Anayasa Mahkemesi Üzerine Yürütülen Abes Tartışmalar -II-

Anayasa Mahkemesi Üzerine Yürütülen Abes Tartışmalar -II-
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 02.07.2010 - 06:02

Bir başka anlamsız tartışma, anayasanın 148. maddesinin 1. ve 2. fıkralarına verilen yanlış anlamdan kaynaklanmaktadır. Bu fıkralara göre: “Anayasa Mahkemesi …anayasa değişikliklerini …sadece şekil bakımından inceler ve denetler. … / Kanunların şekil bakımından denetlenmesi …anayasa değişikliklerinde …teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır.” Kimi anayasa hukukçuları, bu kurallarda öngörülen biçim sınırlamasının, anayasanın 4. maddesinde öngörülen değişmez anayasa kuralları için de geçerli olacağını ileri sürüyorlar. Oysa anayasanın 4. maddesi, üzerinde herhangi bir değişikliğinin yapılamayacağı anayasa kurallarını belirlemektedir. Bu içeriği ile 4. madde, anayasanın 148. maddesi karşısında özel norm niteliği kazanır ve dolayısıyla 148/1 ve 2. madde bu alanda uygulanamaz. Ama 4. madde, aynı zamanda TBMM’nin türev kurucu iktidar olarak, anayasanın 175. maddesi uyarınca sahip kılındığı anayasa değişikliği yapma yetkisinin de kesin sınırını oluşturur. Anayasa’nın 4. maddesinde öngörülen yasak alanı ihlal eden bir anayasa değişikliği, Meclis’in anayasa ile belirlenmiş yetki alanının dışında kalır. TBMM bu yetki sınırlamasına uymakla ne kadar yükümlüyse, Anayasa Mahkemesi de yetki kuralına uyulup uyulmadığını denetlemekle aynı derecede yükümlüdür. Anayasanın 11. maddesi, her iki yükümlülüğün de temelidir. Zira bu maddeye göre, anayasa kuralları, yasama ve yürütme organını bağladığı gibi, yargı organını, dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’ni de bağlar.

Şu halde anayasa değişikliklerinin ancak biçim yönünden denetlenebileceğine ilişkin kural, ancak anayasaya göre değiştirilmesi mümkün olan kurallar için geçerlidir. Bunun aksini ileri sürmek, TBMM’nin kendisine anayasa ile çizilen yetki sınırını denetimsiz bir biçimde aşabileceğini kabul etmek anlamına gelir. Anayasanın böylesine abes bir çözüm öngörmesi düşünülemez. Çünkü anayasa abesle iştigal etmez.

Esasen anayasanın öngördüğü bu çözümde şaşılacak bir yön de yoktur. Çünkü bu Meclis, temsilde adalet yanında yönetimde istikrar ilkesini sağlamak üzere oluşturulmuş bir Meclis’tir. Yani ulusal iradeyi tam yansıtmayan, ama yönetimde istikrarı sağlamak üzere, temsil eksikliğine göz yumulan bir meclis olarak kurgulanmıştır. Bu nitelikte bir Meclis’in, yönetim görevini ve anayasayı değiştirme yetkisini, ancak anayasanın öngördüğü sınırları içinde yürütebilmesi ve bunun da yargısal denetime tabi olması, hukuk devleti ilkesinin ve buna ilişkin anayasa kurallarının bir gereğidir.
 

Anayasaya aykırı

Ancak, bir an için 148. maddenin 4. madde üzerinde de geçerli olduğu, kabul edilse bile, değişmez anayasa kurallarını ihlal eden bir düzenleme, teklif edilemeyeceğinden, biçim yönünden de anayasaya aykırı olur. Ne var ki bunun belirlenmesi, mantıken esas yönünden denetimi de zorunlu kılar.

Siyasal iktidar, Anayasa Mahkemesi’nin anayasa değişikliklerini esastan denetlemesini istemiyorsa, yargıyı kendisine bağlama hedefinden vazgeçmeli ve anayasanın 4. maddesinde öngörülen anayasa değişikliği yasaklarına özenle uymalıdır.

Bunları ABD’li bir bilim adamı kavradı da, Türkiye’deki kimi anayasa hukukçuları, kimi siyasetçiler ya da kimi aydınlar hâlâ kavrayamadı. “Türkiye’deki demokrasi anayasal demokrasi modelidir, sadece Meclis egemenliğine ya da yasamanın üstünlüğüne dayalı bir model değildir” diyor Andrew Arato (26.04.10 tarihli Milliyet Devrim Sevimay’ın röportajı). Bunda yanlışlık arayan varsa, önce kendi anayasasını açıp “Türk Milleti, egemenliğini, anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır./ Hiçbir kimse veya organ kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz” diyen 6. maddeye baksın. Ayrıca bir de “Kuvvetler ayrımının, devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, ... üstünlüğün ancak anayasa ve kanunlarda bulunduğu”nu belirten başlangıç bölümünün 4. fıkrasını okusun.

Arato, “Kemalist”, “ulusalcı”, “laikçi” ya da “vesayetçi demokrat” değil, “Ergenekoncu” hiç değil. Türkçe de bilmiyor. Ama Türk anayasasının İngilizcesi de var. Bizim demokratlığı kendinden menkul kimi yazarımız gibi, okuma özürlü de değil. Bilim adamı olduğu için, hukukçu olmasa da İngilizcesinden okuduğu anayasayı anlayabiliyor. Bunun için mutlaka hukukçu olmaya da gerek yok. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç ya da AKP milletvekili Prof. Dr. Zafer Üskül de hukukçu değil. Ama biri 20 yıldır anayasa hukuku sorunlarıyla ilgili davaların dosyalarını okuyor, hem de birçok hukukçudan daha titizlikle okuyor; öbürü uzun yıllar anayasa hukuku alanında çalışmış ve ürün vermiş. Kılıç ve Üskül, Anayasa Mahkemesi’nin biçim sınırını aşarak, anayasanın değişmez kurallarının ihlal edilip edilmediğini içerik yönünden denetleyemeyeceğini ileri sürebiliyorsa, Arato da tam aksini ileri sürebilir.

Üstelik Arato’nun siyasal ya da ideolojik bir bağlantısı da yok. Başka ne diyor Arato? “Türkiye’nin anayasasında değiştirilemeyen hükümler var. Sadece formel bir denetim yetkisine de izin verilse, değiştirilemez olanı değiştirmek sonuçta bir yandan formel bir ihlaldir ve bunun gerçekleşip gerçekleşmediğini anlamanın yolu da içeriğe bakılması ile mümkündür ancak.” Aynı şeyleri bu sorun ortaya çıktığından bu yana ben de söylüyorum. (Bkz. 25 ve 26.07.2008 ve 17.11.2008 tarihli Cumhuriyet’te yayımlanan yazılarım.) Herhalde Arato, bu görüşü benden almış değil. Belli ki anayasayı okumuş ve kendi ilgi alanıyla bağlantılı bir çözümleme yapmış. “Aklın yolu birdir” söyleminin tipik bir örneği. Buna karşı görüşte olabilirsiniz. Bu da düşünce özgürlüğünün gereğidir. Ama Arato’nun görüşlerini, “Demokrasi Karşıtı Cephenin Görevlisi” gibi başlıklarla küçültmeye çalışmak, kendi kendini gülünç duruma düşürmektir. Böyle bir kafa, “demokrasi cephesinin” (!) temsilcisiyse, oradan uzak durmak demokrasinin hayrınadır.

Kıssadan hisse: Anayasa Mahkemesi, yandaş medyaya ve sahte ideologlara aldırmadan, insan haklarının, hukukun üstünlüğünün ve çoğulcu demokrasinin korunmasına özen göstererek, anayasa ve hukuk yolunda kararlılıkla yürümeye devam etmelidir. Ve bir şey hiç unutmamalıdır: Kendisine her fırsatta saldıran siyasal iktidar, meşruiyetini hangi kaynaktan alıyorsa, Anayasa Mahkemesi de oradan almaktadır. Zaten “Hiçbir kimse veya organ, kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz”.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler