5 metre karede acı yaşam
Eskiden bekar odalarıyla ünlü olan Eminönü Küçükpazar, şimdi Suriyeli sığınmacıların hayat mücadelesine ev sahipliği yapıyor. Suriyeliler savaşın acı yüzünden kaçtılar, belki hayatlarını kurtardılar ama bu kez sefil bir yaşamda tutunmaya çalışıyorlar.
Ali, Suriye’de çatışmaların başlamasından bu yana Türkiye’ye gelen 400 bin sığınmacıdan yalnızca biri. Kamplardaki aşırı kalabalık, ayrımcılık, şiddet, taciz ve tecavüz olaylarından kaçarak büyükşehirlere yerleşen yüzlerce aileden birinin reisi Ali. İstanbul’un tutunamayanlarıyla ünlü semtinde, 5 metrekare bir odada, karısı ve üç kızıyla birlikte hayat kurmanın çabasında. Biz de Ali ve onun durumunda olan, sayıları bugün itibarıyla büyükşehirlerde 225 bini bulan Suriyeli sığınmacılara ulaşmaya, onlarla içinde bulundukları koşulları konuşmaya çalışıyoruz. İstanbul’da en yoğun olarak yaşadıkları üç bölgeye, Eminönü Küçükpazar, Küçükçekmece Kanarya ve son olarak Yenibosna’ya gidiyoruz. Önce Küçükpazar’dayız…
Bekâr odaları
Çürük, dağınık halde duran pansiyonların yanı sıra, içinde hiçbir şeyin, sigaranın bile çeşidinin bulunmadığı birkaç bakkal ve kahvehanenin birlikteliğinden oluşan Araplı Çeşme Sokak, en çok da “bekâr odaları” ile ünlü. Uzun süre, Anadolu’dan İstanbul’a çalışma hayaliyle gelen gençleri ağırlayan bu sokakta, bugünlerde yalnızca Suriyeli sığınmacıların sesi yankılanıyor. İlk iş bir pansiyona girmeye çalışıyoruz, ama kapıda oturan 50 yaşlarındaki adam, buna izin veremeyeceğini söylüyor. Geçen hafta mahalle muhtarının sokaklarını ziyaret ettiğini, herhangi bir gazetecinin gelmesi halinde konuşup görüntü vermemeleri için sıkı sıkı tembih ettiğini anlatıyor. İçeri girmemize izin verirse, başının belaya gireceğini söylüyor. Buna anlam veremeden birkaç adım geri atıp soluğu yeniden sokakta alıyoruz.
Gözümüzün içine bakarak geçip giden insanların çoğu Suriyeli, Türkçe bilmedikleri için sorularımıza yanıt alamıyoruz. Nihayet kendiliğinden yanımıza gelip “Buyrun?” diyen bir Suriyeli sığınmacıya kendimizi tanıtıyoruz. Biz konuşurken etrafımızı saran çocuklar, kollarımızdan çekiştirerek para istiyor. Önce bir, ardından bir esnaf daha, dükkânından çıkıp bizi göz hapsine alıyor. İşler yavaş yavaş çözümsüzlüğe doğru sürüklenirken, adının Ali olduğunu söyleyen Suriyeli sığınmacı, bizi yaşadığı yere götürmeyi kabul ediyor.
Keskin koku
En az 50 yıllık bir apartmanın ikinci katında, 5 metrekarelik bir odada, Ali, karısı ve yaşları 1 ila 7 arasında değişen üç çocuğu birlikte kalıyor. Odaya adım attığımızda burnumuza gelen keskin kokunun sebebi, yerlere yığılmış çöpler, yemek artıkları, izmaritler, kaynağı belirsiz çamurlu su birikintilerinin yalnızca ortak kullanım alanlarının değil, odaların da bir parçası haline gelmiş olması. Tek kişinin sığabileceği bir sedir ve küçük ekran bir televizyon, o odada yaşayanların tüm dünyası olmuş. Aslında, 4 katlı apartmanın her katında 6-7 ayrı oda bulunuyor ve her oda için de durum aynı, her biri bir aileyi barındırıyor. En az 50 kişinin yaşadığı katta ortak banyo mevcut, tabii hijyenden bahsetmek söz konusu bile değil.
Yeterli havalandırma, aydınlatma ve ısıtma olanakları yok. Makarna, patates ve soğandan oluşan yemeklerini koridorlarda pişirip merdivenlerde yiyorlar. Ve işin belki de en ilginç kısmı, Suriyeli sığınmacılar bu odalar için aylık tam 400 lira kira ödüyor.
‘Başınızın çaresine bakın’
Ali ve ailesi, 1 ay önce Suriye’den kaçarak Türkiye’ye gelmiş. Önce Şanlıurfa’da kampa yerleşmişler ancak şartlar uygun olmadığı için ertesi gün İstanbul’a göç etmişler. Ali, kamplarda insanların üst üste yaşadığını, bu nedenle büyük sorunlar olduğunu söylüyor:
“Urfa tarafındaki kampa gittik yer bulamadık. Bir gece kaldık yalnızca, onda da çocuğum kayboldu. Bu yüzden çıkmaya karar verdik. Sınırda ya da kampta hiçbir şekilde kayıt altına alınmadık, ne girişte ne de çıkışta. Zaten Türk yetkililer de bize başımızın çaresine bakmamızı söyledi. Biz de buraya geldik. Tanıdık yok ama dil var, hem insan İstanbul’da kaybolmaz.”
Çocuğun süt parasını bulamıyorlar
Ali, günlük 15- 20 lira karşılığı duvar boyacılığı yaparak kazandığı parayla kirasını ödüyor. İçinde bulunduğu koşullar için “herkes aynı şeyleri yaşıyor” diyor: “Suriye’de arabam vardı, bağım ve koyunum vardı, hepsi gitti. İstanbul çok pahalı ama yapacak başka bir şeyimiz yok. En azından çocuklarımız yanımızda. Gün oluyor iş buluyorum, gün oluyor bulamıyorum. Mesela bugün yağmur yağıyor iş yok, çocuğun süt parasını çıkaramıyorum. Ailede bir çalışan ben varım. İlerisi için birikim yapıp ya Diyarbakır’a ya da Urfa’ya yerleşmeyi düşünüyorum.”
Ali bu sırada bir sigara yakmak için izin istiyor. Çocukların ikisi her an annelerinin kucağında, iri gözleriyle bize şaşkın şaşkın bakıyorlar. O ana kadar konuşmayan anneleri, bu arayı fırsat bilip kırık dökük bir dille “evli misin” diye soruyor. “Hayır” yanıtı, yüzünü güldürüyor: “Evlenme, sonra böyle olursun.”
Yeni tacirler türemiş
Peki Ali ve ailesine herhangi bir yardım yapılmıyor mu? Hayır, Ali “bir iki kere kıyafet yardımı geldi ama o da bize düşmedi” diyor. Tam bu sırada kapı çalıyor. Yan odalarda kalan iki kadın, Ali’ye “bizi göndermesini” söylüyor. Bunun üzerine yapacağımız haberin onlara herhangi bir zararı olmayacağını, fotoğraf ya da isimlerini kullanmayacağımızı, korkmalarına gerek olmadığını anlatmaya çalışıyoruz. Ancak yine de, komşuların tepkisinden rahatsız olan Ali, daha fazla devam etmek istemediğini söylüyor, “istemiyorum ki başım ağrısın” diyerek. Tam ayakkabılarımızı giyip odadan çıkmaya hazırlanırken, büyük kız kardeşin elindeki pet şişeden içtiği su gözümüze çarpıyor; su, rengini kaybetmiş, tamamen bulanık halde çocuğun boğazından geçiyor.
Ve yeniden sokaktayız. Çocuklar, etrafta dilenecek kimse bulamazlarsa birbirlerinden dileniyor. Çünkü sabah erkenden başlayıp akşam hava kararana kadar yaptıkları iş bu. Her türlü cinsel istismara ve kötü alışkanlığa açık durumdalar. İnsanın içini acıtan görüntülerle dolu sokağın sonundaki kahvehanenin kapısında duran iki kişiyle iletişim kurmaya çalışıyoruz. Yan taraftaki dükkândan çıkan bir adam bize, Suriyelilerin pisliğinden, düzensizliğinden bıktıklarını, gitmeleri için imza toplandığını söylüyor. Tam bu sırada, kahvehaneden çıkıp yanımıza gelen bir başka adam, kızgın bir yüz ifadesiyle “burada ne aradığımızı” soruyor ancak yanıtımız onu hiç memnun etmiyor. Kendisinin Küçükpazar’da 70 dairesi bulunduğunu, her birini kiraya vererek sığınmacılara yardımcı olduğunu, yaptığımız haberle onların düzenini bozduğumuzu söyleyerek gitmemizi emrediyor.
Boyun eğmek zorundalar...
Bunun üzerine kendisinden, dairelerini hangi şartlarda ve ne kadara kiraya verdiğini öğrenmeye çalışıyoruz, “kişi başına 10 milyar alıyorum” diyerek, bizi uzaklaştırma çabalarını sürdürüyor. O sırada, birkaç laf etmeye çalışan, belki de derdini anlatmaya çabalayan Suriyeli yaşlı bir sığınmacı kadını da sert sözlerle susturuyor. Anlaşılan buradaki insanlık dışı koşulların deşifre olması, o ve onun gibilerin düzenini fena halde bozuyor.
Suriyeli sığınmacılar da her ne kadar bu insanlık dışılığın farkında olsalar da, hayatta kalabilmek için, onları korkutan bu kişilere boyun eğmek zorunda kalıyor..
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Esad'a ikinci darbe
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- 6 asker şehit olmuştu
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi