1.5 ay sürecekti, 1.5 yılı geçti… İşte OHAL’in ağır faturası
1.5 yıldır süren dönemde Türkiye KHK’lerle yönetilmeye başlandı
“Olağanüstü” dönem sadece 1.5 ay sürecekti, 1.5 yılı geçti…
“Üyelik”, “mensubiyet”, “iltisak”, “irtibat”, “aidiyet” kavramlarını bürokrasinin ve insanların ruhuna işledi. Devletin yeniden yapılandırılmasının kapıları bu anahtar kavramlar ile açıldı. İnsanların günlük hayatını belirleyen ayrıntılar ‘KHK hızına’ bırakıldı. İnsanların hayatlarını değiştiren yaptırımların oluşturduğu mağduriyete kulak tıkandı. Kendi mevzuatını, ‘yasama gücüne’ dayanmayan ‘yasa gücünde hükümlerini’ kurdu. Gazeteci, milletvekili, akademisyen yargılamalarında iddiasız iddianameleriyle, suçsuz sanıklarıyla, avukatsız savunmalarıyla, sanıksız mahkemeleriyle, basınsız basın davalarıyla, hukuksuz yargılamalarıyla kendi hukukunu oluşturdu. Mahkemeleri, karar gücünü anayasanın kendisinden alan yüksek yargının hükümlerini tanımadı.
Tüm gücü yürütmenin eline, yürütmenin elini de Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na teslim etti. Millet, Başkanlık sistemine OHAL gücüyle alıştırıldı. 6. kez 3 aylığına uzatılan, her uygulaması ile toplumsal hayatın derinliklerine işleyen OHAL’in “şimdilik görülebilen etkileri”nin bir kısa özeti…
Muhalefetin yıllarca, her platformda dile getirdiği uyarılara kulak tıkayan AKP’nin politikaları, Gülen cemaatinin devletin en kılcal damarlarına kadar girmesine yol açtı. Hükümet ile cemaat arasında, 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ile başlayan “gerginlik”, dershanelerin kapatılması ile son noktasına ulaştı. 15 Temmuz darbe girişimi ise tablonun, tüm unsurları ile “gerginlik”ten savaşa döndüğünü gösterdi. Olağanüstü hal ilan eden hükümet, “15 Temmuz 2016 Silahlı Darbe Teşebbüsü”nü, “Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini ve temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik menfur bir teşebbüs” olarak tanımladı. Devletin en küçük bir kurumunu bile etkileyecek kadar “kadrolaşabilen” bir yapının “terör örgütü” ilan edilmesi, ağzı sonuna kadar açılan “terör örgütü ve terörist torbasına” muhalefetin her kesiminin sokulması, “muhbirliğin teşvik edilmesi” ile insanların bir anda terörist ilan edilmesi, her köşebaşının “güvenlik devletinin unsurları” ile kuşatılması, en büyük sendikal grevlerden, en küçük şarkılı- türkülü protestoların bile oluşturulan terör algısının şiddeti ile karşılanması; aradan geçen 1.5 yılın sonunda, tüm bunların yapılmasına gerekçe olarak gösterilen tanımlamadaki “Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini”, “temel hak ve hürriyetleri” kavramlarının tamamı üzerine gölge düşürdü.
1.5 yıl oldu
Hükümet, 21 Temmuz 2016’da Milli Güvenlik Kurulu’nun tavsiye kararı ile ülke genelinde 90 gün süreyle olağanüstü hal ilan etti. Hükümet kanadından yapılan ilk açıklamalarda, “OHAL’i en kısa sürede bitirmek istiyoruz. Şartların normal gitmesi durumunda bunun için en fazla 1-1.5 aylık bir süre düşünüyoruz. Umarım ikinci bir uzatmaya gerek kalmaz” denilmişti. Ancak OHAL 11 Ekim, 3 Ocak, 18 Nisan, 17 Temmuz ve 19 Ekim’de 5 kez uzatıldı. 19 Ocak’ta bir kez daha 3 aylık bir dönem için uzatılacak.
23 Temmuz 2016’da OHAL döneminin ilk kanun hükmünde kararnamesi yayımlandı. Bu tarihten itibaren Meclis denetiminden ve onayından geçmeyen, “kararnameler” dönemi başlamış oldu. Ortalama 2 ayda bir, toplamda 31 kararnameden, sadece 5’i, anayasaya uygun olarak, TBMM Genel Kurulu’nda görüşülüp yasalaştı. Milletin hayatını derinden etkileyen kararnameler, milletin Meclisi’nin gündeminde aylardır bekletiliyor. Kararnameler mevzuat üzerinde köklü değişiklikler içeren yaklaşım 1000 maddelik yeni bir OHAL mevzuatı yarattı.
Terörist ilan edildiler
araştırmaya göre, “kararnameler ile ihraç edilenlerin yüzde 99’u 15 Temmuz öncesinde herhangi bir cezai soruşturma geçirmemişti. Bir anda terörist ilan edildiler.” Adli süreçlerden geçen mağdurların önemli bir kısmı Emniyet’te, adliyede ve mahkemelerde önyargı ile muamele gördüğünü aktardı. Önemli bir kısmı; nezarethanelerde, hapishanelerde kötü muamele gördüğünü dile getirdi.
Bilgi edinme yasağı
OHAL, ilk kararname ile birlikte binlerce insanı etkilemeye başladı. Mağduriyet iddiaları, itirazlar; gözaltı kararları, tutuklamalar, açığa alma ve ihraçlar ile eşzamanlı olarak arttı. Devletin OHAL bağlantılı ilk işlemlerinden biri de “suçlarının ne olduğunu kendilerinin isimlerinin yazılı olduğu kararnamelerde göremeyen insanların en doğal hakkı olan” soru sormayı da yasaklamak oldu. Yurttaşların kendileri hakkında yapılan işlemleri ve gerekçelerini öğrenme haklarına kısıtlama getirildi. Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu, darbe girişiminden çok kısa bir süre sonra, 4 Ağustos’ta OHAL işlemleri ile ilgili gizlilik kararı aldı. Böylece OHAL işlemleri ile ilgili, işlemlerden doğrudan etkilenen kişi ve kurumlarına dahil bilgi verilmesi yasaklandı.
Darbe girişiminin ilk 3 ayında, 8 kararname çıkarıldı. Adli ve idari işlemlerin temel dayanaklarından birini de ihbarlar oluşturdu. Kurum amirliklerine, il ve ilçe OHAL bürolarına ve Başbakanlıka kadar iletilen isimsiz ihbar mektupları ile binlerce idari ve adli işlem tesis edildi. İsimsiz ihbarlarla işlem yapılmasının sakıncaları, 21 Ekim’de akıllara geldi. Çıkarılan genelge ile “sahibinin adı, soyadı ve imzası ile iş veya ikametgah adresi içermeyen” dilekçelerin incelenmeyeceği talimatı verildi. Ancak, yine de ihraç edilenler ve tutuklananlar arasında isimsiz ihbar mektuplarından mağdur olduklarını iletenler bulunuyor.
Güvenli memur dönemi
OHAL’in kurduğu “güvenlik devleti”, belli gerekçelerle insanları sadece kamudan çıkarmadı. Kamu alımlarında da “güvenlik”, aday memurlar arasındaki ilk ve en etkili denetim araçlarından biri oldu. “Güvenlik soruşturması”ndan temiz çıkmak devlet memuru olmanın temel koşulu haline getirildi. Kamu görevlilerinin disiplin suçları ile ilgili soruşturma açılmasına ilişkin zamanaşımı hükümleri kaldırıldı. Böylece memurlar sürekli bir soruşturma tehdidine maruz bırakıldı.
Pasaport yasağı
Pasaportlar üzerindeki idari yetki genişletildi. İçişleri Bakanlğı’nın pasaport vermemek için kullandığı “genel güvenlik” gerekçesine bir de “terör örgütü ile ilişki” gerekçesi eklendi. Böylece hem KHK’den etkilenenlerin hem de KHK’ye benzer gerekçelerle İçişleri Bakanlığı inisiyatifine bırakılan “ucu açık” yetki ile pasaport düzenlemesi sınırlandırıldı. Böylece KHK’lerden etkilenen, idarece belirlenen listelere eklenen, gözaltına alınan, tutuklanan, haklarında yakalama kararı çıkarılan insanların kendileri ve aileleri dahil olmak üzere binlerce kişinin pasaportu iptal edildi.
Bitmeyen tehdit algısı
Anayasanın 34. maddesi ile güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı askıya alındı. İçişleri Bakanlığı’ndan tüm valiliklere 18 Ekim 2016 tarihinde gönderilen bir yazı üzerine hemen hemen tüm valilikler, “açık alanlarda yapılacak olan her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşü, stant açma, çadır kurma, oturma eylemini ya 15 gün süre ile izne bağladı ya da 30 gün süre ile tamamen yasakladı. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının askıya alınmasına gerekçe gösterilen İçişleri Bakanlığı yazısına göre, “yapılacak etkinliklere ve toplantıya katılacak kişilere karşı terör örgütlerinin çeşitli saldırı gibi provokatif eylemlerde bulunabileceği ve yine barışçıl etkinliklerin terör örgütleri tarafından istismar edilerek örgütlerin propagandasına dönüştürülebileceği ve yine benzer etkinliklerin karşıt görüşlü gruplar arasında istenmeyen olaylara neden olabileceği” değerlendirmesi aylardır geçerliliğini yitirmedi.
Güvenlik algısı, adım adım büyütüldü. KHK ile en az bir dönem belediye başkanlığı, köy ya da mahalle muhtarlığı yapmış olanlara silah taşıma ve bulundurma yetkisi verildi. MİT mensuplarının beylik ve demirbaş silahları yurda sokması Cumhurbaşkanlığı’nın iznine bağlandı. Devletin sokak üzerinde kurduğu tehdit algısının bir sonucu olarak “bekçilik” kurumu canlandırıldı. KHK’lerin ek düzenlemeleri ile 14 bin 500 yeni mahalle ve çarşı bekçisi alındı. Özel Güvenlik Hizmetleri’nde özel güvenlik görevlilerinin yetkileri artırıldı. Silah kullanımına ilişkin yetkileri “görev alanları” ile sınırlı tutuldu. Ancak, sanık veya “kuvvetli şüphelinin” takibi, dışarıdan yapılan saldırılara karşı tedbir gibi geniş yetkiler de “görev alanı” kavramının içine dahil edildi. Polise sanal ortamda bile araştırma yapma yetkisi verildi. İnetrnet aboneliklerine ait tüm bilgiler polisin denetimine açıldı. Erişim sağlayıcıları, yer sağlayıcıları talep edilen tüm bilgileri Emniyet’e vermekle sorumlu tutuldu. İstihbari dinlemelerin merkezi konumundaki Telekominikasyon İletişim Başkanlığı kapatıldı. TİB’in jandarma, MİT ve Emniyet ile istihbarat paylaşımı da dahil tüm yetkileri Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’na devredildi. Tüm dinleme yetkisi bu kurumda toplandı.
Sokaktaki yasaklar
Belediye işçilerinin direniş çadırından Suruç katliamı anmasına; Alevi inanç merkezlerindeki etkinliklerden Genco Erkal’ın yönetimindeki “Güneşin Sofrasında-Nâzım ile Brecht” oyununa Zeytinli Rock Festivalı’nden Yozgat’taki tüm mekânlarda alkol kullanımına cemevlerinde yapılacak aşure etkinliklerinden, OHAL protestolarından, 10 Ekim katliamı anmalarına, anayasa değişikliği referandumu öncesindeki “hayır” etkinliklerinden Deniz Gezmiş anmasına, güneş battıktan sonra yapılan şarkılı türkülü protestolara kadar sokak A’dan Z’ye yasaklarla doldu. Birçok ilde özel bir tanım yapılmadan; her türlü toplantı, gösteri yürüyüşü ve basın açıklaması gibi faaliyetler geçici sürelerle engellendi. Ankara’nın merkezindeki İnsan Hakları Anıtı bile polis barikatı ablukasına alındı.
5 greve OHAL yasağı
OHAL KHK’si ile Bakanlar Kurulu’nun elinde olan grev erteleme yetkisi genişletildi. 678 sayılı KHK ile grev veya lokavtın, genel sağlığı veya milli güvenliği, şehir içi toplu taşıma hizmetlerini, bankacılık hizmetlerinde ekonomik veya finansal istikrarı bozucu nitelikte olduğuna karar verilmesi durumunda altmış gün süreyle ertelenmesinin önü açıldı. Zaten “genel sağlığı, milli güvenliği, ekonomik ve finansal istikrarı bozduğu” gerekçesiyle Bakanlar Kurulu’nda olan grev erteleme yetkisi, şehir içi toplu ulaşım hizmetleri ve bankacılık sektöründeki grevleri de kapsadı. Böylece OHAL KHK’si ile “milli güvenliği bozucu” nitelikteki her grevin fiilen yasaklanması sağlandı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, iş dünyasının OHAL ile ilgili eleştirilerine “OHAL’i patronlar rahat etsin, işçiler greve çıkmasın diye kullanıyoruz” karşılığını verdi. Hükümet OHAL’in verdiği güçle 5 grevi yasakladı. 18 Ocak 2017 Asil Çelik grevi, 20 Ocak 2017 Birleşik Metalİş’in EMİS’e bağlı işyerlerindeki grevi, 20 Mart 2017’de Akbank grevi, 22 Mayıs 2017’de Şişecam grevi ve 5 Haziran 2017’de Mefar İlaç Fabrikası grevi; ya “ekonomik ve finansal istikrarı bozduğu” ya da “genel sağlığı ve milli güvenliği bozduğu” gerekçesiyle yasaklandı. Ancak AKP iktidarları döneminde OHAL yetkisi olmasa da 8 ayrı grev yasaklama kararı alınmıştı.
En temel OHAL direnişi
Akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça, binlerce OHAL mağdurundan ikisi. İşlerine geri dönme taleplerini iletmek için başkentin ortasında oturma eylemi yaptılar. Eylemlerini açlık grevine çevirdiler. Grevlerini tutuklansalar da sürdürdüler. Gülmen tahliye oldu, Özakça hakkındaki suçlamalardan beraat etti. Ancak tüm bunlara karşın görevlerine geri dönemedikleri için açlık grevlerini sürdürüyorlar.
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması