3 Mart: Cumhuriyetin Laik Niteliklere Kavuşması...

3 Mart: Cumhuriyetin Laik Niteliklere Kavuşması...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 02.03.2013 - 07:17

Atatürkçüler, çağdaşlaşmadan yana olanlar, eleştirel aklın önderliğini savunanlar, yurttaş olmamızın en büyük adımı 3 Mart gününü unutmamalıdırlar. Çünkü 3 Mart, Türk aydınlanmasının başlangıç günüdür, yurttaş olmamızın en büyük adımıdır.

Üç buçuk yıl süren anti-emperyalist karakterli bağımsızlık savaşından sonra, 29 Ekim 1923’te devlet şekli olarak “Cumhuriyet Modeli”nin seçilmesi, bunun TBMM tarafından anayasaya konularak ilan edilmesi, yüzyıllar boyunca padişahlıkla yönetilen Türk toplumu için çok ileri bir adımdı.

Cumhuriyetin ilanı bütün dünyada büyük yankı yaptı. Ancak Batı dünyasında, bu konuda kuşkulu sorular da ileri sürülmeye başlandı.
İlan edilen bu cumhuriyet nasıl bir modeldir? İçeriği ve niteliği nedir? Otoriter bir cumhuriyet midir? Demokrasiye açık bir cumhuriyet midir? Yoksa din kurallarını öne çıkaran dine dayalı bir cumhuriyet midir?
Bu soruların yanıtları henüz açık değildi... Batılı yazarlar, siyaset bilimciler ve yabancı devletlerin diplomasi çevreleri, Türkiye’de ilan edilen siyasal rejimin din kurallarına dayalı bir cumhuriyet olacağını varsayıyorlardı. Dayandıkları temel gerekçeler ise bir toplum, 700 yıllık geleneklerini bir anda söküp atamazdı... Türkler, toplum katmanlarının derinlerine kadar inen din kurallarının egemenliğinden kolayca sıyrılıp kurtula
mazdı... Öyleyse ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti, ancak din kurallarına dayalı bir “din devleti”, “dinsel bir cumhuriyet” olabilirdi.
Bu düşünce kalıbı, aslında karşı çıkılamayacak sosyolojik temellere dayanıyordu. Şöyle ki 1071 yılından beri Anadolu’da egemen olan devletler; Selçuk devleti, beylik devletleri ve daha sonra 700 yıl süren Osmanlı İmparatorluğu, temelde din kurallarını rehber alan devletlerdi. Bu modelden bir anda kopmak ve ayrılmak olana
k dışıydı...
İşte, 29 Ekim 1923’ten 4 ay sonra, 3 Mart 1924’te kabul edilen yasalarla yukarıda özetlediğimiz bu düşünce tersyüz edildi.

Devrim yasaları

3 Mart 1924 günü, uzun süren görüşmeler sonunda TBMM, üç temel devrim yasasını kabul etti. Bu yasalar:
1. Halifeliğin İlga Edilmesi (Kaldırılması) Yasası.
2. Şeriye ve Evkaf Bakanlığı’nın Kaldırılması Yasası.
3.
“Tevhid-i Tedrisat” (Eğitimin Birleştirilmesi) Yasası.
TBMM tarafından kabul edilen bu üç yasa, nitelikleri ve içerikleri yönünden çok büyük bir devrimdir. Bu üç yasa ile aslında, Osmanlı’dan gelen dine dayalı teokratik devlet yapısı yıkılıyor, laik temellere dayalı cumhuriyet modeli konuluyordu. Bu üç yasanın kabul edilmesiyle, aslında
Türk Aydınlanma Devrimi gerçek olarak başlıyordu.
1924 yılı başında
Atatürk, Başbakan İnönü’ye gönderdiği bir iletide, halifelikle ilgili olarak “Halifeliğin din ve siyaset açısından hiçbir anlamının kalmadığını, hilafet makamının en nihayet tarihi bir hatıra olmaktan öte fazla bir önemi olmadığını; Türkiye Cumhuriyeti’nin safsatalarla varlığını, bağımsızlığını tehlikeye atamayacağını” belirtmişti.
İşte 3 Mart’ta Atatürk’ün bu düşüncesi eyleme geçiyordu.

Toplumun laikleşmesi

Bu yasalardan “Eğitimin Birleştirilmesi Yasası” ile eğitim şeriat kurallarının etki ve baskısından kurtarılıp çağdaş eğitim modeline yöneliyordu.
Dinsel koşulları temel alan eğitim yerine, eleştirel aklı öne çıkaran çağdaş ve evrensel eğitim modeline dönülüyordu.
Bu yasalarla devletin ve toplumun laik kurallar çerçevesinde yapılanmasının önü açılıyordu.
Daha sonra, toplumsal devrimler adım adım birbirini izledi. Öncelikle hukukun laikleşmesi yönünde adımlar atıldı. Hukuk ve bilim din kurallarının baskı ve egemenliğinden
kurtarıldı.
Hilafetin kaldırılışıyla devletin laikleşmesi gerçekleşiyor, çağdaş bir toplum için gerekli olan Yurttaşlık Yasası, Borçlar Yasası, Ticaret ve Ceza yasalarının kabul edilmesiyle hukukun laikleşmesi ve çağdaşlaşması sağlanıyordu.
Türbe, tekke ve zaviyelerin kapatılması ve harf devriminin yapılmasıyla kültür ve toplumun laikleşmesi yönünde büyük adımlar atılıyordu.

Tutucu iktidarların \tpolitikaları\t

Çok partili düzene geçtiğimiz 1950 yılından bugüne, tutucu iktidarlar daima 3 Mart Devrim Yasaları’nı baş hedef almışlardır. Bu yasaları bozmak, tersyüz etmek için gayretler hiç durmamış, giderek yoğunlaşmış, günümüzde de en üst düzeyde amacını sürdürüyor.
1955 yılında
Menderes’in DP grubuna söylediği “Siz hilafeti bile geri getirebilirsiniz” sözü boşuna değildir. Köy Enstitüleri’nin ve Halkevleri’nin kapatılması, aslında 3 Mart Devrim Yasaları’na karşı duruşun somut göstergeleridir.
Tutucu siyasal iktidarlar, sürekli olarak özellikle
“Eğitimin Birleştirilmesi Yasası”na karşı çıkmışlardır.
Gereksinme ve gerçek ihtiyaç düzeyine bakılmadan sürekli sayıları artırılan imam-hatip okulları, alabildiğine çoğalan ve yaygınlaşan Kuran kursları, geçen yıl yasalaşan 4+4+4
“ucube modeliyle” eğitimin dinselleştirilmeye yöneltilmesi, kız çocuklarının eğitimden uzaklaştırılıp toplumdan koparılarak erken evliliklere özendirilmesi, hepsi ama hepsi 3 Mart yasalarına karşı gelme amacından kaynaklanıyor.

Atatürkçüler birleşmelidir

Atatürkçüler, çağdaşlaşmadan yana olanlar, eleştirel aklın önderliğini savunanlar, yurttaş olmamızın en büyük adımı 3 Mart gününü unutmamalıdırlar.
Çünkü 3 Mart, Türk aydınlanmasının başlangıç günüdür, yurttaş olmamızın en büyük adımıdır.
Çünkü 3 Mart Devrim Yasaları, Ortadoğu’da ve tüm İslam coğrafyasında bir toplumun ortaçağın karanlık dogmalarından ve feodal yapısından kurtarılıp aydınlanma yoluna girişinin en büyük adımıdır.
Türk aydınlanmasının temellerini tersyüz etmek isteyenlere karşı bütün Atatürkçüler, bütün ilerici güçler birleşmelidir.
Atatürk devrimcileri, toplumsal gelişmenin geriye götürülemeyeceğini, akan suların tersine döndürülemeyeceğini tarihsel olarak kanıtlamak zorundadırlar.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler