Anayasal Organlarda Yaratılan Yapay Yetki Karmaşası
Sayın TBMM Başkanı, hükümet sözcüsünün ne söylediğini dinlemeden, hükmünü vermiş: “Anayasa Mahkemesi yetki gaspında bulunmuştur... Esastan inceleme yasağını Anayasa Mahkemesi’nin çiğneyemeyeceği yeni bir modelin zamanı gelmiştir” diyor. Oysa onun öncelikle dikkat etmesi gereken şey, başkanı bulunduğu Meclis’in anayasa tarafından çizilen yetki sınırları içinde kalmasını sağlamaktır. İkinci öncelik, Meclis’in anayasal yetki alanına yürütme organından gelecek baskı ve müdahalelere karşı Meclis’in yetkilerini, dolayısıyla haysiyetini korumak olmalıdır. Ama öyle görünüyor ki Meclis Başkanı, güçler ayrılığı ile pek ilgilenmiyor. Anayasada öngörülen tarafsızlık da onun için fazla bir önem taşımıyor. Meclis Başkanı olarak cumhurbaşkanıyla başbakanıyla kaynaşmış bir yönetim anlayışına kendini kaptırmış. Aslında bu yönetim anlayışına en uygun düşen terim “çoğunluğun diktası”dır. Bazıları buna “çoğunlukçu demokrasi” diyor. Zaman zaman ben de aynı terimi kullandım. Ama şimdi anlıyorum ki bu terim, ancak demokratik devrim sürecinin bir aşaması için doğru olabilir. O da geçici bir süreçtir. Ama karşıdevrim girişimi, “çoğunlukçu” da olsa demokrasi nitelemesini hak etmiyor.
Anayasa Mahkemesi’nin anayasa değişikliklerini sadece biçim yönünden denetleyebileceği, oysa mahkemenin yetkisini aşarak esas denetimi yaptığı görüşü, birçok kimseyi inandırmış gözüküyor. Baksanıza Sayın Oktay Ekşi bile “kâğıt üzerinde yerden göğe kadar haklı” buluyor bu görüşü. Oysa “kâğıt üzerinde” bile yanlış bir görüş. Tabii “kâğıt üzerinde” derken yalnızca anayasanın 148/1 ve 2. maddesini okursanız, benzer bir yoruma kendinizi kaptırabilirsiniz. Ama o dahi doğru bir okuma olmaz. İsterseniz anılan maddeye tekrar bakalım: “Anayasa Mahkemesi, … Anayasa değişikliklerini … sadece şekil bakımından inceler ve denetler. … / Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, …. Anayasa değişikliklerinde … teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır.” Şu halde Anayasa Mahkemesi, bu madde uyarınca “teklif ve oylama” yeter sayılarına ve “ivedilik yasağı”na uyulup uyulmadığına bakacak. Şu halde şekil denetimi, yalnızca anayasada öngörülen teklif ve karar yeter sayılarına ve ivedilik yasağına uyularak yapılabilecek anayasa değişiklikleri ile sınırlı bir denetim. Bu maddeyi genişleterek her türlü anayasa değişikliği için geçerli saymak, bizce maddenin kendi iç mantığına da aykırıdır.
Anayasanın değişiklikle ilgili hükümleri, yalnızca bu kuraldan ibaret olsaydı, belki burada bir yorum farklılığından söz etmek mümkün olabilirdi. Oysa anayasada teklif ve karar yeter sayılarına ve ivedilikle görüşme yasağına uyulsa da teklif edilemeyecek ve dolayısıyla yapılamayacak anayasa değişiklikleri var. Bunlar anayasanın 4. maddesinde belirtilmiş: Bu madde “Anayasanın 1’inci maddesindeki devletin şeklinin cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2’nci maddesindeki cumhuriyetin nitelikleri ve 3’üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” diyor. Söyler misiniz, TBMM’nin bu alanda yetkisiz olduğu, yani anayasayı değiştirme yetkisine sahip olmadığı, başka nasıl ifade edilebilir? Burada asıl sorulması gereken soru şudur: TBMM’nin anayasa değişikliği konusunda sahip olduğu yetkinin mutlak sınırını çizen bir madde, nasıl olup da Anayasa Mahkemesi’nin yetki sorunu haline getirilebiliyor? Bunu hukuk mantığı ile açıklamak mümkün değil. Savigny’nin yorum kurallarını özümsemiş her hukukçu, bir hukuk metninin, ancak yer aldığı bütün içinde anlamlandırılacağını ve buna da sistematik yorum denildiğini bilir. Buna bağlı olarak genel hukuk öğretisinin önemli kurallarından olan “lex specialis derogat legi gererali” (özel norm, genel normun yerini alır) kuralı, hukuka giriş kitaplarında okutulur. Ama gene de bilim kuşkuyu zorunlu kılar. Descartes’ın “dubito ergo sum” (kuşku duyuyorum, o halde varım) özdeyişi, bilim anlayışının temelidir. Bu nedenle, bana çok yalın bir hukuksal gerçek olarak gözüken görüşlerin doğruluk derecesini sınamak üzere, hukuk metodiğinin büyük ustası Friedrich Müller’e Türkiye’deki tartışmayı aktardım ve ilgili anayasa maddelerinin (AY m. 148/ 1 ve 2; AY madde 4 ve AY m. 175) de Almancasını gönderdim. Aldığım cevabı aynen aktarıyorum:
“Yanlış anlamadıysam, anayasanızın 4. maddesine göre, bu madde kapsamına giren konularda değişiklik önerisi bile yapılamıyor. Eğer böyle ise anayasanın 4. maddesi, 148. madde karşısında ‘lex specialis’ (özel norm) niteliğindedir ve bu nedenle de mutlak önceliğe sahiptir. Bunun sonucu olarak Anayasa Mahkemesi, anayasa değişikliği önerisini, değişmezlik kuralını ihlal edip etmediğini belirlemek üzere içerik yönünden denetleyebilir; hatta denetlemekle yükümlüdür. Bu denetim sonunda değişmezlik kuralının ihlal edildiği belirlenirse, böyle bir anayasa değişikliği yoklukla maluldür; yok hükmündedir. Siz, aynı sonuca parlamentonun yetkisizliği açısından ulaşmışsınız ki bu da aynı derecede doğrudur. Her iki argümandan bir tanesi bile, anayasa değişikliğinin yasak olduğu alanda, mahkemenin denetim yetkisine sahip olduğunu kanıtlamak için yeterlidir.”
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması