Abdülhamit dönemini yeniden yaşıyoruz

Haluk Şahin, AKP'nin 2023 hedefinde kendine biçtiği rolü yaşamak istemediğini söylüyor. "Onlar 2023'ü zengin, güçlü ve dindar Türkiye olarak hayal ediyor. Ben ise zengin değil müreffeh bir ülke istiyorum, güçlü değil adil bir ülke istiyorum, dindar değil özgür bir ülke istiyorum. Onların gelecek tanımları çok başka!" diyor. İdeolojiyle, korkuyla ve baskıyla yönlendirilen medyanın yaşadığı iletişim krizinin toplumsal çöküşün belirtisi olduğuna işaret ediyor.

Abdülhamit dönemini yeniden yaşıyoruz
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 09.06.2013 - 09:53

Haluk Şahin medyadaki tasfiye dalgasında sürüklenen, yok edilmeye çalışılan onlarca gazeteciden biri. Belki de şanslı olanlardan. Şahin “kaybedenlerin” kanalı olarak bilinen “Kanal Artı Bir”in haber danışmanı. Ayrıca “Türkiye Nereye?” isimli programını hazırlayıp, sunuyor. Onunla birlikte aynı kaderi paylaşan Uğur Dündar, Ece Temelkuran ve Banu Güven de “Artı Bir TV”de. Şahin basın tarihinin bu karanlık ve lekeli döneminde “kaybeden” olmanın onurlu bir duruş olduğunu söylüyor. “Karanlık dönemin kaybedenleri geleceğin kazananları” diyor.

- “Kanal Artı 1” yeni medyanın dönüşümünden sonra “kaybedenlerin”, “tasfiye” edilenlerin kanalı olarak anılıyor malum.
- Bu karanlık dönemin kaybedenleri uzun dönemin kazananları. Biz bunu biliyoruz, siz de bir gün bileceksiniz. Çünkü basın tarihinin bu lekeli döneminde kaybedenler olarak anılanlar onurlu bir sayfada yer alıyorlar. Türkiye’nin en parlak soruşturmacı gazetecileri kendilerini hapiste buldular, bir kısmı da işsiz kaldı. En başarılı köşe yazarları ortada yok! Ben ise kendimi bu başarılı kaybedenlerin arasında sayamıyorum, ben onlar kadar iyi değilim, ortalamayım. Tasfiye fırtınasında sözüne en güvenilir olanlar, özgür düşünebilenler ortadan silinirken zannettiler ki medya onlara kalacak!
- Bazı şeylerin değiştiği ortada, peki bildiğimiz basının sonu geldi mi?
- Merkez medya çöktü, basın ahlakı da lüks. Elbette basın ahlakına sadık meslektaşlarımız da var, onlar da ayakta kalma mücadelesi veriyor. Her türlü yalanın ve iftiranın pervazsızca savunulduğu bir zamandayız, bu yalanların ve hakaretlerin adli biçimler kazandığı bir korku dönemindeyiz. Beni Radikal’den tasfiye ettiklerinde, daha doğrusu attıklarında çok rahatladım. Çünkü sürekli tedirgin olmaktan, sansürden, onay-onaysızlıktan rahatsız olacaktım. İçime sinmeyen şeylere tanık olmak istemezdim. Sonunda bazılarımız internet mevzilerine çekildi. Susmadık, kitaplarımızı yazdık.
- Arada kaybolanlar da oldu.
- Mesela Türker Alkan muhteşem bir yazardı, Radikal’deydi, Cumhuriyet’te de yazmıştı. Radikal yönetiminin belirli listelere uyma kampanyasının neticesinde iki buçuk yıl önce susturuldu, köşesi elinden alındı. En ağır sansüre uğradı, yok edildi, buharlaştırıldı. Pek çok insanın başına geldi bu. Abdülhamit dönemini tekrar yaşıyoruz. Türk basınının en karanlık dönemi olarak tarihe geçti 2007-2012. Biliyoruz ki karanlık dönemler kahramanlar yaratır. Yenilik ve devrim burada başlar. Tasfiye edilmiş, yok edilmişler yeni bir gelecek yaratacaklar. Nedim Şener’i, Ahmet Şık’ı ve Soner Yalçın’ı hatırlayalım. Soner Yalçın, “Biz mahkeme solanlarını haber merkezlerine çevireceğiz” demişti ve de bunu yaptılar!
- Meslek hayatınız boyunca cevabını almaktan korktuğunuz sorular oldu mu hiç?
- Elbette olmuştur. Cumhuriyet kuşağı olarak hepimizin kafalarında kör noktalar vardı. Ben bunları itiraf ettim, kabullendim. Mesela Kürt konusunu konuşmakta çok geç kaldım, çünkü Cumhuriyet’in önüme koyduğu büyük anlatıya inanmıştım. Diyordum ki “yeterli zaman olursa buradan bir ulus çıkar”. Bunun yanlış olduğunu söylemiyorum ama dünya değişti, ulus devlet modeli başka yerlere kaydı. Zaten 45 yıllık bir entelektüel hayat baştan sona doğrularla olamaz. Herkes için geçerli bu.
- Yaftalamak ve söylenmiş tek cümleden ideolojik olarak insanları mahkûm etmek günümüzde moda. Siz de hep bunun karşısında durdunuz?
- Hayatları tek bir cümleye, etikete indiremezsiniz. Günümüzde geçmişe yönelik revizyonist insafsızlık ve şımarıklık hat safhada. “Postal yalayıcılar”, “Kemalistler”... Mantıklı tartışmayı engelleyen söylemler ve içerikler var. Geçmişle insafsızca ve intikam duygusuyla hesaplaşıyorlar. Herkes intikamın peşinde! Zaten biz bunları söylemek istediğimiz için merkez medyanın dışına atıldık.
- Merkez medya siyah-beyaz. Değişimi ne getirir?
- Bu biraz da eğitim sistemimizle ilgili. Ben “hain” retoriğinden hiç hoşlanmadım. Ağır bir kavram ve karşıtını üretiyor. Kültürümüzde de siyah beyaz değerlendirme geleneği var. Dinde de öyle; Müslüman olmayanlar kâfir, zındık, cehennem odunu... İşte aydınlanma yoksa ya kahramansındır ya da hain! Kahramanlardan ve hainlerden oluşan bir ülkeyiz. Tablo sürekli dönüyor, her hain bir kahraman, her kahraman da bir hain oluyor. Liberaller de nefret üretiyor. İdeolojik çıkışlarının tam tersini yapıyorlar.


Toplum sersemlemiş durumda...

- Reyhanlı’yı nasıl değerlendirmeli?

- Reyhanlı karmaşanın vahim boyutlarını ortaya koydu. Toplum sersemlemiş durumda. Refleks gösteremiyor, tepki veremiyor. Kafası karışık, çünkü medya görevini yerine getiremiyor. Halk artık kimseye güvenmiyor. Siyasi ideolojisi ne olursa olsun ülkelerin referans gazetelere ihtiyacı vardır. Sağcının, solcunun, işçinin, patronun okuyabildiği bir medya olmak zorunda. İdeolojiyle haber yazılmaz, evrensel ilkeler önemlidir. İşte Reyhanlı’daki yasaklama kararı da tüm bu belirsizliğe tuz biber ekti. Şu anda kaos sürüyor. Bu iletişim krizi derin bir toplumsal krize işaret ediyor. İşte Türkiye bu yüzden çok zayıf ve çelimsiz bir ülke.
- Okurun, izleyicinin de inanmak istediği yalanlar var. Kimse hükümetin dediğinin arkasına bakmıyor, belli ki çekiniyor. Muhalefet de AKP’nin ekmeğine yağ sürmüyor mu?
- AKP 10 yıldır iktidarda, Başbakan’ın politika yapma tarzı “Kutuplaşma yaratmak, derinleştirmek ve saflarını konsolide etmek”. Her krizde saflarına yenilerini katma üzerine kurulu sistemi. İşin vahim tarafı karşı tarafta bu oyun tarzını benimsiyor. Salı sabah önce Başbakan sert salvosunun servisini yapıyor, bu arada hep sert atıyor servisi. Öğleden sonra diğer oyuncu ya ona yetişemiyor ya da ona çakmaya çalışıyor. Hep “çakmak” üzerine, “herkes herkese çakıyor.” Halk bir bu tarafa, bir o tarafa bakıyor ve sersemliyor. Solun kaybetmesinin nedeni de bu. Zamana uyma refleksini veremiyorlar.


AKP, Türkiye’nin dere yatağını değiştirmek için çalışıyor

- Peki, ya AKP’nin geleceği?

- AKP’nin 2023 amacı ekonomik hedefler bir yana başka bir değişimi de beraberinde getiriyor. Türkiye’nin aktığı dere yatağını değiştirecekler. Türkiye, tıpkı Huntington’ın Medeniyetler Çatışması’ndaki gibi; “İslam dünyasının liderliği rolüne geri dönmeli. Zaten medeniyet değiştirmesi mümkün değildi Türkiye’nin. Zamanı gelince de bunu anlayacak ve özüne dönecektir.” İşte bu tarih onlar için bunu ifade ediyor. Ben bunun ihanetle, hainlikle ifade edilmesini uygun bulmuyorum. Ama bunu konuşmamız gerekir. Kaygılanıyorum, çünkü AKP’nin koyduğu senaryoyu yaşamak istemiyorum. Onlar için 1923 bir hata olabilir, benim için değil! En doğru şey 1923. Onlar 2023’ü zengin, güçlü ve dindar Türkiye olarak hayal ediyor. Ben ise zengin değil müreffeh bir ülke istiyorum, güçlü değil adil bir ülke istiyorum, dindar değil özgür bir ülke istiyorum. Onların gelecek tanımları çok başka, bizimkiler de öyle... Sol ve Cumhuriyetçi kesim hep savunmadalar, karşı hayaller üretmekte tembeller. Hayaliniz yoksa başkalarının hayalini yaşamak zorunda kalırsınız.
- Yine başa dönersek “Kanal Artı 1” üstüne ölü toprağı serpilen haberciliği uyandırabilecek mi?
- Üstüne basarak söylüyorum “muhalif” bir kanal değiliz. Biz evrensel gazetecilik ilkelerine göre habercilik yapıyoruz. Bizim derdimiz “çakmak” değil, gerçek haberi insanlara ulaştırmak. Uğur Dündar benim 47 yıllık dostum, asker arkadaşım. Yıllarca birlikte çalıştık. O haber dairesi başkanı, ben de haber ve kanalın danışmanıyım. İdari sorumluluğum yok. Olsa da kabul etmezdim. Kanalda “Türkiye Nereye” isimli bir de program yapıyorum. Bu bir haber kanal değil, genel program kanalı. Eğlence programı da var, yarışma da var. Belki habere ağırlık veren bir eğlence kanalı demeli.
- Yayın ağınızı genişlettiniz mi?
- Dijitürk, D-Smart ve uydudayız. İnternette de canlı yayındayız. Erişim sorununu büyük çapta çözdük. Bir tek kabloluda yokuz, karasal yayınımız yok. Şu anki olanaklarla televizyon seyircilerinin yüzde 80’ine ulaşabiliyoruz.


Poyraz rüzgârların en bilgesidir

- Bozcaada’da daha çok kalıyordunuz, kanalla birlikte şimdi yine şehrin koşuşturmasına dönmek nasıl?

- Radikal’den ayrıldıktan sonra hayatımın uzun dönemlerini Bozcaada’da geçirmek istiyordum. Hocalığıma da devam ediyordum ama buraya gelmeliydim. Çünkü tarihi anlamda önemi çok büyük Kanal Artı Bir’in. Kenara çekilip, uzaktan seyredemezdim. Sorumluluğu almamız gerekliydi.
- Haiku’lar yazıyorsunuz. Şiir yazmaya epey geç başladınız. Ne anlatıyorsunuz?
- Benim ki daha çok hayatın özünün keşfine dair cümleler. Keşif sürecinde geldiğim noktayı yansıtan damıtılmış su damlaları bunlar. Şiir yoksa vicdan açısından ağır kayıplar veriyordur insan. Çünkü bilinçaltını deşifre ediyor şiir, yalınlaştıkça da yoğunlaşıyor. Büyük dertleri anlatıyorsunuz. Ben zamanım olduğunda soluğu hemen Bozcaada’da alıyorum. Orasını anlattığım bir kitabım da var; “Poyrazaltı”. Bir yanım bahçıvan, bir yanım bağcı. Haiku da doğa demek zaten. Türk şairi doğayı tanımaz, bilmez. Doğa yağlıboya gibi bir arka plandır şiirde. Benim şiirimde ise doğa var.
- Poyraz ile farklı bir dostluğunuz var. Sert bir rüzgârdır poyraz değil mi?
- Bozcaada poyraz altındadır, kuzeydoğudan eser, serindir. Rüzgârların en bilgesidir. Çünkü hayatta olduğunu hatırlatır. Lodos gibi sersem etmez, imbat gibi yanağını yalamaz. Gerçektir, “Ben varım, sen de varsın” der. “Dertlerin var biliyorum, o da geçer” der. Farkındalığı da verir teselliyi. İşte Bozcaada durulduğum yer, hayat pastamın kremasının üstündeki çilekler ve kirazlar.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler