girişimin tek somut tarafı, aynı düzenlemeye eklenerek hemen satılması planlanan kamu arazileri. Derhal gelir getireceği için bütçeyi kısa vadede rahatlatacak o satış sürecinde neler yaşanacağı ise içinde bulunduğumuz güvensizlik ortamında ve siyasi kayırmacılık iddiaları altında çok düşündürücü maalesef.

Benim uzmanlık alanım kamu iktisadı ve bağlantılı olarak kamu maliyesi. Bu tür bir kamu girişiminin öncelikle fayda/maliyet analizinin yapılması, bütçe üzerindeki kısa, orta ve uzun vadeli etkilerinden başlayarak bir dizi değerlendirilmeye tabi tutulması kamu maliyesinin abecesinde yer alan hususlardır. Maalesef geldiğimiz noktada bu 500 bin sosyal konut projesi hakkında bıraktım ayrıntılı iktisadi analizleri, toplama çıkarma düzeyinde bile bir planlama yapılmadan yola çıkılmış olma ihtimali çok yüksek. Ekonomi politikalarıyla ilgili tüm kararlar iktidarın önümüzdeki yıl yapılacağını umduğumuz seçimleri kazanmasına yönelik hale gelmiş durumda, göründüğü kadarıyla.

Siyaset tabii ki ekonomik kararları etkileyecektir, ama ekonominin işleyişinin her türlü rasyonalite bir kenara bırakılarak tamamen bir kesimini siyasi amaçlarına göre yönlendirilmesi sonucunda bir ülkenin duvara şiddetle çarpmaması mümkün değil.

ENFLASYONDA ÇOK KÖTÜ BİR SARMALA GİRDİK

- Enflasyonda önümüzdeki dönemde ne tür riskler var, nereye kadar çıkabilir, enerjiye yakın zamanda ciddi zamlar geldi, vatandaşı nasıl günler bekliyor?

Enflasyon konusunda çok kötü bir sarmala girmiş durumdayız. Türkiye’nin 1970-2000 yılları arasında bir türlü kurtulamadığı, zaman zaman kontrolden çıkan yüksek enflasyon dönemlerini çok iyi hatırlıyoruz. Hiçbir zaman şu anki kadar şiddetli bir enflasyon dinamiği yaşanmadı bu ülkede. Bir şey almaya gidiyorsunuz, ya da diyelim berberde saçınızı kestireceksiniz. Borcum ne diye soruyorsunuz berberinize saçınızı kestikten sonra ve merakla bekliyorsunuz; 50 TL mi diyecek, 60 TL mi diyecek, 80 TL mi diyecek diye. Hangisini söylese az mı çok mu değerlendiremeyeceksiniz! Geçen defa kaç para verdiğinizi de unutmuş durumdasınız, her şeyin fiyatı baş döndürücü bir şekilde değişmiş durumda 2-3 ay içinde.

Fiyatların böylesine anlamını yitirdiği bir ortamda piyasa ekonomisi çalışamaz. Fiyat mekanizması her şeyidir piyasa ekonomisinin. Neyin değerli neyin değersiz olduğunu, yatırımcıların, müteşebbislerin ne üretirse alıcı bulacağını ne üretirse bulamayacağını mal ve hizmetlerin görece fiyatları söyler size. O metrenin doğru ölçmesi lazım ki doğru mal ve hizmetler doğru miktarlarda üretilsin, tüketilsin. Yoksa neden katlanıyoruz özel mülkiyete dayalı, kendi başına bırakıldığında büyük sosyal eşitsizlikler üreten piyasa ekonomisine? Genel fiyat düzeyinin, yani serbest piyasadaki metrenin, bozulmamasına bu kadar önem verilmesinin nedeni budur ve gerçekten çok önemlidir.

Türkiye şu an bir ücret-enflasyon sarmalına girmek üzeredir, hatta girmiştir bile denebilir. Aşırı enflasyon seçim öncesi ücret artışlarını gerekli kılmakta, artan ücretler artan fiyatlarda alışverişi devam ettirmekte, artmaya devam eden fiyatlar bir tur daha ücret artışı gerektirmekte ve seçim ortamında karşılık bularak tekrar aynı döngü başlamaktadır. Burada tabii ki okkanın altında kalacak olanlar sabit gelirli olup aldığı ücreti, maaşı kendi belirlemeyen çalışanlar, emekliler olacaktır. Enflasyon yüzde 100 iken yüzde 50 zam almanızın hiçbir anlamı yoktur; alım gücünüz ciddi oranda azalmıştır, ciddi bir zam almış olmanıza rağmen. Bu noktada resmi enflasyon rakamlarının önemi de ortaya çıkıyor tabii. Gerçekte yüzde 100’ü çok aşan enflasyonu yüzde 80 ilan etmenin yolunu bulursanız sorunu kontrol altında tuttuğunuz düşünüyorsunuz, ama olan sabit gelirliye, maaş artışı ilan edilen enflasyona bağlı olan emekliye oluyor. Tabii bir de zaten çok kötü durumda olan ekonomi politikalara güveni daha da aşağıya çekiyorsunuz, genel ekonomik görünüm daha da bozuluyor.

- Enflasyonla mücadele için asıl atılması gereken adımlar hangileri?

Enflasyonu nasıl kontrol edebileceğinizi görmek için öncelikle neden ortaya çıktığını, ekonominizin nasıl enflasyon ürettiğini iyi teşhis etmeniz gerekmekte.

Bu konuda uzman değilim, ama şu kadarını söylemek mümkün. Türkiye ekonomisinde üretim büyük ölçüde ara malı bakımından ithalata bağlı, o da döviz demek. Döviz kurundaki TL aleyhine bozulmalar hemen maliyet enflasyonu olarak yansıyor ve bu kur-maliyet geçişkenliği yüksek Türkiye ekonomisinde. Türkiye’de enflasyonun kontrol altına alınabildiği 2001 sonrası döneme baktığınızda bunun önemli ölçüde düşük kur sayesinde olduğunu görmekteyiz. Düşük kur ise, ithalat bağımlılığınız sürdüğü sürece, ancak dışarıdan bol döviz girişiyle mümkün. 2000’lerin başında Türkiye’de düşük kur gerek dünyadaki likidite bolluğu gerekse Türkiye’nin o sırada uyguladığı ekonomi politikalarının iç ve dış yatırımcıya verdiği güven nedeniyle mümkün olmuştu.

O politikaların en temel özelliği ise, bugün tamamen uzaklaştığımız basit ve temel bir husus olan ciddiyet özelliğiydi! Sıkı para politikası, belirli yapısal reformların ekonominin temel yapısını değiştirebileceği izlenimi, Türkiye’nin AB’ye katılım sürecine girmesi; bunların hepsi bir araya geldi ve o dönemde hem yüksek büyüme oranları hem de enflasyonun düşürülmesi birlikte sağlanabildi. Ama Türkiye ekonomisinin üretim için döviz bağımlılığını azaltacak dönüşüm sağlanamadığı için değirmenin dışarıdan gelen suyu azaldığında, yani döviz kıtlığı başladığında enflasyonist baskılar da tekrar baş gösterdi. Son bir yıldır içinde bulunduğumuz irrasyonel ekonomi politikaları da üzerine tüy dikmiş oldu ve Türkiye ekonomisine olan güvenin çok büyük oranda azalmasının da büyük katkısıyla bugün döviz (dış ödemeler) krizi tehlikemiz yok diyemediğimiz bir noktadayız.

Enflasyonu azaltmanın acı içermeyen bir reçetesi var mıdır, varsa nedir, ben bilmiyorum, bilen iktisatçı olduğunu da sanmıyorum. Konu kısa vadede mutlaka küçülme içerecektir ve farklı toplu kesimlere az ya da çok zarar vermek durumunda olacaktır. O sırada koruyucu sosyal politikaların mutlaka devreye girmesi, en çok etkilenecek dar ve sabit gelirlilerin enflasyon sarmalı yaratmayacak şekilde alım gücü bakımından ortada bırakılmaması gerekmektedir. Bu imkânsız bir şey değildir. Zarar görece kesimleri korumaya niyetiniz olmasını gerektirir. Enflasyonu indirmeye yönelik ekonomi politikalarını kötü etkilenecek kesimleri koruyacak sosyal politikalarla bir arada yürütecek teknik donanımlı, yetkin iktisatçıları vardır Türkiye’nin. Yeter ki niyet olsun, en başta ciddiyet olsun.

Türkiye ekonomisi için enflasyon sorununu tamamen ortadan kaldırmanın, orta ve uzun vadede verimliliği yükseltmek ve bu yolla üretim için dövizin yarattığı baskıyı azaltmaktan başka çaresi ise görünmemektedir. Uzun vade bakımından verimliliğin artması, nitelikli iş gücünü arttıracak eğitim reformundan ve onun getireceği zengin boyutlu üretim artışından geçecektir. Tüm bunlar ise maalesef kolay ve çabuk gerçekleşecek işler değildir.

MALİYETİ YURTTAŞ KARŞILAYACAK

- Merkez Bankası'nın son faiz indirimi kararı, sonrası kurda ciddi artış oldu, böylesi yüksek enflasyon ortamında, kriz döneminde bir faiz indirimi gerekli miydi, piyasa beklentilerinden uzak bu tür kararları nasıl okumak gerekiyor?

Faiz indirimleri geçen yıl başladı. Bir tarafıyla ideolojik saplantıya dayalı bu yönelim, diğer tarafıyla 2023 yılında yapılması beklenen seçimler öncesi iktidarın ekonomide büyümeyi sağlamaya, devam ettirmeye yönelik tek bildiği araç. Büyük ölçüde inşaat sektörüne dayalı AKP büyüme stratejisi için elzem bir şey olarak göründü düşük faiz, anlaşıldığı kadarıyla. İdeolojik saplantının maddi temeli buydu.

Tabii düşük faiz bir tarafıyla yatırımı, ekonomide hareketi ve bereketi, özellikle inşaatta, arttırmakta. Ama faiz politikası tek başına duran bir şey değil ekonominin genel gidişatı içinde. Faizin indirilmesinin dövize yapacağı etkiyi gören iktisadi aktörler hemen genel makro ekonomik koşulların bozulacağını öngördüler. Yani düşük faiz politikası AKP iktidarının ülke çıkarlarını düşünmekten önce kendi bekasını düşünmeye yöneldiğinin göstergesi oldu. Dövizin bu şartlarda patlamaması imkansızdı.

Bunun üzerine şapkadan kur korumalı mevduat tavşanı çıktı. Aslında bu yapılan tavşan çıkarmak da değil, doğrudan iktidar gücünün kötüye kullanımını içeren bir zorlama. Ne kadar büyük bir maliyeti olduğu ve olmaya devam edeceğini her ay görüyoruz. Bu uygulamanın kamu bütçesine şu ana kadarki maliyeti 75 milyar TL’yi aşmış durumda. Bu doğrudan yüksek geliri olanlara bütçeden bir transfer. Kim ödeyecek bu miktarı? Tüm vatandaşlar. Ne zaman? Belli değil. Bir hesap kitap yapılarak mı girildi bu işe? Hayır. Allah hepimizi korusun demekten başka çaremiz bulunmuyor şu an.

En son yapılan faiz indirimi ise yukarıda anlattığım sürece bir defa girildikten sonra geri dönülmeyeceğini göstermeyi hedefleyen, seçimler öncesinde ekonomiyi bu şekilde suni teneffüsle ayakta tutmak için her şeyin göze alındığına işaret eden bir adım diye düşünüyorum.

HER ŞEY İKTİDARIN BEKASI İÇİN

- Şu anda Türkiye ekonomisinin en can yakıcı sorunları nelerdir? Çözüm için acil atılması gereken adil adımlar hangileri?

Türkiye ekonomisinin şu anki en can alıcı sorunu temel iktisadi rasyonalitenin terkedilerek yapılan her şeyin siyasi iktidarın bekasını sağlamaya yönlendirilmeye çalışılması. Bunun için iktidar gücü şiddetle kullanılıyor. Serbest piyasa ekonomisi askıya alındı buna yönelik olarak. Kamu kaynakları genel kamu menfaati için değil, iktidarın bekasını sağlayacağı düşünülen her ne ise o şekilde kullanılıyor. Üstelik bu bir ekonominin sağlıklı işlemesi için şart olan hukukun üstünlüğü ile kurumsal yapının tarumar edildiği, liyakattan uzak kadrolarla çalışmaya sıkışılmış bir noktada oluyor.

Ekonomik sorunlarımızın temeli siyasidir ve siyasi tablo değişmeden ekonominin düzelmesi mümkün değildir. Önümüzdeki yıl seçimler var. Bu iktidar ya değişecek ya da devam edecek. Seçimlerin sonucu ne olursa olsun, umalım ki seçimler sonrası yeni bir siyasi ortam ortaya çıkar ve ekonomiye şu an hâkim olan sürdürülmesi imkânsız irrasyonel politikalardan uzaklaşmak mümkün olur.

DOLAR 22-25 TL’YE SIÇRAYABİLİR

- Yıl sonu büyüme, işsizlik, döviz kuru ile ilgili öngörüleriniz neler, bu alanlarda ne tür riskler var?

Merkez Bankası tarafından son yayınlanan bir dizi veriye bakıldığında, bu verilerin güvenilirliği sorununu bir kenara koyarak konuşalım, yılın geri kalanı için Türkiye ekonomisinin gidişatı hakkında olumlu düşünmeyi gerektirecek bir belirti görünmüyor. 2022 yılının ikinci yarısında ilk yarısında gerçekleştiği öne sürülen büyümenin yavaşladığına, durabileceğine dair işaretler var.

Temmuz ayında sanayi üretiminde görülen yüzde 6,2 düşüş ile birlikte perakende satışların da aynı dönemde az da olsa (yüzde 0,3) düşmesi enflasyon altında durgunluğa gidişat olabileceğine işaret etmekte (stagflasyon). Diğer taraftan cari açığın yıl sonuna kadar 50 milyar dolara tırmanması hiç şaşırtıcı olmayacak. ABD ve AB merkez bankalarının faiz artırımları, Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle özellikle ihracatımızın büyük bir kısmını yaptığımız AB ülkelerinde beklenen durgunluğun bize yansımaları, cari açık ve dolayısıyla döviz kurum üzerinde ciddi baskı oluşturmaya aday. Büyük cambazlıklarla bulunduğu 18 TL düzeylerinde tutulmaya çalışılan ABD dolarının kaderi büyük ölçüde yurtdışından gelmesi için her şeyin yapılmaya çalışıldığı anlaşılan dövize bağlı. İktidarın, dövizi fiyatını kontrol etmek için elindeki her türlü aracı kullanmak niyetinde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Uygulanan yapay teneffüs olmasa ABD dolarının fiyatının şu an bile 22-25 TL bandına sıçrayacağını söylemek mümkün. Tabii döviz fiyatını belirleyen o kadar çok iktisadi değişken ve de iktidarın yapabileceği şey var ki bu konuda kısa vade için kesin bir öngörü yapılabileceğini söyleyecek kimseye inanmamak daha iyi olacaktır!

YASA DIŞI İŞLERİ PERVASIZCA YAPMAYA BAŞLADILAR

- 3 ay süreliğine Boğaziçi Üniversitesi'ndeki görevinizden uzaklaştırıldınız, bu süreci kısaca anlatabilir misiniz, burada asıl hedeflenen ne?

Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu, kurumların yıkıldığı bir süreçte rasyonaliteden uzak antidemokratik uygulamaların son hedeflerinden oldu Boğaziçi Üniversitesi. Ocak 2021’de başlatılan bu süreçte liyakat kriterleri tamamen hiçe sayıldı ve sadece siyasi saik ile rektör atamaları yapıldı. Boğaziçi öğretim üyeleri olarak Türkiye’nin önde gelen bir üniversitesini yok etmeye çalışmak anlamına gelen bu sürece karşı itirazımı baştan itibaren yüksek sesle dile getirdik.

Ben bu sürece Üniversite Yönetim Kurulu üyesi olarak yakalandım ve en başından itibaren o görevimin gereklerini yerine getirmeye çalışarak Boğaziçi’nde akademik özgürlüklerin çiğnenmesi ve üniversite özerkliğinin yok edilmesi girişimine karşı durdum. Boğaziçi Üniversitesi’nin neredeyse tüm öğretim üyeleriyle birlikte. Üniversite Yönetim Kurulu üyeliğim geçen Mayıs ayında bitmişti, orada benden kurtulmuşlardı. Ama Ekonomi Bölümü Başkanı olarak İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde dışarıdan atanan dekanın akademik teamülleri yok sayan, bir kısmı hukuk dışı uygulamalarına karşı elimden geldiği kadar mücadele etmeye devam ediyordum. Bölüm Başkanlığı sürem Ocak 2023’te bitiyordu, ama dayanamadılar anlaşılan ve her biri birbirinden manasız dört soruşturma açtılar hakkımda.

Aslında daha önce Aralık 2021’de Üniversite Yönetim Kurulu üyeliğimi düşürmeye yönelik olarak bir soruşturma açmışlardı hakkımda. Ama hemen sonra, Ocak 2022’de, atanmış yönetimle birlikte hareket eden YÖK seçilmiş 3 dekanımızı görevden alınca oy dengesi bakımından beni Üniversite Yönetim Kurulundan atmalarına gerek kalmadı herhalde. Geçen Mayıs ayında normal süremi tamamlayabildim ve o soruşturmayı bugüne kadar tamamlamadılar.

Amaç başından beri Senato ve Üniversite Yönetim Kurulu gibi üniversitenin üst yönetim organlarını ele geçirmek ve hızla kadrolaşmaktı. Üniversitenin yönetimi artık dışarıdan, herhalde Ankara’dan da iyice sıkıştırılmaya başladı sanıyorum. Hadi acele edin, bir an önce kadrolaşma işinde yol alın diye. O çerçevede yönetim saldırılarını arttırdı geçtiğimiz yaz boyunca. Bekliyorduk bu tür tasarruflara kalkışacaklarını, zamanlarının azaldığı düşüncesiyle sabırsızlanacaklarını. Dolayısıyla görevimden uzaklaştırılmak şaşırtmadı beni. Tamamen yasa dışı işleri pervasızca yapmaya başladılar artık.

Üniversite özerkliği Anayasamızın 130 maddesinde teminat altına alınmış. Rektörün yetkileri var yüksek öğretim kanununa göre, ama aslında bunlar idari yetkiler. Rektörün ve dekanın bölümlerin, akademisyenlerin araştırma ve ders vermeyle ilgili akademik özgürlüklerine, kurumun bir bütün olarak akademik özerkliğine tek başına aykırı hareket etme yetkisi yok. 12 Eylül Anayasasına ve yine 12 Eylül döneminde çıkmış olan 2547 sayılı yüksek öğretim kanununa göre bile. Hukuksuz olduğunu düşündüğümüz tüm uygulamalara karşı onlarca dava açtık idari mahkemelerde ve Danıştay’da. Bugünkü siyasi ortamda sonuç almanın güçlüğünü bilerek. Uzun vadede üniversite özerkliğini savunmanın ülke için hayati öneminin bilinciyle.

Tüm Boğaziçi öğretim üyesi arkadaşlarım gibi ben de bu uygulamalara karşı çıkmayı akademisyenliğimizin ve öğretim üyeliğimin bir gereği ve görev addediyoruz. Benimle ilgili soruşturmaların her biri sadece ve sadece görevimi tam manasıyla yaptığım için ve üniversite yönetmek konusunda bilgisi ve tecrübesi olmayan atanmışların yaptığı yanlışları, dayatmak istedikleri hukuksuzlukları önlemeye çalışmam nedeniyledir. Bir arkadaşımızın dediği gibi “Ünal Hoca, görevini büyük bir titizlikle yerine getirmek suçlamasıyla görevinden uzaklaştırılmıştır.” Ben tek değilim; görevden uzaklaştırma yarı zamanlı arkadaşlarımızla başladı ve şimdi direnç gösteren tam zamanlı öğretim üyelerine yayılmaya çalışılıyor.

Üstelik suçlamalar Bölüm Başkanı sıfatıyla aldığım bazı idari kararlarla ilgili olmasına rağmen, sadece Bölüm Başkanlığı görevimden değil öğretim üyeliğinden toptan uzaklaştırılmışım gibi hareket edilmekte. Tamamen yasadışı bir şekilde beni kampüse sokmuyorlar. Boğaziçi adresli e-postamı derhal iptal ettiler ve yalnız Bölüm Başkanı olarak değil öğretim üyesi olarak da e-imza atamaz haldeyim şu an. Sanıyorum niyetleri, Bilgisayar Mühendisliği Bölümü hocamız Prof. Tuna Tuğcu’ya da yaptıkları gibi, 3 aylık uzaklaştırmayı tekrar tekrar uzatmak, bu yolla sürekli hale getirmek. Bu tür uygulamalarla üniversitedeki diğer arkadaşlara göz dağı vermek istiyor olsalar gerek. Ama bunun çalışacağını hiç sanmıyorum. Çok sayıda öğretim üyesi arkadaş, başta Ekonomi Bölümünün tüm üyeleri olmak üzere Boğaziçi’nin tüm bölümleri, bu şekilde uzaklaştırılmamı kınayan bildiriler yayınladılar. Gerek yurtiçinden gerek yurtdışından iktisatçılar ve akademisyenler de destek mesajları yayınladılar. Bu yaygın destek bana uygulanmaya çalışılan cezadan yüzlerce kat daha önemli ve değerli benim için. 


İlgili Haberler

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler