12 Eylül Hukukuna Karşı Olmak -I-

12 Eylül Hukukuna Karşı Olmak -I-
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 18.08.2010 - 05:49

12 Eylül 2010 günü yapılacak referandumda, halkımızın yeterince bilgilendirilmesi halinde anayasa değişikliğinin reddedileceğinden eminim. Bu durumda, referanduma sunulmadan değiştirilmesi mümkün olan diğer maddelerin yürürlüğe girememesindeki sorumluluk kime ait olacaktır?

Başbakan Recep Tayip Erdoğan, bir süre önce, “Referandum” oyununun son perdesini gözyaşları içinde açtı. Senaryosu AKP kurmaylarınca hazırlanmış ve ilk perdeleri daha önce oynanmış olan oyunun son perdesinde de Başbakan rejisör ve oyuncu olarak oldukça başarılı idi. İzleyenlerin bir kısmı da Başbakan’ın gözyaşlarından etkilendiler; mendillerini çıkararak ona eşlik ettiler. Bu açılıştan ve devamında AKP’lilerin referandum ile ilgili söylemlerinden anlaşıldığına göre iktidar partisi referanduma evet kampanyasını 12 Eylül karşıtlığı temelinde yürütecek. Çünkü; izleyebildiğim kadarı ile, anayasa değişikliğinde yer alan Anayasa Mahkemesi’nin ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun kuruluş ve işleyişi ile düzenlemelere hemen hemen hiç değinmiyorlar.

Geçici 15. madde

Milli Güvenlik Konseyi, üç yılı aşan yönetimi döneminde (12 Eylül 1980 – 6 Aralık 1983) Anayasal Kurumların kuruluş ve işleyişleri, temel hak ve özgürlükler gibi çok önemli ve değişik alanlarda çok sayıda düzenleme yapmıştır. Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu, Devlet Güvenlik Mahkemeleri(mülga), Yüksek Öğretim, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile ilgili yasalar ve Siyasi Partiler Kanunu, Sendikalar Kanunu, Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu, Milletvekili Seçim Kanunu, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Kanunu, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, Milli Güvenlik Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Kanunu, Kamulaştırma Kanunu bunlar arasında yer almaktadır. Sayısal olarak ifade edililirse bu dönemde, 669 Yasa, 139 Kanun hükmünde kararname olmak üzere toplam 808 adet yasama tasarrufu yürürlülüğe konulmuştur. Denilebilir ki, önce Devletin kuruluşu ve yapısı, kişinin temel hak ve özgürlükleri belirlenmiş, bu yasaların çoğunun yürürlülüğe girmesinden sonra da anayasa yürürlülüğe konulmuştur.

Çok önemli konuları düzenleyen söz konusu yasalar yürürlülüğe girmeden önce kamuya sunulmamış ve tartışılmamış; dar bir çevrenin görüş ve önerileri doğrultusunda hazırlanıp kabul edilmişlerdir.(X)

Halkoyuna sunulacak olan anayasa değişikliği ile yeniden gündeme gelen Geçici 15 inci maddenin üçüncü fıkrası da bu dönem içinde çıkarılan kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve 2324 sayılı Anayasa Düzeni Hakkında Kanun uyarınca alınan karar ve tasarrufların anayasaya aykırılığının iddia edilemeyeceği kuralını getirerek bu tasarruflar için Anayasa Mahkemesi’ne itiraz yolunu kapatmış ve onlara bir anlamda dokunulmazlık sağlamıştır. Bu hüküm anayasal düzende büyük bir çelişkiye neden olmuş; ikili bir anayasal düzen ortaya çıkmıştır.

Bir yanda kişinin temel hak ve özgürlüklerini, devletin şeklini, temel organlarını, bu organlar içinde yer alan kuruluşları ve bunların işleyişlerini düzenleyen yeni bir anayasa; onun yanında 800’ü aşkın, ta ki değiştirilinceye kadar, anayasaya aykırı da olsa uygulama zorunluluğu olan çok sayıda yasal tasarruf.

Anayasanın yürürlülüğe girmesinden yaklaşık on dokuz sene sonra, Geçici 15’inci maddenin üçüncü fıkrası, 4709 sayılı yasa ile yürürlülükten kaldırılmış olduğundan, artık Milli Güvenlik Konseyi döneminde yürürlülüğe konulmuş olan yasama tasarruflarındaki anayasaya aykırı kuralların itiraz yolu ile anayasa mahkemesine götürülmesi mümkün hale gelmiştir.

Ancak bu yola başvurabilmesi belli koşulların varlığına bağlıdır ve bu yolla antidemokratik kuralların temizlenmesi çok uzun bir zamanı gerektirmektedir; hatta olanaksızdır. İzleyebildiğim kadarı ile söz konusu tasarruflardan itiraz yolu ile iptal edilmiş kural yoktur; varsa da çok az sayıdadır. Bu yasalarda yer alan ve ülke yönetimini ve siyasal yaşamı önemli ölçüde etkileyen kurallardan kurtulmanın yolu, bunlardaki antidemokratik kuralları değiştirmek, mümkün olamıyorsa yürürlülükten kaldırarak o alanı yeniden düzenlemektir.

Daha sonraki yıllarda özellikle 1995 senesinde 4121 sayılı kanunla, 2001 senesinde 4709 sayılı kanunla özgürlükler alanında anayasada yapılan olumlu değişiklikler de, yukarıda saydığım yasaların bir bütün olarak ele alınıp değerlendirilmesini ve anayasada yapılan değişikliklere uyumlu hale getirilmesini zorunlu kılmaktadır.

Sekiz yıldan bu yana tek başına iktidarda ve TBMM’de yeterli sayıda milletvekiline sahip olan ve Referandum öncesi 12 Eylül karşıtlığına sarılan AKP hükümetleri dahil hiçbir iktidar döneminde böyle bir “hukuku arındırma” çalışması yapılmamıştır.

Gerçek şudur ki; halen ülkemizin siyasi ve idari yönetiminin temellerinde “ara rejim”in kalıntıları olan bu yasalar bulunmaktadır. Birçok anayasal kurum ve kuruluşun varlığı ve işleyişi bu dönemin yasalarına dayanmaktadır. Bunun anlamı “ara rejim”in halen sürdürülüyor olmasıdır. Bunda en büyük sorumluluk sahibi AKP’dir.

AKP yasalara dokunmadı

Daha önceki dönemlerde, genelde koalisyon hükümetleri işbaşında olduğundan, bu yasaların değiştirilmesi veya kaldırılması konusunda uzlaşma sağlanmasında güçlükler yaşanmış olabilir. AKP sekiz senedir iktidarda olmasına karşın bu yasalara dokunmamıştır.Anayasa değişikliği hazırlanırken, yargı ile ilgili düzenlemeler ile diğer düzenlemelerin ayrılması gerektiği, bu halde yargıya ilişkin düzenlemeler dışındaki değişikliklerin referanduma sunulmasına gerek kalmadan yasalaşabileceği hukukçular tarafından ısrarla ileri sürülmüş; yasanın TBMM’de görüşülmesi aşamasında Ana Muhalefet Partisi tarafından da, değişikliklerin ayrılması halinde destekleneceği konusunda bağlayıcı nitelikte söz verilmiş olmasına karşın paket ayrılmamış; aynen bırakılmıştır.

12 Eylül hukukuna içtenlikle karşı çıkan, Geçici 15’inci maddenin kaldırılmasında kararlı olan bir iktidar, eline böyle bir fırsat geçmiş iken bunu niye kullanmamış; paketi bir bohça halinde referanduma götürme riskini niçin göze almıştır? 12 Eylül 2010 günü yapılacak referandumda, halkımızın yeterince bilgilendirilmesi halinde anayasa değişikliğinin reddedileceğinden eminim. Bu durumda, referanduma sunulmadan değiştirilmesi mümkün olan diğer maddelerin yürürlülüğe girememesindeki sorumluluk kime ait olacaktır?

(X) Nuri ALAN, Anayasanın İdari Yargıda Somutlaştırılması, Danıştay Dergisi, Yıl 27, Sayı 92, sh. 3-3


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler