21. yüzyılın başında Türk kadını: Sadece adı değil, kendisi de yok

Cumhuriyet döneminin başında medeni haklarını elde eden ve toplumda hemen her alanda ön sıralarda yer alan Türk kadınının 21. yüzyılın başında “yok” sayıldığı görülmektedir. Ülke nüfusunun yarısı, 2002 yılından itibaren sistematik olarak toplumsal yaşamın dışına itilmiştir.

21. yüzyılın başında Türk kadını: Sadece adı değil, kendisi de yok
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 08.07.2013 - 09:35

Devletin Kadına Bakışı: 20. yüzyılda Türkiye’de devletin kadına bakışını en iyi tanımlayan kuruluş “Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü”dür. “Kadının statüsü” gibi Türkçe olmayan, toplumun çoğunluğunun anlayamadığı bir kavramı içeren bu kurum isminin, uluslararası toplumda öne çıkan kadınlara karşı ayrımcılığın önlenmesi çalışmalarının Türkiye’de de varlığını ve önemini dış dünyaya göstermek üzere yüzeysel olarak benimsendiği düşünülebilir. 1990 yılında Başbakanlık’a bağlı olarak kurulan bu müdürlük, yıllar boyunca bakanlıklar arasında dolaştıktan ve 2002 yılında müsteşarlık düzeyinde örgütlenmek üzere hazırlanan yasa taslağının seçimler nedeniyle TBMM’ye getirilememesinden sonra, 2011 yılında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlanmıştır. Kadınlarla ilgili sorun ve politikaların saptanması ve yürütülmesini tek başına bir kadın bakanlığına vermek yerine bir genel müdürlük olarak örgütlemek, devletin kadına bakışını yansıtmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasaları ve Yasalarında Kadın Hakları Kadın ve erkeklerin eşit hakları olduğunu 1961 ve 1982 anayasalarının 10. maddeleri açıkça belirtmektedir. Türk Medeni Kanunu, İş Kanunu, Devlet Memurları Kanunu, Türk Ceza Kanunu, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, kadınların toplumda ve iş yaşamındaki hakları ile ilgili hükümleri içeren kanunlardır. Anayasa ve yasalar, kadınların evrensel haklarını koruyan ve toplumsal yaşamda eşit olduklarını belirten temel hükümleri içermektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Taraf Olduğu Kadın Hakları ile İlgili Temel Sözleşmeler T.C. Anayasasının 90. Maddesi, “usulüne göre yürürlüğe konulmuş olan uluslararası anlaşmalar kanun hükmündedir,” demektedir. Bu konuda kadın hakları ile ilgili olarak Türkiye’nin taraf olduğu üç uluslararası sözleşme bulunmaktadır. Kadınların Siyasi Hakları Sözleşmesi, 1953 yılında Birleşmiş Milletler tarafından onaylanmış ve 1960 yılında Türkiye anlaşmaya taraf olmuştur.
Türkiye’nin taraf olduğu ikinci sözleşme olan Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) ise, Birleşmiş Milletler tarafından 1979 yılında yürürlüğe konulmuş; Türkiye sözleşmeyi 1985 yılında imzalamıştır.
Türkiye’nin taraf olduğu üçüncü sözleşme, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) ise, Birleşmiş Milletler tarafından 2011 yılında yürürlüğe konulmuş ve Türkiye sözleşmeyi aynı yıl imzalamıştır.

KADINLARIN TOPLUMDAKİ YERİNİ SAPTAMAYA YÖNELİK ULUSLARARASI ÖLÇÜTLER

Kadınların bir ülkedeki toplumsal konumunu değerlendiren, ülkeleri kadınlara tanıdıkları eşitlik açısından sıralayan ve her yıl yayımlanan uluslararası iki rapor bulunmaktadır. Bunlardan biri Birleşmiş Milletler Kalkınma Örgütü (UNDP) tarafından her yıl yayımlanan İnsani Gelişmişlik Endeksi; diğeri ise, Dünya Ekonomik Forumu (WEF) tarafından yine her yıl yayımlanan Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’dur.
Bu raporlar dünya ülkelerinde cinsiyet eşitsizliğini, kadınların politik ve ekonomik yaşama katılımları, gelirleri, sağlık ve eğitim durumları ile ilgili verileri karşılaştırmakta ve sıralamaktadır. İnsani Gelişmişlik Endeksi cinsiyet eşitsizliği sıralamasında, Türkiye genel sınıflandırmada 186 ülke arasında 68. sırada yer almaktadır. Özellikle cinsiyet eşitsizliğine odaklanan Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’nda ise, Türkiye değerlemeye alınan 135 ülke içerisinde 124’üncü sıradadır. Aşağıda yer alan her iki raporun genel verilerini yansıtan Tablo: 1 ve 2’de Türkiye’nin genel konumu verilmiştir. Bu tablolarda, İnsani Gelişmişlik Endeksi’nde, 2013 yılında genel gelişmişlik sıralamasında 90’ıncı sırada yer alan Türkiye ile 1’inci sıradaki Norveç, 4’üncü sıradaki Hollanda ile 20’nci sıradaki Fransa karşılaştırılmaktadır. Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu ile ilgili karşılaştırmalara çarpıcı bir gelişme gösteren Burundi de katılmıştır.

KADININ POLİTİK YAŞAMA KATILIMI

Türk kadını, Türkiye’nin 1960 yılında imzaladığı Birleşmiş Milletler Kadınların Siyasi Hakları Sözleşmesi’nden otuz yıl önce, 1930 yılında, oy verme hakkını; 1934 yılında da seçilme hakkını elde etmiştir. Uluslararası alanda Türkiye ile karşılaştırdığımız Norveç’te kadınlar oy verme hakkını kısmen 1907’de, 1913’te ise, seçme ve seçilme hakkını tümüyle elde etmiş; Hollanda’da kadınlar oy verme hakkını 1917 yılında, seçilme hakkını 1919’da; Fransa’da ise, seçme ve seçilme hakkını ancak 1945 yılında elde etmiştir.
Türk kadınının 1935 yılında TBMM’ye % 4,5 oranında katılımı, sonraki yıllarda hızla azalmış ve ilk seviyesine ancak 2002’de tekrar ulaşabilmiştir. Özellikle kamu kesiminde kadının çalışan ve yönetici olarak temsili çok düşüktür. Bu oranın 1945’te bu hakkı elde etmiş Fransız kadınlarının yarısı seviyesinde olduğu dikkati çekmektedir. Seçme ve seçilme hakkını ancak 1960 yılında elde edebilen ve 1982 yılında ilk kadın milletvekilini seçen Burundi’de kadınlar parlamentoda % 35 oranında temsil edilmekte ve Türkiye’den çok üstün bir seviyede yer almaktadır.
Türkiye’de Kadınların Ekonomik Yaşama Katılımı İnsani Gelişmişlik Endeksi’nde kadınların işgücüne katılım oranı, temel eşitlik ölçütü olarak kullanılmaktadır. Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporunda ise, cinsiyet eşitsizliğinin değerlendirilmesinde kullanılan ölçütlerden işgücüne katılımın yanında kadınların toplumda ekonomik yaşamla ilgili erişebildiği fırsatlar ve elde ettiği gelirler de değerlemeye alınmaktadır. Tablo: 2’de, önündeki ekonomik fırsatlar ve katılım açısından dünya toplumlarının çok gerisinde olan Türk kadınının gelirinin de çok gerilerde kaldığı görülmektedir.
Genel olarak toplumlarda kadının ekonomik yaşama katılımının sağlanamaması veya teşvik görmemesi, ülkedeki refah artışı ve refahın dağılımını da olumsuz etkilemektedir. Zira kadınların toplumdaki eşitliğinin sağlanması, ekonomik piyasalara daha kolay erişimi, eğitim ve sağlıklarının daha iyi olmasını sağlamaktadır. Kadının emeğinin karşılığı bir gelire sahip olması, ev içindeki kararlara daha çok katılımını sağlamaktadır. Anneler gelirlerini daha çok çocuklarına harcamaktadır. Artan çocuk refahı, eğitimdeki başarının yükselmesine ve uzun vadede toplumda verimlilik artışına da yol açmaktadır. Kadının ekonomik yaşama katılımı, yoksulluğun azaltılmasında da etkilidir. (Bkz. Şekil: 1) 2012 yılında Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’nda işgücüne katılım konusunda birinci sırada yer alan Burundi, bu raporun kapsamına ilk olarak 2011 yılında, genel sıralamada 24’üncü olarak girmiştir. Bu rapora girmesindeki en önemli etken, kadınlara toplumda sağlanan ekonomik fırsatlar ve işgücüne katılım sıralamasında ilk sıralarda yer almasıdır.
Tablo 2’deki verilerde görüldüğü gibi kadının ekonomik güç elde etmesi, toplumsal katılımını sağlamakta, politik gücü de beraberinde getirmekte, sonuçta ülkenin refahına ve insani gelişmişliğine olumlu katkıda bulunmaktadır.

KADINLARIN EĞİTİM DURUMU

Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu, kadınların eğitime katılımını ön plana almakta, İnsani Gelişmişlik Endeksi ise, kadınların sahip olması gereken en az eğitim düzeyine önem vermektedir. Şekil: 2’deki verilere bakarak, Türkiye’de 15 yaş üstü kadınların % 11’inin okuma yazması olmadığını söyleyebiliriz. Okuma yazması olmayanların çoğunluğu ileri yaşlardadır. Devlet, ülkedeki kadınların % 3’ünün eğitim durumu hakkında bilgiye sahip değildir. Sonuç olarak, kadınların % 20’sinin hiç formal temel eğitim görmemiş ve/veya formal bir temel eğitimi tamamlamamış olduğu anlaşılmaktadır. Şekil:2’deki 15 yaş üstü en az orta eğitimli nüfus oranı olan % 40, genç nüfus içinde kadınların eğitim düzeyinin 25 yaş üstü orta eğitimli nüfustan daha yüksek olduğunu göstermekte ve daha olumlu bir tabloyu yansıtmaktadır.
Yine de bu karşılaştırmalı eğitim eksikliği, Türk kadınının Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’ndaki 124’üncü sıradaki yerinin nedenlerinden birisidir. Son yıllarda devletin çocukların okullaştırılmasına verdiği önem ile annelere çocukları okula göndermeleri için her ay verdiği parasal destekle okullaşma oranları yükselmiştir. Diğer taraftan, 4+4+4 yasasıyla ilk dört yıldan sonra okula devam zorunluluğunun ortadan kalkmış olması nedeniyle kadınların eğitim tablosundaki durumunda gelecekte bir iyileşme olasılığı da görülmemektedir. Yukarıdaki şekilde görülen eğitim tablosu ve mevcut eğitim yasası ile Türkiye’de kadınların ekonomik yaşama katılımlarının yükselmesi beklenmemelidir.

TÜRKİYE’DE KADIN SAĞLIĞI

Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporunda Türk kadınlarının sağlık ve uzun yaşam açısından karşılaştırma yapılan ülkelerden Fransa hariç, hepsinden daha iyi durumda olduğu gözükmektedir. Yaşam süresinin uzaması, Cumhuriyetin sağlık alanındaki kazanımları, bulaşıcı hastalıklar için aşılamanın yaygınlaşması, su ve elektriğin yaygınlaşarak, yaşam koşullarının göreli olarak iyileşmesine bağlıdır. Sağlık konusunda İnsani Gelişmişlik Endeksi’nde yer alan diğer ölçütler dikkate alındığında ise, kadınların iyi durumda olmadığı gözlenmektedir. Türkiye’de kadınların yaşamını ve sağlığını ilgilendiren en önemli iki konu erken yaşta doğumlar ve doğum sırasında ölümlerdir. Her iki ölçüt açısından Türkiye, insani gelişmişlikte çok gerilerde yer almaktadır.
Doğumda anne ölüm oranı, Türkiye’de yıllar boyunca azalan bir eğilim göstermiştir. Bugün ise, sezaryenle doğumların maddi gerekçelerle baskılanması, asılsız dini gerekçelerle doğum kontrolünün dışlanması ve kürtajın kısıtlanması, kadınların 3-5 çocuk doğurmaya teşvik edilmesi, önümüzdeki yıllarda daha yüksek oranlarda bebek ve anne ölümlerinin istatistiklere yansıyacağının habercisidir. Kadınların kendi yaşamları ile ilgili karar verme, yaşam ve sağlık haklarının ihlali olan bu politikalar nedeniyle gazetelerde her gün birçok anne ve bebek ölüm haberi yer almaktadır.
Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporunda, Türk kadınlarının 15-19 yaş arası % 30,5 doğurganlık oranı, diğer ülkelerin çok üzerindedir. Türkiye’de 15-19 yaş arasındaki kadınların % 29,2’si evlidir.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı araştırmasına göre 2012 yılında 15 yaş altında kadınların doğum sayısı 377; 15-17 yaş arası 21. 992; 17-19 yaş arası ise, 69. 122’dir
Gelişmiş Batı ülkelerinde 18 yaş altındakiler “çocuk” olarak nitelendirilmektedir. 19 yaşından küçüklerin kendi fiziksel ve ruhsal gelişimlerini tamamlamamış olmaları nedeniyle doğum yapmaları hem kendi sağlıkları hem de bebeklerin sağlığı açısından sakıncalıdır.
Zorunlu eğitim süresinin kısaltılması ile özellikle gelecek yıllarda küçük yaşlardaki kızların okula gitmek yerine evlendirilmeleri, çocuk annelerin sayısını artıracak ve dolayısıyla gelecek yıllar içinde daha yüksek küçük yaşta doğum oranlarının ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır. Bu durum her iki endekste Türkiye’nin yerinin daha aşağılara çekilme olasılığını artırmaktadır.

KADINLARIN İŞGÜCÜNE KATILIMI VE İŞSİZLİK

Yukarıdaki tablolardaki verilere ek olarak 27 AB ülkesiyle karşılaştırdığımızda, kadınlarının işgücüne katılımının en düşük olduğu ülkenin Türkiye olduğunu görmekteyiz. Aşağıdaki Şekil: 3’te, 27 AB ülkesinde, 15 yaş üstü kadın ve erkeklerin istihdam oranları gösterilmektedir
İnsani Gelişmişlik Endeksi’nde kadınların eğitim düzeyi ile ilgili ölçütlerde, işgücüne katılması beklenen 25 yaş üstü en az orta eğitimli kadınlar ile işgücüne katılım oranlarının birbirine yakın olduğu gözlemlenmektedir. Kadınların eğitim düzeylerinin yükselmesi, ekonomik yaşama ve işgücüne katılma oranını da yükseltmektedir. Tablo 1 ve 2’de görüldüğü gibi, Türk kadınlarının eğitim düzeyi ve işgücüne katılım oranı, insani gelişmişlikte ilk sıralarda yer alan ülkelerin çok gerisinde yer almaktadır. İşgücüne bu kadar az katılım, gelir sıralamasında da arka sıralarda kalınmasına neden olmaktadır. Kadınların gelir sahibi olmaması, Türkiye’deki % 19 düzeyindeki kadın yoksulluğunun başlıca nedenidir. Bu konuda 2009’dan sonra yayımlanmış resmi veri bulunmamaktadır.
Türkiye’de işgücüne katılım ve işsizlik verilerine baktığımızda, genel olarak kadınların işsizlik oranının erkeklerden biraz daha fazla olduğu görülmektedir. Kadınların eğitim düzeyleri yükseldikçe işgücüne katılım oranı da yükselmektedir. Mesleki ve teknik lise ve yükseköğretim görmüş kadınların işgücüne katılımı da daha yüksektir.
4+4+4 eğitim sisteminde zorunlu eğitim süresinin 4 yıla indirilmiş olması, gelecek yıllarda kadınların 4’üncü sınıftan sonra resmi okullara gönderilmeyerek, Kuran kurslarına yönlendirilmeleri sonucunu ortaya çıkaracaktır. Sayıları ve kontenjanları artırılan imam hatip okullarına gönderileceklerin ise, özellikle sanayide işgücüne katılımları sorunlu olacak ve ücretsiz aile işçisi olarak çalışmaya mahkûm olacaklardır.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı araştırmasına göre, kayıt dışı çalışan kadın oranı % 57,8’dir.
Kadınların istihdama katılmalarının önündeki en önemli iki engel, Türkiye’deki işsizlik oranının yüksekliği ve toplumsal baskıdır. İşsizliğin yüksek seyrettiği ve sendikaların güçsüzleştiği bir ekonomik ortamda işverenlerin kadın işçilere karşı ayırımcılık yapmaları doğal addedilmektedir.
Dini dünya görüşü, kadınlara daha geleneksel roller biçmekte, kadınların seçimlerini ve toplumsal alana katılımlarını kısıtlamaktadır.(Arat, 2010.) Demokratikmiş gibi gözüken kararlarla kadınların işgücüne katılımında yardımcı olacak sosyal yatırımlar ortadan kaldırılmaktadır. Bu baskıların, 2002 yılından beri kamusal alana egemen olan tutucu seçeneklerin yaygınlaştırılması ve kadınlara sağlanan sadaka niteliğindeki sosyal desteklerle daha da arttığı görülmektedir. (Buğra, Yakut-Cakar, 2010.)
Bu yorumlar, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı raporunda da teyit edilmektedir.

KADINA ŞİDDET

Uluslararası cinsiyet eşitsizliğini ölçen endekslerde kadına uygulanan şiddet üzerine bir ölçüt yer almamaktadır. Türkiye’deki kadına yönelik şiddetin 2002 yılından beri çok hızla artan verilerin çoğu için medya ve sivil toplum kuruluşlarının raporlarına başvurulması gerekmektedir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın raporuna göre, Türkiye’de kadınlar şiddet mağdurudur: Bu raporda aşağıdaki saptamalar yer almaktadır:
•Uğramış olduğu şiddeti başkasına anlatamayan kadın oranı % 48,5
•Yaşamında fiziksel şiddete uğramış kadın oranı % 39
•Ailenin eğitim ve refah düzeyi arttıkça, şiddet biraz azalıyor (% 27 - % 24)
•Kadına karşı şiddetin en yüksek olduğu bölgeler Orta ve Kuzey Doğu Anadolu
•Kırsalda şiddet daha fazla
•Kadınların % 7’si çocukluklarında cinsel istismar görmüş
• Her gün medyaya yansıyan öldürülen kadın sayısı ise, 1-2 arasında değişmektedir.

SONUÇ VE ÖNERİLER

Türkiye’de kadınlar eğitime eşit erişememeleri, ekonomik yaşama katılamamaları ve yoksullukları nedeniyle “eşitsizlik kapanına” sıkışmış durumdadırlar. Yukarıda sıralanan rakamlar, Türkiye’de kadınların yasal haklarını kullanamadıklarını göstermektedir. Toplumsal ve din eksenli dünya görüşü, kadınların yasalarla garanti edilmiş eğitim, miras, aile meskeni, sosyal güvenlik ve çocukları için kreş haklarının kullanılmasına engel olmaktadır. Egemen politik ve toplumsal baskı, kadınların yaşamları, bedenleri ve çalışmalarını ilgilendiren özgür seçim haklarını kısıtlamaktadır.
Kadının Türk toplumundaki eşitsiz konumunun düzeltilmesi için alınacak en önemli önlem toplumun eğitim düzeyini yükseltmektir. Avrupa’daki en yüksek insan hakları ihlalleri karnesine sahip olan Türkiye’de öncelikle, insan hakları konusunda güvenlik güçleri, yargıçlar, savcılar ve özellikle din adamlarının eğitimi şarttır. Din adamlarının yükseköğretim görmesi bir ön koşul olmalıdır.
Kadınlara ve her türlü şiddete karşı “0” tolerans politikası uygulanmalıdır.
Kamuda ve siyasi partilerde kadın kotalarının konulması ve titizlikle uygulanması, kadınların toplumsal yaşamda görünür olmasında öncü olacaktır. Bunun için yasa veya başka tedbirlere gerek bulunmamaktadır. Yasalarla belediyelerin kurması zorunlu olan kadın sığınma evlerinin kurulması ve denetlenmesi gereklidir. Kadın konusunda sivil toplum kuruluşlarına terk edilmiş olan ortama, kamunun sahip çıkması ve görevini yerine getirmesi gerekir.
Vurgulanması gereken konu, toplumun yarısının haklarının kısıtlanmasının, toplumsal ve ekonomik yaşamdan dışlanmasının hiçbir ülkeyi refaha ulaştırmayacağıdır. Bu konuda endekslerdeki Norveç kadınının toplumsal ve ekonomik konumu en iyi örneği oluşturmaktadır.
Not: Bu yazı, 30 Mayıs 2013 tarihinde Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi ve KAYAUM tarafından düzenlenen “21. Yüzyıl için Planlama” toplantısının “İnsan ve Planlama I” sunumunun bir bölümünü oluşturuyor.
 

KAYNAKLAR:

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, (2013), Türkiye’de Kadın, Ankara
Yeşim Arat, (2010), “Religion Politics and Gender Equality in Turkey: Implications of a democratic paradox”, Third World Quarterly, 31(6): 869-883.
Ayşe Buğra ve Burcu Yakut-Cakar, (2010),“Structural Change, The Social Policy Environment and Female Employment in Turkey”, Development and Change, 41(3): 517-538.
A. Morrison, D. Raju, N. Sinha, (2007) World Bank, Gender Equity, Poverty and Economic Growth, Policy Research Working Paper 4349, s.2. Eurostat, 2013.
 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler