AB Türkiye Raporu ve Kıbrıs Sorunu

AB Türkiye Raporu ve Kıbrıs Sorunu
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 17.11.2010 - 06:55

AB Türkiye Raporu ve Kıbrıs Sorunu

AB, Türkiye’ye verilen güvenceyi dikkate almayarak, tüm raporlarında, Türkiye’nin hava ve deniz limanlarını Kıbrıs Rum kesimine açmasını istemektedir. Türkiye ise çok haklı olarak, önce KKTC’ye uygulanan ambargoya AB’nin son vermesini istemektedir. AB Kuzey Kıbrıs’a uygulanan ambargoya son vermedikçe, Türkiye limanlarını Kıbrıs Rum tarafına açmamalıdır!

 

Bir yanlış anlaşılmayı önlemek için öncelikle şunu belirteyim: Şahsen ben, Türkiyenin, AB üyesi diğer ülkelerle eşit koşullar altında, eşit haklarla, herhangi bir alanda olumsuz anlamda farklı bir uygulamaya maruz bırakılmadan, Avrupa Birliğine üye olmasını savunuyorum. Türkiyenin tam üyeliğini savunuyorum, çünkü ABye üyelik süreci, ülkemizde gerçek anlamda demokratikleşmeye, tam bir hukuk devleti olmaya, temel insan haklarına, sendikal haklara ve sosyal devlete geçiş sürecine ivme kazandıracaktır. Ancak, şu bir gerçektir ki, Türkiyenin kendi iç siyasi dinamikleri ne yazık ki bu yönde engelleyici olmaktadır.

ABnin Türkiyeye baştan beri eşit davranmadığını biliyoruz. Türkiye o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğuna (AET) üye olmak için 1959da başvurmuştur. 1963 yılında Ankarada, Türkiye, AET yetkilileriyle tam üyeliği hedefleyen bir işbirliği anlaşması imzalamıştır. Zamanın AET Komisyonu Başkanı Wallter Hallstein (CDU) bu imza töreninde şöyle diyordu: Bugün biz çok büyük önemi olan bir olayın tanıklarıyız: Türkiye Avrupaya aittir. Günümüzde Almanya Hıristiyan Birlik Partileri ve Sarkozynin öncülüğünü yaptığı bazı politikacılar, ısrarla Türkiyenin Avrupaya ait olmadığını söylüyorlar.

Aralık 1999da Helsinki zirvesinde, AB ülkelerinin devlet ve hükümet başkanları, Türkiyenin ABye aday ülke olma statüsüne karar verdiler. Ekim 2005ten bu yana da Türkiye ile AB arasında üyelik sürecine ilişkin uyum yasaları müzakereleri sürmektedir. 35 başlıktan 7sinin müzakeresi, Kıbrıs Rum kesimi ve Fransa tarafından engellenmiş bulunmaktadır. Müzakeresi sonuçlanan tek bölüm Bilim ve Araştırmadır.

Hatırlatmak isterim ki, 1999dan günümüze, son olarak Bulgaristan ve Romanyanın da üyelikleriyle, toplam olarak, eski Doğu Bloku mensubu 12 ülke ABye tam üye olmuşlardır. Türkiye ile AB arasında imzalanan üyelik anlaşmasında, diğer hiçbir üye ülkeye uygulanmayan farklı koşullar Türkiyeye kabul ettirilmiştir. Üstelik, görüşmeler ucu açıkolarak yürütülecektir kaydı konmuştur. Anlamı şudur: Türkiye üyelik için Kopenhag kriterlerini ve tüm diğer koşulları yerine getirse bile, AB, Ben Türkiye gibi büyük bir ülkenin üyeliğini ekonomik veya siyasi nedenlerden dolayı kaldıramamdiyerek, Türkiyenin üye olmasını reddedebilecektir. Kuşkusuz bu hak Türkiye için de geçerlidir. Öte yandan Fransa Parlamentosunda 2008de onaylanan yeni bir yasayla, ABye üye olmak isteyen bir ülkenin nüfusu AB nüfüsunun yüzde 5ini geçiyorsa, bu ülkenin tam üyeliği hakkında Fransada halk oylaması yapılacaktır şeklinde, yeni bir engel daha oluşturulmuştur. Kararda ima edilen ülke elbette Türkiyedir. Türkiyenin üyeliğine şu andaki 27 ülkeden birisinin bile hayır demesi, üyeliğin reddi anlamına gelecektir.

AB’nin Türkiye’den istediği ödün kararlılıkla reddedilmelidir!

Türkiye - AB üyelik müzakereleri sürecinde görünürdeki esas sorun, Kıbrıs konusunda Türkiyeden istenen -tamamen haksız- ödünlerden kaynaklanıyor. AB, son raporunda da, Türkiyenin limanlarını Kıbrıs Rum kesimine açmasını istemektedir. Türkiyenin adaylık statüsüne karar verilen Helsinki zirvesinde, Kopenhag kriterlerinin yanı sıra Kıbrıs konusu da bir ek koşul olarak gündeme getirilmek istenmişti. Ancak bunu şiddetle reddeden zamanın başbakanı Bülent Ecevit ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem, zirve toplantısını derhal terk ederek Ankaraya döndüler. Aynı akşam ABnin o zamanki genişlemeden sorumlu komiseri Günther Verheugen ile AB Dışişlerinden sorumlu Xavier Solana, acilen Ankaraya uçarak, Ecevite AB Dönem Başkanı ve Finlandiya Cumhurbaşkanı Paavo Lipponenin bir mektubunu getirdiler. Bu mektupta, Kıbrıs konusunun AB ile yürütülecek üyelik görüşmelerinde bir koşul oluşturmayacağı, yalnızca bir siyasi diyalogyürütülmesi istendiği yazılıydı.

Bilindiği gibi Kıbrıs Türk Toplumu, zamanın Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Annan tarafından hazırlanan Annan Planını üçte ikilik bir çoğunlukla kabul etmişti. Bu oylama sonrası AB tarafından Türkiyeye: Kuzey Kıbrısla doğrudan ekonomik ve ticari ilişkilere geçileceği, böylece Kuzey Kıbrısa uygulanan ambargoya son verileceği ve gerekli ekonomik yardımların yapılacağıgüvencesi verilmiştir. Ancak AB verdiği bu sözü, Kıbrıs Rum tarafının vetosu nedeniyle (hatta büyük bir olasılıkla söz konusu vetoyu bahane ederek) yerine getirmemiştir.

AB, Türkiyeye verilen güvenceyi dikkate almayarak, tüm raporlarında, Türkiyenin hava ve deniz limanlarını Kıbrıs Rum kesimine açmasını istemektedir. Türkiye ise çok haklı olarak, önce KKTCye uygulanan ambargoya ABnin son vermesini istemektedir.

Oysa AB, Kıbrıs konusunda önemli bir yanlış yapmıştır. ABye üye olacak ülkelerden istenen en önemli koşul, kendi iç sorunlarını çözmüş olmasıdır.

Yani Kıbrısta iki toplum arasındaki sorunlar çözülmeden ABnin Kıbrıs Rum kesimini üyeliği kabul etmesi, kendi ilkeleriyle tamamen çelişmektedir.

Türkiye, ABnin bu çifte standartlı politikasına, ısrarla ve özgüvenle karşı çıkmalı ve bu tutumu şiddetle kınanmalıdır. Özellikle Kıbrıs konusunda Türkiyeden istenenlerin tamamen haksız olduğunun altı çizilmeli ve Kıbrıs Türk toplumuna uygulanan ekonomik ve ticari ambargo son bulmadıkça, Türkiye limanlarını Rum kesimine açmamalıdır.

Biliyoruz ki Almanyada Hıristiyan Birlik partileri, Türkiyenin AB üyeliğine karşı çıkarken, Türkiyeye özel statü önermektedirler. Amaç Türkiyeyi AB nin her türlü karar mekanizmalarının dışında tutmak istemekle birlikte, kendi çıkarlarının gerektirdiği nüfuz alanında bulundurmanın yollarını aramaktır. Son dönemde ABnin Türkiye ile özel ilişkiler kurma girişiminin, AB aldatmacasının yeni bir boyutu olduğu bilinmeli ve tam üyelik dışındaki tüm seçenekler kararlılıkla reddedilmelidir.

O halde bizler bu durumda Türkiyenin ABye üyeliğine karşı mı olmalıyız?

Kanımca, bizim asıl amacımız özellikle Batı Avrupa ülkelerinde yaşayarak tanık olduğumuz ve çağdaş diyebileceğimiz, hukuk devleti, insan hakları, demokratik standartlar, sosyal devlet ve sendikal hakların, Türkiyede, kâğıt üzerinde kalmaksızın yaşama geçirilmesini sağlamak olmalıdır. Özellikle vurgulamak istiyorum ki, yukardaki değerlere ulaşabilmek için AB bir amaç olmaktan çok, bu hedeflere varmanın bir aracı olarak görülmelidir.

Prof. Dr. Hakkı KESKİN 2005-2009 Almanya Parlamentosu Milletvekili ve Avrupa Birliği Komisyonu Üyesi


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler