AB algısı 'felç'

AB'nin özel koşullar dayatması, Türklere "terbiye edilecek" insanlar gözüyle yaklaşması, Türkiye'deki birlik algısını 'felce' uğrattı. Türkiye kamuoyuyla sağlam bir diyalog olanağını yitiren AB, yalnızca ilerleme raporundaki bazı ifadeleri yumuşatıyor. Türklerin AB üyeliğine desteği ise her geçen gün azalıyor.

AB algısı 'felç'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 08.12.2008 - 13:07

Avrupa Birliği’nin (AB) karmakarışık yollarında geçen bir yılda Türkiye’nin kat ettiği mesafenin değerlendirildiği İlerleme Raporu 5 Kasım’da açıklandı. Geçen yıllardan farklı olarak rapor yayınlanmasından önce de sonra da çok ilgi çekmedi. Ne Raporun dilinin nasıl olacağına ilişkin yorumların günler öncesinden dile getirildiği AB özel programları vardı televizyonlarda ne de AB Komisyonu yetkililerinin ya da AB liderlerinin yapacağı en ufak bir açıklama için Brüksel’e kamp kurmuş bir basın ordusu vardı merakla izlediğimiz.

Geçtiğimiz seneler boyunca, gerek AB kurumlarından gerekse bireysel olarak üye ülke ve yöneticilerinden yorum, tehdit ve aşağılama kapsamında o kadar çok uyarı yapıldı ki, Türk halkının AB algısı artık büyük ölçüde felce uğradı. Bu hissizlik dönemine denk gelen İlerleme Raporlarının “iğneleri” de çok fazla can acıtmıyor. Bu duyarsızlığın küresel mali krizle bağlantılı olduğunu düşünebiliriz. Aslında krizden çok AB’nin Türkiye’ye yönelik genişleme politikasında strateji eksikliği, samimiyetsizlik ve ilişkileri statikleştirmenin kendisini bir politika olarak benimseme ve kabul ettirme isteği algı duyarlılığını bu hale getirmiştir.

Beklenen o dur ki, aday ülkelerle müzakerelerin yönlendirilmesinde hayati rol oynama yetisi olan komisyon bu konuların çözüme kavuşturulmasında daha yapıcı ve etkin bir tavır sergilesin. AB’nin kendi elleriyle yarattığı ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en AB yanlısı gözüken hükümetinin körüklediği bu kaçınılmaz duyarsızlıkta, raporun altını çizdiği objektif sayılabilecek değerlendirmeler de gölgelendi. Bu duyarsızlığı kırmak için de Türkiye’de “AB yanlısı” hükümet AB sürecini canlandırmak konusunda elinden geleni yaparak, müzakerelerin makul bir sürede üyelikle sonuçlanması konusunda AB’yi ve Türk vatandaşlarını ikna edici bir strateji izlemelidir.

 

Dikkate alınmayan noktalar

Bu yılki İlerleme Raporu daha çok bir “İlerlememe Raporu” şeklinde hazırlanmıştır. Evet, sürpriz yok raporda. Kamusal atama ve tayinlerin siyasileşmesinden ordunun siyasi hayata müdahalesi ve yetki aşımına, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda duyulan kaygıdan yolsuzlukla mücadeleye, şiddet içermeyen görüşlerin özgürce ifade edilmesinden dini özgürlüklere kadar her alanda Türkiye’ye eleştiriler getiriliyor. Sürpriz olan ise, Türkiye’nin AB yolunda kaydettiği “ilerlememeye” rağmen komisyonun, raporun yazımında önceki yıllara kıyasla daha yumuşak bir üslubu tercih etmesi. Öyle görünüyor ki Komisyon, uzun yıllar sürecek bu müzakere sürecinde Türkiye’yi daha fazla gücendirmek istemiyor, hele ki iktidardaki siyasi partiyi bu kadar “severken”. Ancak Sendikal haklarda iyileştirmeye gidilmesi ve kanunun ILO sözleşmelerine uyumlu hale getirilmesi, kadınların toplam işgücü içindeki payının artırılması, kişi başına düşen milli gelirin artırılması veya milletvekili dokunulmazlıklarına sınırlama getirilmesi gibi konular Türkiye’deki Romanların (çingene) ülke içindeki serbest dolaşımında yasal kısıtlamalar olduğu gibi haksız iddialar ile aynı raporda yer alınca hiç bir şekilde işitilmedi. Türkiye’de reform sürecinin durma noktasına gelmesi Türkiye’nin Komisyon’un eleştirilerine hedef olmasına yol açmıştır. Diğer taraftan, AB’nin temel organlarından ve siyasileşmemiş olan komisyon Türkiye-AB üyelik sürecine yeni bir ivme kazandırabilecek yapıcı önerilerde bulunmaktan çekinmemelidir. Bu şekilde sorumluluk almaktan çekinen bir şekilde hazırlanan raporlar sorunların özüne inemez ve çıkış yolu gösteremezler. Geçen yıllarda hazırlanan raporlara ek ve yeni bir açılım geliştirmeyen “yeni” raporun da pek bir işe yaramayacağı henüz bir ayı dolmadan unutulmasından anlaşılıyor.

Rapor, Türkiye’deki özellikle Güneydoğu’daki terörist faaliyetlerin yarattığı ortama değinmesine rağmen sivil halkı ayaklandırma çalışmalarını görmezden gelmesi samimiyeti hakkında şüpheye sevk ediyor. Türkiye’de teröre destek için yapılan her tür faaliyeti demokratikleşme içine almasına rağmen, bu güne kadar demokrasinin önündeki asıl engel olan siyasi partilerdeki parti içi demokrasinin oluşturulması konusunda herhangi bir teklifi dahi olmaması komisyonun ve birliğin demokratikleşmede de safını belli ettiğini gösteriyor. Gümrük Birliği’yle birlikte oluşan işlevsel problemlere hiç değinmeyerek tanımlama bile yapmaması, emeğin, hizmetin ve sermayenin serbest dolaşımı önündeki engeller gibi sorunlara yönelik bir perspektif sunmaması yapısal eksikliklerden en önemlileridir. Açılmayan ekonomik ve parasal birlik ya da eğitim ve kültür gibi başlıklar ile ilgili sorunlar da üyelik müzakereleri sürecini olumsuz etkilemektedir. Böylesine önemli konularda eksiklikler gösteren ve samimiyetten yoksun bir raporla Türkiye’nin “ilerlemesini” değerlendirme imkanı yoktur.

 

Özel şartlar yordu

Diğer aday ülkeler ve Türkiye ile aynı zamanda müzakerelere başlayan Hırvatistan ile kıyaslandığında komisyonun Türkiye’ye daha olumsuz bir yaklaşım gösterdiği aşikârdır. Genişleme stratejisinde Komisyon “gerekli koşulları karşılamaları şartı ile Batı Balkanların AB üyeliğine ilerlemesi hızlandırılabilir” ifadesini kullanırken, “gerekli hazırlık adımlarını atarsa Hırvatistan’ın 2009’un sonuna kadar üyelik müzakerelerinin son aşamasına ulaşmasının beklendiği” eklenmektedir. Ayrıca Hırvatistan için yol haritası yayınlanmıştır. Öte yandan Türkiye ile üyelik müzakerelerinin “ülkenin ilgili koşulları yerine getirmesi ve reform hızını yansıttığını” ifade ederek, müzakereleri etkileyen diğer faktörlerden bahsedilmemektedir. Kıbrıs sorunu konusunda Türkiye’nin çözüm öneri ve çabalarına verdiği desteği devam ettirmesinin hayati önemde olduğu belirtilirken ve Ortaklık Anlaşması Ek Protokol’ünün ayırımcılık olmaksızın tümüyle uygulanmasının beklendiği vurgulanırken sorunun bu hale gelmesinden kısmen sorumlu olan AB’nin ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin üzerine düşenler konusunda sessizliğe sığınılmaktadır.

Türkiye’nin tam üyelik sürecine, daha önce aday pozisyonunda bulunan şimdinin üye devletlerinden farklı olarak, bir de “Türkleri terbiye etme” girişimlerini ekleyen ve bunu siyasi nezaket kılıfına sokma gereği bile duymayan AB, Türkiye ile iletişim kurma kapasitesini kendisi dinamitledi. Aynı şekilde, bazı üye ülkeler, kendi kamuoylarında Türkiye ile ilgili var olan korkuları, önyargıları ve yanlış anlamaları bilinçli bir şekilde beslediler ve böylece Türkiye, diyalog kurularak anlaşılacak bir muhatap yerine tamamen yargılanması gereken bir “öteki” olarak görülmeye başlandı. Anlaşılma olasılığının hemen hemen imkansız olduğu bu ortam karşısında da Türk kamuoyu, sadece AB yolunda anlaşılma değil anlama çabalarından da vazgeçme aşamasına geldi. Zaten pratikte tıkanmış olan müzakere sürecinde yeni bir kriz çıkabilecek olması veya kriz tehditleri kimseyi korkutamıyor. 5 Kasım öğleden sonra itibarıyla dünya durmuyor; AB’ye tam üyeliği destekleyen kişi sayısı her geçen gün azalırken Türkiye’de hayat devam ediyor.

Orhan Pehlivanlı / TUSAM Avrupa Araştırmaları Masası

opehlivanli@tusam.net 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler