12 Eylül'den Ergenekon'a

Gazeteci Sevim Ertemur, bugünkü Cumhuriyet gazetesinde yer alan yazısında 12 Eylül'den Ergenekon davasına kadar gelinen noktayı ve Silivri'de yaşadıklarını anlattı.

12 Eylül'den Ergenekon'a
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 21.10.2009 - 09:44

Sıkıyönetim dönemlerini de gördüm, gazeteci olarak eğer demokraside yaşıyorsak daha rahat görev yapmak istiyorum.

12 Eylül Askeri Darbesinden sonra İstanbul 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı bünyesinde oluşturulan askeri mahkemelerdeki pek çok davayı izlemiş birisi olarak aslında magazinden çok, biraz nostalji yapmak istiyorum. Sıkıyönetim mahkemeleriyle, Ergenekon soruşturması adı altında arka arkaya açılan, normal hayatta asla bir araya gelmeyecek pek çok insanın aynı kefeye konduğu davaların görüldüğü mahkeme arasındaki farklılıkları görsel açıdan görmek, kıyaslamak istiyorum!.. Demokrasinin kesintiye uğradığı 12 Eylülden hemen sonra Ulusal Basın Ajansında gazeteciliğe başlamıştım. Ve çiçeği burnunda bir gazeteci olarak da bir anda, o zamanki genel yayın yönetmenim Tanju Cılızoğlunun yönlendirmesiyle, pek çok meslektaşımın kapısından bile geçmek istemediği sıkıyönetim mahkemelerinin kapısında kendimi buldum.

Birçok acı olayın yaşandığı 12 Eylül öncesi gibi, darbeden sonra da pek çok acıların yaşandığına tanık oldum. Aylarca, yıllarca sorgusuz sualsiz tutuklu kalan, aylar, yıllar sonra haklarında dava açılan, cezaevlerinde insanlık dışı koşullarda yaşadıkları için tek tip elbise eylemi yapan tutuklular kadar ailelerinin de ne perişanlıklar çektiklerini, darmadağın olduklarını gördüm...


Silivri'de 12 Eylül'ü hatırlamak

Sanırım 12 Eylül Askeri Darbesinin faydasını gören az sayıda insandan birisi ise bendim. Günümüzde bile kadrolu olabilmek için meslektaşlarım yıllarca beklemek zorunda kalırken ben mahkemeleri izlemekle görevlendirilince 1 aylık muhabir bile olmamışken hemen kadroya kavuştum... Mesleğimi çok sevdiğim için de orada yaşananlar karşısında duyduğum üzüntü dışında zorluklara, olanaksızlıklara karşın çok keyifle çalıştım. Ünlü ünsüz pek çok insan tanıdım. Sonraki yıllarda bazılarının çok değiştiğini gördüm, bazılarının ise (Bunlardan birisi de DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebidir) tüm çamur atmalara, karalamalara karşın tertemiz kişilikleriyle bugünlere ulaştığını... Zaman zaman pek çok avukat nazımızı çekti. Savcıları ve yargıçları bugün düşündüğümde, onların bile o sıkıyönetim ortamında bize gayet saygılı davrandıklarını, bizi odalarına kabul edip istediğimiz bilgileri verdiklerini, görevimizi yapmamıza yardımcı olduklarını anımsıyorum. Geçmiş günleri, bugün daha iyi fark ediyorum... Zaten sürekli izleyen kaç kişiydik ki: Cumhuriyetten Deniz Teztel, Hürriyetten Özkan Altıntaş, TRTden Sefer Bilirgen, ajanslar arası halefim Emel Armutçu, Tercümandan Ertan Gökalp, AAdan Nalan Seçkin ve ben... Ayrıca DİSK davasını hiç kaçırmayan gazeteci Şükran Soner...


222. günde Silivri'de

Eveeet, rakamsal olarak hiç unutulmayacak bir günde Silivrideyim. Balbayın tutukluluğunun 222. günü...

Mustafa Balbay nasıl? Bunca zamandır neden hâlâ tutuklu?diyen pek çok okuru, dostu, arkadaşı Balbayı merak ediyordur. Aslında şu anki haber müdürüm Hakan Kara, editör arkadaşlarım Aykut Küçükkaya ve Gamze Akdemirle değişik zamanlarda gidip ziyaret edelim diye konuşmuştuk. Ama Mehmet Sucunun cenaze törenine gelen CUMOK üyesi Saniye Yurdakulun Yurt Haberleri Servisinden Gülşah Durak arkadaşıma Biz yarın Ergenekon duruşmasına gidiyoruz. Arabada bir kişilik yer var gelir misin?teklifi üzerine bu ziyaretim düşündüğümden erken oldu. Gülşahın işi olduğu için ben de gruba dahil oldum ve duruşmanın yapıldığı Silivrideyim...

 

Yolunuzu şaşırmamak için...

TEM yolundan gidince Kınalıdan saparsanız bir anda kendinizi askeri lojmanların önünde buluyorsunuz. Yüzünüz buraya dönük olarak hemen yanından sağa sapınca da duruşmanın görüldüğü binanın oraya varıyorsunuz. Sağda bazı televizyonların canlı yayın araçları sizi karşılıyor. Solda ise davanın görüldüğü bina... Arabayı park ettikten sonra binaya girmek için kimliklerimizi uzattığımızda ilk şoku yaşıyorum. Kimliklerimizi, telefonlarımızı uzatıyoruz, çok güler yüzlü askerler işlemlerimizi yapıyor. Dava ilk başladığı zaman açıkçası muamelelerin bu kadar iyi olmadığını öğrendim. Ama benim karşılaştığım manzara çok iyiydi. Yolumuzu şaşırdığımız için geç kalmıştık, apar topar salona girdik. 2. Ergenekon davası görülüyor. Duruşma çoktan başlamış, Tuncay Özkan konuşuyor. Özkan, duruşmaya damgasını vuranYargıç-savcı-emniyet görevlisi akşam yemeğinieleştiriyor ve yargıçları kaldığı F-12 koğuşuna davet ediyor: Deniz mi istiyorsunuz?.. Mavi patiskalardan deniz yaparız size!.. Gemi mi? Kâğıttan gemiler yüzdürürüz... Ardından da soruyor: Bu yemek ne zaman yendi? Ben gözaltına alınmadan önce mi, sonra mı yediniz?

Duruşmaları izleyen arkadaşım Hatice Tuncerden öğrendiğime göre davanın asıl yargıcı mazereti nedeniyle gelmediği için yerine Hasan Hüseyin Özese bakıyor. Yargıcın, böyle bir soru soramayacağını söylediğinde ise Özkan, konuşmasını şu sözlerle sürdürüyor: Burada, faşist diktatörlüğün muhaliflerini susturmak için oynadığı oyunların tragedyası yaşanıyor. Adalet mülkün temelidir diyen ve büstünün önünde durduğunuz insanın ilkelerini savunuyorsanız çekilin. Bu siyasi davanın siyasi sonucuna siz ortak olmayın...


Balbay formunda görünüyor

Duruşma salonundaki dev ekranda Tuncay Özkan konuşurken hemen onun arkasında Mustafa Balbay görünüyor. Biliyorum ki aylardır gözbebeklerinden ayrı kaldığı, özgürlüğü kısıtlandığı, oğlunun büyüyüşünü izleyemediği, çok sevdiği gazeteciliğini yapamadığı içinüzgün. Zaten daha sonra söz alıpBenim gibi bir gazeteci için 1 gün bile burada bulunmak zuldürdiyor. Doğru... Ama köşe yazarlarına gönderdiği mektuplarında yazdığı, avukatıyla gazetedeki arkadaşlarına gönderdiği mesajlarında da söylediği gibi günde 2 saat spor yapan, 5 saat kitap okuyan Balbay formunda görünüyor. Ona da zaten bu yakışır. Yılmak yakışmaz...

Kimler geçmedi ki böyle mahkemelerden. Onu izlerken ben yine 12 Eylül sonrasına gidiyorum ister istemez. İlk aklıma gelen Abdullah Baştürk, Kemal Nebioğlu, tam bir İstanbul beyefendisi olan Mahmut Dikerdem, eski İstanbul Belediye Başkanının eşi Reha İsvanın da aralarında bulunduğu pek çok insanı yargılamadık mı biz... Düşünsenize sadece barışı savundukları için pek çok insan yıllarca cezaevinde yattı bir dönem... Unuttuk mu?

 

Gazeteci, ‘dış kapının mandalı’ sanki

Salonun en arkasında sağ köşede basın için ayrılan bölümde otururken beynimden Sıkıyönetim dönemindeki izlenimlerim bir film şeridi gibi geçiyor. Olaganüstü hal nedeniyle zorluk çekmedik mi? Elbette çektik. Ama o sıkıyönetim dönemiydi.. Ve ilk başlardaki sıkılık aşağı yukarı 4 yıl sonra biz gazeteciler açısından daha rahattı. Daha rahat görev yapabiliyorduk. Salona rahatlıkla girip, yargıçların kürsüsünün hemen önüne kadar gidip, sanıkların, yargıçların ya da savcıların fotoğraflarını çekebiliyorduk. Bu konuda hiçbir engellemeyle karşılaştığımızı hatırlamıyorum. Zaten bizim yerimiz, yani basının yeri hemen sağda, savcıya yakın, sanıkların kimini önden, kimini yandan, avukatları da tam karşıdan görebildiğimiz bir yerdeydi. Yani olaya tam olarak hâkimdik. Tamam köşe yazarları, gazete yöneticileri ya da yazıişleri müdürleri hakkında davalar açılıyor, habere, fotoğraflara sansür geliyordu ama orada görevli olan bizler işlerimizi baskı görmeden yapabiliyorduk. Savcılık katına da çıkıp rahatlıkla ifadeye gelen gazetecilerle ilgili gelişmeleri izliyor, koridorda fotoğraflarını çekiyor, onlar gittikten sonra savcının odasına girip bilgileri alabiliyorduk. Sonra da basın odasına inip haberimizi yazdırıyorduk. Çok iyi hatırlıyorum, o zaman Cumhuriyet muhabiri olan arkadaşım Deniz Teztel (12 Eylül darbesinden sonra yazarları en çok yargılanan gazete yine Cumhuriyetti) çektiği fotoğrafların filmini, ifadeye gelen müdürüne ya da yazarına verip gazeteye gönderiyordu.


Gazeteciler adliyeye yaklaşamadı

Bugün bu böyle mi? Savcı Zekeriya Özün yürüttüğü Ergenekon soruşturmasını düşünüyorum. Malumunuz Devlet Güvenlik Mahkemeleri bile kaldırıldı. Avrupa Birliği (AB) yolunda demokratikleşiyoruz ya, o mahkemelerde yargılananlar artık normalağır ceza mahkemelerinde yargılanıyormuş gibi kabul ediliyor. Doğal olarak soruşturmalar daözel yetkili ağır ceza mahkemelerinde görevliözel yetkilendirilmişsavcılar tarafından yürütülüyor.

Peki, basın bu AB yolundaki demokratikleşmenin neresinde? Kapının önüne konulmuş durumda. Hatırlayın, İlhan Selçuk dahil bu ülkenin aydınları gecenin bir yarısında evlerinden derdest edilip gözaltına alındığında, emniyette, sonra da savcılıkta sabahlara kadar ifadeleri alındığında basın içeriyi görmek şöyle dursun yaklaşabildi mi Beşiktaştaki Adliyeye? Hayır. Ancak dış kapının önünde bekleyebildi; polislerin arasından güçlükle çekebildi fotoğrafları ya da görüntüleri. Bilgileri ise dışarıya çıkan avukatlardan alabildi. Amaaa tabii ki sivil bir iktidarın olduğu bir dönemde yandaş medya hariç... Onlar ayrıcalıklı. Sıkıyönetim döneminde ise görev yapan ve yukarıda isimlerini yazdığım arkadaşlarımın hepsi davalar başlamadan, avukatlardan önce iddianameyi ya da hakkında soruşturma yapılan kişiyle ilgili bilgiyi alabiliyordu.

(Lütfen, bu karşılaştırmalarımdan kesinlikle 12 Eylül Askeri Darbesini savunduğum düşünülmesin. Ben sadece bugün ve o dönemdeki gazeteciliğim sırasındaki gördüklerimin, yaşadıklarımın bir karşılaştırmasını yapmaya çalışıyorum. Özgürlükleri kısıtlananlar için altın köşk dar gelir, bu gerçeği biliyorum...)

Silivride de durum Beşiktaştan çok farklı değil. Televizyonların naklen yayın araçları, foto muhabirleri de yine dışarda bekliyor. Ancak dışarıda herhangi bir şey olursa onu çekip izleyicilerine, okurlarına ulaştırıyorlar. Duruşma salonunda ise gazeteciler kuşbakışı yargılamayı izliyor. Ekranlar olmasa hangi sanığın konuştuğunu, ne yaptığını görmeleri bile mümkün değil. Zaten aval aval ekranı da izlerse not tutması biraz zor. Bilmiyorum ki, bir darbe dönemini atlatmış olan ben mi çok şey bekliyorum? Gazeteciler kamuoyunun gözü kulağıdeğil mi? O halde sanıkları görebilen bir yerde oturmanın yanı sıra rahatlıkla fotoğraf çekebilme özgürlüğüne sahip olmaları gerektiğini de düşünüyorum...


Silivri'de çalışma ortamı

Silivride görevli gazeteci arkadaşlarım çalışma ortamından memnunlar. Çünkü duruşmaların başladığı günden bugüne lehlerine gelişmeler olmuş. En azından bir basın odaları var ve dizüstü bilgisayarlarında haberlerini yazıp gazete veya televizyonlarına onlineolarak anında gönderebiliyorlar. Kahvaltılık poğaçalarını binaya sokamamaları artık sorun değil. Ama ben ister istemez Silivrideki salonu olağanüstü dönemde DİSK, Barış Derneği ve Dev-Sol gibi davalarının görüldüğü Metristeki spor salonunu ve Selimiyedeki diğer mahkeme salonlarıyla kıyaslıyorum. Gazetecilerin dış kapının mandalımuamelesine tabi tutuldukları dikdörtgen şeklinde, büyük bir salon. İzleyicilerin, avukatların giriş yaptığı iki kapının tam karşısında yargıçların ve savcıların aynı hizada olan yüksek kürsüsü. Arkalarında bilindik Adalet Mülkün Temelidiryazısı ve hemen üstünde Ulu Önderin büstü... Onların önünde mahkemenin kaleminde çalışan bir memur oturuyor ama sanırım işlevsiz, çünkü kürsünün iki yanında dev ekranlar var, duruşmada yapılan konuşmalar sonradan bantlardan çözülüyor. Yargıçların tam karşısına, etrafı korkuluklarla çevrili halde tutuklu sanıklar, onların hemen arkasına da, bir bölmeyle ayrılmış tutuksuz sanıklar. Sanıkların iki tarafları boydan boya avukatlara ayrılmış. Arada bir koridor var. Yargıçların ordan bakınca, koridorlar avukatların arasından kapıyla dışarıya açılıyor. Anımsayabildiğim kadarıyla sağdan sanıklar, soldan ise heyet salona girip çıkıyor.İzleyiciler bu büyük salonun en sonunda. Yani avukat ve basın girişlerinin olduğu kapıların hemen yanında, solda.

Metriste ise izleyiciler ve aileler ya da yurtdışından gelen gözlemciler spor salonunun seyirci bölümünde oturur, uzak da olsa yakınlarının yüzlerini görebilir, gözleriyle de olsa hasret giderirlerdi. Sanırım tutuklu birisi için bu çok önemlidir. Basına da Silivrideki salonda en sonra, sağda bir bölüm ayrılmış. Uzaktan sırtından sanıkları, karşıdan da gözleri atmaca gibiyse heyeti görüyorlar. Efendim iki tane ekran var, ekranlara bakındiyorsanız, mecburen öyle yapıyorlar. İleriye doğru gitmeleri yasak... Ben bu yasakkelimesini sıkıyönetim döneminde çok duymuştum erlerden... Özel tele- vizyonlarda medyanın çok genişlediğini düşününce, gerçekten hangi salon olursa olsun, tüm gazeteciler birden hücum edince büyük kargaşa yaşanacağını biliyorum, ama yine de Demok- ratik bir ülkeyiz diyorsak basının yerinin burası olamayacağını ısrarla vurguluyorum...


Hükümlülerin ellerine sağlık

 

Merak etmeyin her şey bu kadar kötü değil. Tabii ki saatlerce gidiyorsunuz davayı izlemek için. Salon dağın başında, Geçenlerde İstanbulu sel götürdüğünde, Silivri Cezaevinde de bazı bölümleri sular basmıştı. Bu nedenle duruşma ertelenmişti. Sanıklar duruşma ertelendiğinde cezaevine gittiklerinde tutukluları ellerinde kova ve leğenlerle koğuşları temizlerken bulduklarını anlatıyor, Biz de hemen temizliğe giriştikdiyorlar. Kaygıları ise bir yağmurda koğuşları sel basarsa, kışın kar yağdığında duruşmanın bu salonda yapılamayacağı. Sanıklardan birisi, 1 yılda böylesine dökülen bir cezaevi ihalesinin incelenmesi gerektiğine vurgu yapıyor.

Özür dilerim, iyi şeyden bahsedecektim değil mi? Hani ilk girişte binayı anlatmıştım ya, binaya girince sağda, duruşmadan çıkınca lokanta var. Karşı taraf ise kafeterya, basın odası, avukatlar odası. Duruşmalar ilk başladığında davayı izlemeye gelenlerin bu dağ başında yiyecek hiçbir şey bulamadıklarını hatırlıyorum. Şimdi güzel bir lokanta oluşturulmuş. Yemekleri cezaevindeki hükümlü aşçılar yapıyor, servisler de açık cezaevindeki hükümlülerden... İnanılmaz ama yemekler enfes... Lezzetli... Fiyatlar da o kadar iyi. O gün mönüde orman kebabı, bostan kebabı, pilav, salata, yoğurt, cacık, fırın tavuk, mercimek çorbası ve sütlaç vardı. Ben o gün çorba ve yoğurt yedim, 2.5 lira ödedim. Tüm ana yemekler 5, tatlı 2.5, salata 1.5... Gurme gazetecilere duyurulur. Cezaevindeki tutuklu ve hükümlüler için de aynı yemeklerin çıktığını umarak emeği geçen hükümlülere, ilgililere teşekkürler.

Eveeet yazılacak o kadar çok şey var ki. Bir gazeteci olarak resim çekemediğim için üzgünüm. Bu anlattıklarım fotoğraflarla daha bir anlamlı olabilirdi. Ama bir nebze de olsa sizi duruşmanın yapıldığı binanın ve de salonun içine dahil edebildiğimi düşünüyorum...


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler