AB İlerlememe Raporu
Türkiye’nin AB üyelik sürecinde, AB yetkililerinin yaklaşımına, bu yazının yer sınırları içerisinde vurgulanabileceklere bakınca, ortada bir “ilerleme” görülmemektedir. Tam tersine, 1999’da tam üyelik olarak başlayan yolculuk şu anda “imtiyazlı ortak” gibi kavramlara gerilemiştir. Yani bir “İlerlememe (hatta gerileme) Raporu” söz konusudur.
Türkiye’nin, diğer aday ülkelerden farklı hiçbir önkoşul getirmeden, resmen AB’ye aday ülke olarak kabul edildiği Helsinki’deki Avrupa Konseyi Zirvesi’nin (Aralık 1999) üzerinden 10 yıl geçti. Diğer aday ülkelerden farklı olmayan bir adaylık süreci için Türkiye ile 3 Ekim 2005’te müzakerelere başlama kararının alındığı 17 Aralık 2004 tarihinin üstünden de 5 yıl geçti. Bugün, AB’nin hazırladığı 13. Türkiye İlerleme Raporu açıklanırken ülkemiz açısından da AB için benzer bir değerlendirme yapmak yerinde olacaktır.
Türkiye, bilim ve teknoloji alanından (7. Çerçeve Programı) askeri alana (NATO) kadar, ekonomi ve ticaret alanından (Gümrük Birliği) uzay araştırmaları alanına kadar (European Space Agency), siyasi alandan (Avrupa Konseyi) eğitim alanına (Erasmus) kadar akla gelebilecek her konuda Avrupa kurumlarına katılmış bir Avrupa ülkesidir. Dolayısıyla, her ne kadar AKP hükümeti kendisi için destek arayışları sonucu ülkemizi AB karşısında ödev bekleyen çocuk durumuna düşürdüyse de Türkiye’nin adaylık süreci Türkiye ile AB arasında karşılıklı beklentiler, karşılıklı sorumluluklar ve yükümlülükler içeren bir süreçtir. Fakat, bu süreç 2002’den bu yana sadece AKP, hatta RTE (*) ile AB arasındaki bir alışveriş sürecine dönüşmüştür. AB yetkilileri birtakım ödünler almak karşılığında RTE’ye istediği desteği veren bir ilişki anlayışına girmiştir. Ciddi ve anlamlı bir müzakere sürecinin yürütülebilmesi için AB’nin diğer aday ülkelerle yaptığını yapması, RTE ve yandaşlarının çemberinden çıkıp Türkiye ile yüzleşmesi ve basit bir alışveriş anlayışından kendisini kurtarması gerekmektedir.
AB, parti ile değil \tTürkiye ile görüşmeli
1. AB’nin 3 Ekim 2005’te Türkiye ile müzakerelere başlayacağını açıkladığı 17 Aralık 2004 günü Ankara’da gündüz vakti atılan havai fişekler altında davul zurna eşliğinde sokaklarda göbek atanlar Türk halkını temsil etmiyordu. Bu gösteriler AKP tarafından düzenlenmişti. Dolayısıyla, AB yetkilileri muhtemelen TV’den izledikleri bu küçük düşürücü davranışların sahibi Türk halkıymış gibi bir anlayış ve yaklaşım içerisinde olmamalıdır.
2. Şimdi AB üyesi olan birçok ülke, AB adaylığı sürecinden geçerken parlamentolarındaki AB komisyon başkanını ana muhalefet partisinden seçmişlerdir. Böylece, o ülkeler AB üyeliğini bir ulusal proje olarak ele almıştır. RTE bu anlayıştan çok uzaktır. Ayrıca, kendi yetersizliğini ve başarısızlığını muhalefete atma eğilimi nedeniyle, AB üyelik sürecini CHP ile beraber bir ulusal proje gibi ele almak istemez. Buna rağmen, başkanı kendi partisinden olduğu halde ve “milli irade” lafı ağzından eksik olmadığı halde, TBMM’deki AB Uyum Komisyonu RTE tarafından tamamen işlevsiz bir tali komisyon konumuna düşürülmüştür. Dolayısıyla, AB yetkilileri bu süreçte, sadece RTE veya RTE yandaşı kişi ve kuruluşlar ile ilişki içerisine hapsolmuşlardır. Haber kaynakları da müthiş ekonomik bir güç ile desteklenen yandaş medya ve yandaş okur-yazar kitlenin sundukları ile sınırlı kalmıştır. Çok mütevazı kaynaklara ve AKP iktidarınca sınırlanmış olanaklara rağmen, AB yetkililerinin etrafındaki bu çemberi kırma çabasını CHP olarak göstermemiz yeterli olamaz. RTE anlayışı akademik (Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi veya ODTÜ AB Ofisi gibi) ve sivil toplum kuruluşlarına (İktisadi Kalkınma Vakfı gibi) danışmayı reddeder. Dolayısıyla, AB yetkililerinin bu çemberi kırarak sadece RTE ile değil, Türkiye ile müzakere durumunda olabilmesi için şimdi olduğundan çok daha geniş çevrelerle, çok daha çeşitli kurum ve kuruluşlarla ilişkiler içerisinde olmaları gerekir.
3. Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu’nun bu dönem görevi bitmiş eşbaşkanı, ofisinin duvarında kocaman bir RTE posteri asılı olarak yaptığı bu görevi boyunca RTE’nin destekçisi olmayı kendine misyon edinmiştir (şimdi de ülkemizdeki bir gazetenin köşe yazarı olarak bu misyonuna devam etmektedir). Her ne kadar yeni atanacak eşbaşkan da “biz çoğunluktayız, dolayısıyla Türkiye sadece bizden sorulur; ülkemizde herkes ama herkes bize boyun eğmelidir (biat etmelidir)” anlayışını yetkili ağızlardan resmen açıklamış bir RTE ile karşılaşacaksa da kendisinin selefi gibi olmaması, AB’deki demokrasi anlayışına ters düşen bu yaklaşıma ödün vermeden görev yapması ve muhatabının sadece çoğunluktaki parti değil Türkiye olduğunu anlaması sağlanmalıdır.
Hukukun üstünlüğü esas olmalı
1. Yukarıdaki temel değerler sürekli ifade edilse de, AB yetkililerinin yaklaşımında ve önceliklerinde çelişkiler, tutarsızlıklar ve çifte standartlar dikkat çekicidir. Örneğin, AB yetkililerinin üzerinde en çok ve en ısrarlı durduğu konulardan birisi, “Türklüğü aşağılamak” ile ilgili TCK’nin 301. maddesiydi. Bu maddeye itirazları gerçekten düşünce ve ifade özgürlüğü nedeniyle olmuş olsaydı, gerçekten bazı ünlü yazarlarımızın bu madde nedeniyle yargılanmasından dolayı olmuş olsaydı, o zaman bir diğer uluslararası ünlü yazarımız Nedim Gürsel’in Allah’ın Kızları isimli romanı nedeniyle “dini aşağılamak” ile ilgili TCK’nin 216. maddesinden yargılanması karşısında da benzer bir itiraz olurdu; fakat, bu konuda AB yetkilileri hiç ses çıkarmamıştır. Bunun benzeri ve sık görülen çifte standartlar ve tutarsızlıklar sona ermelidir.
2. AB üyesi ülkelerde, korkunç sonuçları anılarda hâlâ taze olan Nazizm ve anti-semitizm son derecede sert tepkiler alırken uzun savaşlar sonucunda da olsa yüzyıllar önce çözümlenmiş dinci konuları, köktendinci akımları şimdilerde fazla önemsememeleri anlaşılabilir. Nazizm ve anti-semitizm gibi sıkıntılar yaşamamış olan ülkemizde ise köktendinci akımlarla ilgili anıların çok taze olduğu, hatta halen yaşandığı unutulmamalıdır.
AB üyesi ülkelerin ırkçı akımlara haklı olarak tanımadığı özgürlük ve hoşgörünün, Türkiye’de köktendinci akımlara tanınması beklenmemelidir. Avrupa’nın hiçbir ülkesinde geçmişte laiklik referandum ile sağlanmamışken şimdi ırkçılık konusunda referandum düşünülmezken Türkiye’de laikliğin referanduma tabi tutulması beklenmemelidir. Eğer AKP hükümetinin bir önceki başmüzakerecisinin daha geçen sene Brüksel’de basına yaptığı “Türkiye’de dindarlar baskı altındadır” yakınmasına inanmakla yetinmek yerine, AB yetkilileri daha geniş kaynaklara başvuracak olursa bu lafın tamamen gerçek dışı olduğunu anlamakta hiç zorlanmaz. Yeter ki, AB yetkilileri gerçeklerle ilgileniyor olsunlar. Laikliğin, dindar veya değil tüm insanımızın hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü, demokrasi ve hukukun üstünlüğü için yeterli olmasa da gerekli şart olduğu gerçeği unutulmamalıdır.
3. RTE’nin “Ben çoğunluktayım, dolayısıyla ben ne dersem o olur” anlayışının sonucu, ana muhalefet lideri Sayın Baykal’ın yapıcı destek, öneri ve uyarılarını dinlemeden imzaladığı ek protokol nedeniyle bu yıl Güney Kıbrıs Rum devletine limanlarımızı ve havaalanlarımızı açmak koşulu ile karşı karşıyayız. (Bu ayrı bir tartışma konusu ve burada ele alınmayacak.) Dört ay kadar önce Ollie Rehn’in bu konuda yaptığı bir açıklama, AB yetkililerinin öncelikleri konusunda ciddi sorunları da ortaya koyuyor. Rehn açıklamasında (mealen) “Eğer Türkiye göz kamaştırıcı bir reform yaparsa, Kıbrıs konusunda bu yıl esnek davranabiliriz” demiş ve bu göz kamaştırıcı reformun ne olacağını da açıklamış: Ruhban okulunun açılması ve Ortodoks patriğinin ekümenliğinin tanınması. Oysa, hem Türkiye hem de AB açısından yargının bağımsızlığı, sendikal haklar, yolsuzluklarla mücadele ve basın özgürlüğü çok daha öncelikli ve çok daha “göz kamaştırıcı” reformlardır. AB yetkilileri bu reformları Türkiye ilerleme raporlarına yazmakla yetinmemeli, yukarıda listelenmiş temel değerler için öncelikli olduklarını unutmamalı.
İlerleme \t\tgerilemeye döndü
AB içinde bir sivil toplum girişi olan CAP2020’den aynen alınmış bir saptama: “AB bütçesinden Ortak Tarım Politikası desteklerine ayrılan pay (yüzde 43) yanında, Avrupa’nın rekabet gücünü arttırmak için Lizbon Stratejisi’nde önerilmiş olan Ar-Ge, ekonomik büyüme ve istihdam projelerine ayrılan kaynak (yüzde 8.6) cüce kalmaktadır.” Bir yandan böyle bir gerçek varken diğer yandan Türkiye’ye “tarım desteklerinden vazgeçin, tarım ve hayvancılığı rekabete açın” türü baskılar, RTE’nin buna yatkın olmasına rağmen, ne Türkiye ne de AB üyeleri için olumludur.
Türkiye’nin AB üyelik sürecinde, AB yetkililerinin yaklaşımına, bu yazının yer sınırları içerisinde vurgulanabileceklere bakınca, ortada bir “ilerleme” görülmemektedir. Tam tersine, 1999’da tam üyelik olarak başlayan yolculuk şu anda “imtiyazlı ortak” gibi kavramlara gerilemiştir. Yani bir “İlerlememe (hatta gerileme) Raporu” söz konusudur. Bunun nedeni Avrupa kamuoyunun hissiyatına indirgenemez. Ana neden, AB yetkililerinin Türkiye ile değil, RTE ile kurduğu ilişkiler sonucu doğal olarak Avrupa’nın temel değerlerini unutarak, bu süreci RTE gibi sadece ve sadece bir “(ödün) alış - (destek) veriş” olarak görmesinden kaynaklanıyor. Burada alan memnun veren memnun olabilir. Fakat, Türkiye bundan memnun değil. Ayrıca, vizyoner ve dünya gücü olma iddiasında bir AB’ye, RTE’nin bu basit “tüccar diplomasi” anlayışına kapılmak yakışmıyor. CHP’nin savunduğu kazan-kazan yaklaşımı, hem üyelik sürecini daha anlamlı ve taraflar için güçlendirici kılacaktır, hem de Türkiye’nin onurlu bir tam üye olduğu AB’yi bir dünya gücü yapacaktır.
(*) AKP yerine RTE kısaltmasını kullanmamı açıklamam gerekir. RTE sadece bir ismin baş harfleri değildir. Ülke yönetimindeki tüm kararlar olduğu gibi AB ilişkilerinde de tek söz sahibi olan başbakan ve yakın çevresinden oluşan “kurum”un kısaltmasıdır RTE. Yoksa, AKP içinde bile AB üyeliğini samimi olarak isteyen ve bunun için çaba gösterenler vardır fakat, RTE’ye biat ederken sadece vitrin süsü olabilmektedirler.
Osman Coşkunoğlu CHP Uşak Milletvekili AB Uyum Komisyonu Üyesi, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Üyesi
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması
- Edirne'de korkunç kaza