1969’un unutulamaz tanıklıkları...
“Padişah buyruğundan halk iradesine” İzmir’in işgali ile başlayan Gazi Meclis’i anlatan o tarihte yaşayan 16 milletvekili ile tanıklıklar.. Taylan Özgür’ün görüş alanım içinden arkasından bir sivil polis tarafından vurulmasının öyküsü. Yıldız’da Battal Mehetoğlu’nun camiden sabah namazından çıkan siyasal İslamcılar tarafından katledilişi..
“50 yıl önce dün müttefiklerin desteği ile Yunan ordusu İzmir’e ayak basmıştı” cümlesi ile girmişim 16 Mayıs 1969 günlü Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmaya başlayan “Padişah buyruğundan halk iradesine” başlıklı 19 gün yayımlanmış diziye.. O tarihlerde Gazi Meclis’ten yaşayan 16 milletvekili ile, kimileri İkinci Meclis’e katılmış, Kurtuluş Savaşı günlerinin önemli tanıklıklarının içinde yer almış 21 kişi ile görüşerek yaptığım, savaş ve Meclis anılarının dizisine..
Bugünün tarihi de 16 Mayıs. Yani 51 yılı daha eklersek, aynı cümleyi bugüne dönük “101 yıl önce dün müttefiklerin desteği ile Yunan ordusu İzmir’e ayak basmıştı” diye yazmam gerekiyor. Aslında gazetecilik çabası olarak ne kadar parlaksa, “gençliğin, cehaletin cesareti” anlamında bugünün penceresinden beni çok utandıran perde arkası gelişmeleri var..
Yeniden okuduğumda dizinin ilk iki sayfasında, Celal Bayar’ın anlattıklarından çok fazlasıyla kopya çektiğimi de görüyorum. Benim tarih bilgim diplerde, karşımda İttihat ve Terakki’den gelmiş, İş Bankası’nın kuruculuğunu da yapmış, 1950 - 60 Demokrat Parti’nin cumhurbaşkanı, ayrıntılarını bilemiyorum Yassıada yargılamalarında ya sorumluluklar eksikliği ya da ileri yaşı üzerinden üç idam infazı dışında kalmış Bayar’ın olup bitenlere giriş cümleleri beni öylesine çok etkilemişti ki hâlâ belleğimde..
1969’un sayfalarının öne çıkardığı sayfa fotokopilerindeki tarih sıralamasından, bu yazının yayımlanmış olduğu günler sonrasında, 6 Mayıs 1969 tarihinde Cumhuriyet’in birinci sayfa haberleri arasında, DP’lilerin siyasi haklarının iadesi girişiminin haberi de var. Daha sonraki tarihlerde Demirel ile İnönü’nün Bayar’a onurunun iadesine dönük görüşmelerinin, uzlaşmalarının geniş haberi de yer alıyor.
Unutmuşum, Bayar, dönemin titizliği içinde söyleşisinde anlattıklarının ismi ile yayımlanmasını istememiş olabilir. Ama benim için tarih bilgisi eksikliğim nedeniyle Yassıada sonrası günlerde, Mustafa Kemal’den hayranlıkla söz eden, “İttihat ve Terakki içinden gelen bizler yorgun çok çaresiz, çok yoksul halka, işgale direnin demeye kalksak, arkadan vurulabilirdik. Mustafa Kemal dehası, attığı stratejik adımlarla öylesine adım adım yol aldı ki..
Kurtuluş Savaşı destanı yazıldı..” cümlelerini kuran Bayar’a neler neler sorulmazdı ki.. Ya Mustafa Kemal’in en kritik dönemdeki Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşek’in, benim yaptığım söyleşiden sonra çok geç yayımlanan röportaj öncesi öldüğünü anımsarsak. Sağlığı bozuk, sesi çok kısık anlattıkları ile yetinmiş olmam ne büyük ayıp. Mustafa Kemal’in jestleri sonrası Lenin’in Kurtuluş Savaşı ve Gazi Meclis’in başarılı olacaklarından güvenli “Size nasıl yardım edelim? Hazırız” sözü sonrası, iki dışişleri bakanının, Tengirşek’le Sovyetler’in Dışişleri Bakanı Stalin’in masaya oturup, Büyük Taarruz’da kullanılacak olan silah ve cephanelerin alınmasının anlaşmasının yapıldığını bilebiliyor olsaydım..
Röportajı sözde 23 Nisan’a yetiştirecektim. Aksilikler üst üste. Dersim’in aşiret reisi çok hasta, görüşmek olanaksız, mektupla iletişim kurma çabası.. İnönü ile görüşebilmek için günlerle Ankara’da nöbetteyim.. Hasta, torunu yaşında olsam da bir kadının karşısına pijama ile çıkmayı reddediyor. Sonunda teyp ve çiçekle Otyam’ın eline sıkıştırılmış standart birkaç soru ile dolaylı görüşme sağlanıyor.
23 Nisan’a yetiştirilememiş dizinin yayını, İzmir’in Yunan işgali ile başlatılıyor.. Yazmaya kalkıştığımda cehaletimi, başarısızlığımı görmüştüm. Çare çırpınışında Otyam’dan kopya çekip bir şiirle, darmadağınık anıların ortak paydasını oluşturmaya çalışacaktım. Elimde Bulgaristan’dan göç röportajı için ilk gidişimde aldığım Nâzım Hikmet’in şiirlerinin ciltleri vardı. Dağınık anıların sentezi için en etkilendiğimden giriş ve son paragrafları alıverdim. Elbette o tarihlerde yasaklı Nâzım Hikmet’in adı konulamazdı.
Beni Cumhuriyet’e alan hocam Ecvet Güresin garanti kül yutmamıştı. Elinde sayfa provası, ahşap binadaki oda kapısını ayağı ile iterek karşıma dikiliverdi. “Bu şiiri nereden aldın” sorusundaki öfkeli tondan kanıt vermemem gerektiğini kavramıştım. “Bir antolojiden buldum” deyiverdim. “Göster bakayım” itirazına yanıtım yoktu. “Evde kaldı” demekle yetindim. Gözümün içine baktı baktı. Şiire kıyıp da dokunamadı. “Yarın bir şey olursa kovuldun” demekle yetindi.
TAYLAN ÖZGÜR, SİVİL POLİS ELİYLE SIRTINDAN VURULDU
68 kuşağının sol dinamikleri içinde kendilerini geliştirmiş gençliğinin, solun kırılmasında 1969 döneminde sağ iktidar olarak daha da güçlenmiş Demirel liderliğinde sağın, polis desteğinde tırmanışı çok acımasız çift ayaklı projelerinin bir bir sahneye konulması olarak ardı arkası kesilmeden, büyük bir çatışmacılık görüntüsü içinde, tek taraflı izansız saldırganlıklar olarak yaşanacaktı.. Öncelikli paylaşmak gereğini duyduğum 23 Eylül günü tanık olduğum. 24 Eylül günlü Cumhuriyet’in birinci sayfasında damgası vurulan serinkanlı cinayet ayrıntıları ile sayfamızdan izlenebilir. Gazeteden koşturarak çıktığımda, Küllük’ün arkasındaki salonda kavga çıkmış, İstanbul Üniversitesi Öğrenci Birliği kongresi dağılmıştı.
Meydanda üniversitenin ünlü polis komiserleri de aralarında, toplanmış kalabalık dağılmamıştı. Öte yandan İstanbul Üniversitesi de 68 kuşağının, üniversite senatosunun çark edilen kararları ile, yalanlarla reform sözlerinin tersine aldatılması, sürekli polis, İslamcı gruplar eşliğinde palalı saldırılar da içinde hedef tahtasında hep bedel ödeyenler olmaları gerçeği tırmanıştaydı. Deniz Gezmiş’in üniversiteden atılması ile gözaltı kararları birlikte gelmişti. Çaresiz binaların boşaltılması da aynı anda gündemdeydi. Nasılsa çıkanlar da bugünkü tramvay hattının olduğu meydana doğru geleceklerdi. Her koldan ne olup bittiğini öğrenmeye çalışırken çok yakınımdan bir silah sesi ile başımı çevirdim. Bana daha yakın sivil bir kişi, tabancasını beline sokmaya çalışırken, benden uzakta sırtından vurulmuş bir genç yüzükoyun yere düşüyordu.
Ankaralı Taylan Özgür’ün ismini duymuştum ama ne tanımam ne de uzaktan görebilmem söz konusuydu. Hemen yanı başımda silah sesine doğru dönmeyen, yakından tanıdığım üniversite komiserinin koluna yapıştım. “Bu tarafa baksana, adam silahını cebine sokuyor, arkadan bir genci vurdu, kaçacak” diyordum. “Hani nerde?” diyerek ters yöne dönmekte diretiyordu. Sivil silahlı çok yavaş, o tarihlerde sadece Emniyet görevlilerinin kullandıkları bir sivil cipe doğru yürüdü ve bindi. Park etmiş araç hemen hareket etti..
Değil yakalatmak, yakalamaya çabalıyormuş gibi bir kıpırdanışı bile sağlayamadım. Elbette tüm tanıklıklarım ayrıntıları ile fotoğraf olarak göreceğiniz gazetemizin birinci sayfasında ayrıntıları ile yerini alacaktı. Taylan Özgür’ün daha yakınlarında onu hem tanıyan hem de ayrıntıları görebilen arkadaşları da olmuş.
Haberler peş peşe, gün gün ayrıntıları ile verilmeye çalışıldı. Nafile çırpınışlar, bilinçli toplumsal örgütlenmelerin de desteğinde sonraki dönemlerde gösterilen tepkiler, kanıtlarla gerçekleri saptama çabaları anlamlı hiçbir sonuç getiremedi.
Taylan Özgür’ün çok ağır bir polis ajan-provokatörlüğünde katledilişinin cinayeti, günümüzde hâlâ faili meçhuller kayıtlarında. Akıl almaz sivil iktidar gücü devlet adına kullanılıyor olarak, öylesine ağır, kimileri Türk- İslam sentezli, giderek İslam kimliği ağır basıyor olarak, devlet içindeki ne kadarı ile iç, ne kadarı ile dış odaklı boyutları bilinmez provokasyon eylemler, saldırılar, cinayetler dizisi yaşatıldı ki..
Sayfalara sığdırılabilecekler içinde ancak en çarpıcılarından birkaç örnekle, Cumhuriyet gazetesinin hakhukuk-demokrasi adına ilkeli duruş çabalarının kanıtlı yayınları ile yetinmek zorunda kalmayı sürdüreceğiz..
Taylan Özgür’ün vurulması tanıklığının hemen sonrasında 28 Eylül günü gazetemizde yayımlanmaya başlanan üç günlük dizimden, ancak bir paylaşımla derdimi anlatma çabası içinde olabilirim.. 1968 işgalinde aynı üniversite gençliği içtenlikli bir eğitim reformu, üniversite çabasında katkı yapabilmek için çırpınırken..
Aynı kadrolardan oluşmuş üniversite yönetimi, Rektör Egeli sanki iyi niyetli çalışmalar yolunda çabalar için söz vermiş anlaşmış gibiydiler. Öğrenci gençlik, binaları eksiksiz, zarar vermeksizin teslim etmek için çok büyük özen göstermişti.
Bir yıl içinde, bir siyasal İslamcı palalı saldırılar, cinayetler, bir polis baskını, bir olumsuz üniversite yönetim kararları ile cezalandırılıyor olarak, durmadan can kaybediyor, kanı akıyor, dayak yiyor, hapiste yatıyor, işkence görüyordu, okuldan atılma cezaları tuz biber oluyordu ki.. koruma adına silahlanma çaresizliğinin kaosuna sürüklenme başlamıştı.. Dizinin ilk başlığını görsel olarak sizlerle de paylaşmakla yetinmeliyim..
YILDIZ’DA BATAL MEHETOĞLU’NUN KATLEDİLİŞİ
Sabah namazından çıkan bir grup silahlı saldırganın Yıldız’da bir öğrenciyi öldürdüğü haberini alıp koşturduğumda, yurt müdürünün odasında yatan koca bedenli bir gencin cesedi ile karşı karşıya kaldım.
Daha altı gün önce bir başka arkadaşı aynı yerde aynı yöntemle katledilmişti. Mehmet Sevinçbüyük, açılan ateşle vurularak ölmüş, birçok yaralanma da yaşanmıştı. Yurt müdürünün odasında arkadaşının cesedi önünde gazetecilere açıklama yapan arkadaşı, olası saldırılara karşı yurt kapısında araba içinde nöbette olduklarını anlatıyordu. Fotoğraf karesinden yakından göreceğiniz üzere gazeteci arkadaşlar arasında ben de not tutuyordum.
Deniz Gezmiş bir önceki nafile suçlama, ihbar sonrası cezaevlerinde, Emniyet’te neler yaşamıştı bilemem. Cihan Alptekin de içlerinde içeri alınıp alınıp serbest bırakılmak zorunda kalınan pek çok arkadaşı gibiydi. Savcının gelmesi saatlerle beklenirken, canı sıkkın Deniz, tanıdığı yurt müdüründen duvarda asılı av silahına bakıp bakamayacağını sormuştu.
27 Aralık günü Nadir Nadi, İlhan Selçuk, Velidedeoğlu kendi
köşelerinde Battal Mehetoğlu’nun sabah namazında camiden çıkan siyasal
İslamcılar tarafından katledilmesi olayı ile birlikte, çok sayıda gencin faili
meçhul cinayet halkaları içinde öldürülmeleri saldırılara hedef olmalarının
anlamı üzerinden görüşlerini paylaşıyorlardı.
“Boş, alabilirsin” cevabı üzerine de acısını dağıtmak üzere kendini dışarıya attı. Yere çömeldi, silahın orasını burasını kurcalıyordu.. Bizim foto muhabiri arkadaşlarımızın birkaçı birden Deniz’in peşinde, uzaktan yere yatıp zumla fotoğraf çekmeye başlamışlardı. Yine başına bir iş gelebileceğini sezinlemiş, “At o saçma silahı elinden” diye bağırmıştım.
Tepkimi anlamamış, “Silah boş, müdür oyalanmam için kendi verdi” demekle yetinmişti. “Oğlum kafan basmıyor mu? Boyun uzun, tipin bozuk, mimlisin. Her fırsatta başına bir çorap örülüyor. Ne zaman akıllanacaksın?” anlamında söylenip duruyordum..
Can sıkıntısı, yüreğinin acısı ile bana takılmayı seçmiş “Boş ver abla, acı patlıcanı kırağı çalmaz” tekerlemesiyle devam etti.. Ertesi günü kaygılanmakta ne kadar haklı olduğumu gördüm. Birden fazla gazetede, birinci sayfadan yayımlanan fotoğraflı resminde, “Deniz Gezmiş, Yıldız’da yaşanan silahlı çatışmanın içinde” türünden haberler boy göstermişti. Elbette bir kez daha uzun soluklu cezaevi günleri gündeme girecekti..
En Çok Okunan Haberler
- Op. Dr. Dericioğlu başında poşetle ölü bulundu
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Suriye'nin yeni başbakanından ilk açıklama
- ‘Hepinize test yapalım, bakalım kim ne kadar geçiyor!’
- Erdoğan'ı protesto eden gençlere işkence iddiasına yanıt