AB'nin Ana Sütununda Çatlak
AB politikası açısından bu kriz süreci belirleyici olacak. Kriz, Avro bölgesinin daralması ile sonuçlanabileceği gibi, ortak bütçe denetiminden, ortak sosyal politikalara kadar derinleşen bir ekonomik birliğe doğru adım atılması da mümkün.
Fransa seçimleri sadece “Merkozy” teriminin tarihe karışmasını beraberinde getirmedi, aynı zamanda AB’nin ana sütunu Paris-Berlin hattında derin bir politik “çatlağın” görünür olmasını sağladı. Yeni Cumhurbaşkanı Hollande selefinden farklı bir dil kullansa da, özünde Fransa’nın ekonomik kriz sürecindeki genel tavrını yansıtıyor. Mali kriz olarak başlayan, genel bir ekonomik krize dönüşen süreç, AB’nin güneyinde artık politikayı da sarmış durumda. Hükümetler, sağ veya sol ne olursa olsun, kibrit kutusu gibi yıkılıyor. Atina, Roma, Madrid’de sokakları ateş sarmış durumda. İşsizlik had safhasını bulmuş, Fransa gibi “sağlam” bir ülkede bile yüzde 10.5 gibi bir seviyede seyrediyor. Kamu borçları birçok ülkeyi iflasın eşiğine sürüklemiş, ekonomiyi desteklemek bir yana, bu ülkeler zorunlu giderleri karşılayamaz durumdalar. Ödeme riskinin yüksek olduğu bu ülkelere oldukça yüksek faizle kredi veriyor bankalar, bunun tabii sonucu kamu borçları tüm tedbirlere rağmen azalmıyor, artıyor. Bu tür derin depremlerle sarsılan bir süreçte binanın ana sütununda da çatlak olağan görülebilir, biri muhafazakâr diğeri sosyalist bir hükümetin etkin olduğu Paris ve Berlin arasında. Kriz sürecine bu iki cenah farklı baksa da, AB içerisinde kutuplaşma daha karmaşık bir yapılanma içerisinde. Mesela Hollande’ın masaya taşıdığı “Avro tahvillerine” sadece Merkel değil, Berlin’de Sosyal Demokratlar ve Yeşiller de karşı çıkıyor. AB Komisyonu veya yine “sol” diyemeyeceğimiz İtalya Başbakanı Monti ise Avro tahvillerini destekliyor. Cepheleşme kriz sürecinden nasıl çıkılır konusunda yaşansa da, çelişkinin temelinde faturayı kimin ödeyeceği meselesi yatıyor. Avro’nun ortak para birimi olarak tartışılması, Yunanistan’ın Avro’yu terk etmesi gibi düşünceler bu yüzden gündemde.
İki farklı strateji
Para biriminin masada olması pek şaşırtıcı değil. Para politikası hükümetlerin elinde oldukça önemli bir ayar aracıdır. Verimlilik düştüğü, ekonomi kötüye gittiği günlerde paranın dış değeri geriye alınarak, ekonomik ve sosyal dengelere “dokunulmadan”, ücretler geriler, dış piyasaya göre ülke ucuzlar, bir bakıma fakirleşir. Türkiye bu politikayı on yıllarca yaşadı, daha ince ayarlarla bugün de yaşıyor. Ortak para birimi Avro ile kriz sürecindeki Yunanistan gibi ülkeler için para biriminin dış ve iç değeri üzerinde oynamak mümkün değil artık. Bu yüzden Avro içerisinde kalarak, kamu harcamaları, sosyal politika ve ücretlerde derin kesintilere gitmeleri gerekiyor. Bu tür bir politikanın Atina veya Madrid’de sokakları iyice ısıttığını her gün te-levizyonlardan izliyoruz. Ekonomik krizden kurtulmak için iki farklı “strateji” gündemde bulunuyor.
Almanya’nın önünü çektiği, Yunanistan gibi ülkelere AB yardımlarını öngören ve 25 üyenin imzasını taşıyan “Mali Birlik Anlaşması” krizde bulunan ülkelere mali desteği, bütçe disiplini ve yapısal reformlara bağlıyor ve böylece krizi aşacağına inanıyor. Borç altında kıvranan ülkelerin devlet giderlerini kısarak tekrar rekabet edebilir bir yapılanmaya gitmeleri gerektiğini savunan bu “Alman Ekolü”, bütçe disiplini, sosyal giderlerin gözden geçirilmesi ve ücretlerin daralmasını hedefliyor. Bu stratejinin mimarları, krizin bu ülkelerde ihmal edilen reformlar ve sorumsuz kredi kullanımı ve aşırı borçlanmadan kaynaklandığını savunuyor. Onlar için bu reformları son on yıl kendi iradesi ile uygulayan Almanya veya IMF’nin denetiminde hayata geçiren Türkiye iyi örnekler. Bu ekole göre, devlet destekli “kalkınma” programları, kalıcı bir ekonomik etki yapmayıp, kısa bir “alevlenme” olarak kalmaya mahkûm. Ücretleri geri almak zor olduğu için, emeklilik yaşının yükseltilmesi gibi sosyal giderler daraltılarak veya sendikaların ücret artışlarını liberal deyimle “abartmaması” sağlanarak bu hedefe ulaşılmaya çalışılıyor.
Yeni Cumhurbaşkanı Hollande bu politikanın ekonomiyi derin bir kriz sürecine ittiği için iyi bir reçete olmadığını söylüyor. Hollande derinleşen kriz ile vergi gelirlerinin düşeceği, borçlanmanın azalmayıp artacağı, bu yüzden bütçe disiplini ve yapısal reformlar yanında ekonomiyi canlandırıcı politikaların devreye girmesi gerektiğini, “kalkınma” amaçlı yeni kaynak için ise “Avro tahvilleri” gerektiğini, yani tüm AB üyesi ülkelerin borç riski altına girerek, “ucuz” kredi olanağının yaratılmasını savunuyor. Bugünlerde Almanya piyasadan para bulabilmek için yüzde 0 faiz ile devlet tahvillerini satarken, Fransa yüzde 2.5, İtalya yüzde 5.5, İspanya yüzde 6 ve Yunanistan yüzde 30 faiz vermek zorunda kalıyor. Büyük sermayeler risk altında olan bankalara güvenmedikleri, paranın buharlaşabileceğinden korktukları için mesela Danimarka tahvillerini yüzde -0,1 ile alıyor, yani büyük sermaye faiz almak bir yana, parayı sağlama almak için para ödüyorlar. Avro tahvilleri Almanya gibi ülkelerin de garantisi altında olacağı için, üye ülkelerin Avro tahvilini ortalama yüzde 3,5 gibi bir faizle dünya piyasasına sunabilecekleri düşünülüyor.
Almanya, hükümeti ve muhalefeti ile bu risk ortaklığı faturasının kendilerine kesileceğini düşündüğü için, Avro tahvillerine veya AB kaynaklı destek politikalarına sıcak bakmıyor. Almanya’nın Avro tahvillerine geçmesinin faturasının yılda 40 ile 60 milyar Avro gibi bir rakam olacağı hesaplanıyor. Anlaşmalara göre bütçe politikasında üye ülkeler bağımsız olduğu için, Brüksel’in borç ve bütçeleri denetlemesi hâlâ mümkün değil. Gerçi bu yönde ilk adımlar atılmış olsa da, ciddi bir denetim mekanizması hâlâ yok. Almanlar, Avro tahvilleri üzerinden güneye akacak dolaylı para transferinin sürekli olacağı ve hiçbir denetim mekanizması olmadığı için, her krizde Almanya’nın Avro’yu “kurtarmak” için krizin faturasını ödemek zorunda kalacağını düşünüyor. Bu yüzden Almanya’da Yunanistan’ın Avro’yu terk etmesi giderek daha yüksek sesle savunuluyor.
Paris – Berlin farklı sosyal \tpolitikalar
Aslında Paris – Berlin çatlağında farklı politik programlar yatıyor. Almanya son yıllarda emeklilik yaşını adım adım 67’ye yükseltirken, Hollande Fransa’da emekliliğin 60 yaşında mümkün olmasını savunuyor. Almanya’da haftalık çalışma 40 saat iken, Fransa 35 saat çalışıyor ve yer yer Almanya’dan daha yüksek ücretler ödüyor. Ortak para birimi fiyatlar ve ücretleri birebir yansıttığı için, üretim verimliliğinde ilerleyen Almanya gibi ülkeler düşük ücretler ve düşük üretim giderleri ile ihracatta patlama yakalarken, Fransa dış ticarette açık veriyor. Mesela geçen yıl (2011) Fransa dış ticarette 70 milyar gibi bir açık verirken, Almanya’nın ihracat fazlası 170 milyarı buluyordu. Durumun İspanya, İtalya veya Portekiz’de daha vahim olduğunu vurgulamaya gerek yoktur sanıyoruz. Tüm veriler, Avro çökerse, yeni Alman para biriminin diğer Avrupa para birimlerine göre en az yüzde 30 değer kazanacağı, yeni Yunanistan para biriminin ise an az yüzde 30 değer kaybedeceğini gösteriyor.
Her neyse, Hollande’ın bu gerçeklerden habersiz olduğunu sanmıyoruz. Cumhurbaşkanlığı makamına geldiği gün akşam geç saatte, kötü hava şartlarına rağmen Berlin’e gitmesi jestin de ötesinde bir semboldü. Paris, AB içerisinde Almanya’ya rağmen ortak kriz yönetiminin mümkün olmadığını, AB’nin Paris - Berlin sütunu çökerse, binanın ayakta duramayacağını bildiği için, Berlin’e rağmen değil, Berlin ile yol almak istiyor. Almanlar ise savaş sonrası veya bölünmüşlük yıllarında hâkim olan havadan kurtuldukları için, faturayı öderken artık söz sahibi olmak istiyorlar.
Türkiye ne yapmalı?
AB politikası açısından bu kriz süreci belirleyici olacak. Kriz, Avro bölgesinin daralması ile sonuçlanabileceği gibi, ortak bütçe denetiminden, ortak sosyal politikalara kadar derinleşen bir ekonomik birliğe doğru adım atılması da mümkün. Olası ikinci gelişme AB’nin dağılması değil, krizden güçlenerek çıkması demektir. Türkiye’nin kendini olası güçlü bir AB üyeliğine hazırlaması ve müzakere sürecini ciddiye alması en zeki politika olur. “Dökülüyorlar” diyerek, kısa nefesli analizlere takılmak ve müzakereleri yavaştan almak, zaman kaybından başka bir şey değildir. Bugün gündemde üyelik değil, üyeliğin gereklerini yerine getirmek için müzakere başlıkları vardır. AB krizi geride bıraktığı zaman, Ankara hazır olmaz ise, 70’li yıllarda olduğu gibi, masaya gelecek üyelik şansı bir nesil daha bekleyebilir.
Ali Yurttagül/Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu Siyasi Danışmanı
En Çok Okunan Haberler
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- 35 milyon TL değerinde altın sikke ele geçirildi
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi