Atatürk Asya'nın Yeniden Doğuşudur...

Atatürk Asya'nın Yeniden Doğuşudur...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 30.07.2012 - 06:35

Şunca yıldır, “Atatürkçüyüz” diyoruz, törenler yapıyoruz, saygı duruşları düzenliyoruz 10 Kasım’larda... Sevgimiz saygımız içselleşmiş bir sevgi saygı olsaydı, böylesine uzak düşer miydik ilkelerinden, devrimlerinden? “Atatürk Yaşadı mı” diye kitap yazılır mıydı? Bursa Nutku’ndan haberi olan var mı?

Orhan Burian, alnında “En gerçek yol gösterici bilimdir” yazılı bilim yurdunda (DTCF) İngiliz yazını doçentidir. Belletmez, düşündürür, araştırmaya yöneltir. Eğitilenin, yeteneklerini ortaya çıkarmak; onu, kendisine, toplumuna yararlı bir birey durumuna getirmek gerçek amaçtır. Medrese anlayışıyla, kokmaz bulaşmaz bilgileri belleğe yük etmek, büyük yanlıştır. Bilgiler özümlenmeli, davranışa dönüşmeli, kişiliği geliştirmelidir. Yücel dergisinde yazdığı yazılarla hümanizmanın insancıllığın öncülerindendir.

İkinci Dünya Savaşı sona ermiş, insanlık büyük bir yıkım yaşamıştır. Bizde de ırkçılık akımı sürmektedir. Nihal Atsız öncülüğünde saldırganlaşmıştır. Nasıl bir Türkçülükse, ülkenin değerli insanları karalanmaktadır.

Bir gün, bir toplantı düzenler ırkçılar, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde, solcu diye adı çıkan bilim yurdu, kendileri gibi düşünmeyenlerden arındırılacaktır.

Toplantının düzenlendiği salonda, Rektör Şevket Aziz Kansu’ya saldırılar başlar; giderek linç etme eylemine dönüşür. Kürsüsünde dövülmeye başlanır. Elinden zorla bir istifa yazısı alınır. Jandarmanın işe karışmasıyla ölümden zor kurtulur.

İstanbul’daki Ankara’daki bilim adamları, aydınlar, sindirilmiştir. Ha işte o ortamda, devlet başkanına, İnönü’ye bir mektup yazar Orhan Burian; yeni Türk devletinin temel ilkelerine, özgürlüğe, bilime saldırıdır yapılan. Gelecek kuşakları, geçmiştekilerin körlüğünden, uyuşukluğundan kurtulma yollarını arayanların önünü kesme girişimidir bu; üniversitenin bilimsel onurunu çiğnemektir. Orhan Burian bir Türk yurttaşı, bir bilim işçisi olarak, duyduğu kaygıları iletiyor, Batı Cephesi komutanını göreve çağırıyordu. O mektup, Cumhuriyet tarihinin bir onur belgesi olarak kalacaktır. Aydınlar dilekçesinin öncüsü gibidir.

Günümüz ortamında gıkı çıkmayan, bilim yurttaşlarımızın (galiba sayıları 160’ı geçmiş) profesörlerimizin kulakları çınlasın...

Cumhuriyet aydınlanmacılığına ivme kazandıran Hasan Âli Yücel bakanlıktan ayrılmış, yerine gerici, faşist Reşat Şemsettin Sirer getirilmiştir. “Cumhuriyetin eserleri içinde en önemlisi sayılan Köy Enstitüleri” de tehlikeli görülmektedir, ıslah edilecektir.

Bilim işçisi Orhan Burian, gider Günyol’la Arifiye Köy Entitüsü’nde konuk olur. Oradaki yaşamı, eğitim etkinliklerini gözlemler. Toplumumuz özgün bir eğitim kurumu yaratmıştır. Enstitü; işlikleri, tarlaları, derslikleriyle, kendi ürettikleriyle yaşayan bir yaşam birimine dönmüştür. Hafta sonu şenlikleri, eleştirileriyle üniversitelerin bile kendilerini yönetemedikleri dönemde, tabanda bir Rönesans devinimi gerçekleştirmektedirler.

Yazdığı “Yıkıcı Zihniyet ve Köy Enstitüleri” başlıklı yazısıyla aklın, bilimin sesini yükseltir: “Keşke bütün eğitimimizin temeli aynı şekilde üretimci, yapıcı olsa; bütün çocuklarımız her şeyin nedenini araştırarak, uyandırıcı yolda geliştirilseler, insanımız kul olmaktan kurtulsa eğitim, özgürleşme eylemine dönüşse.” (Denemeler, Eleştirileri sf. 41)

Sanatsal yaratıcılık da baskı altındadır. Dünya, “Pablo Meruda, Aragon, Nâzım Hikmet, bunlar, insanlığın övüneceği ozanlar” derken, bizde Nâzım yasaklanmıştır. Gizlice okunmaya çalışılmaktadır. Adını anmak bile büyük suçtur. Orhan Burian, 1946’da “Kurtuluştan Sonrakiler” adlı bir şiir seçkisi hazırlar. İlk kez bu seçkide, Nâzım’ın 26 şiiri yer alır. Türk okuru, ozanını bu seçkiyle tanımış olur. Elbet her şeyi göze alarak, özgür akla dayanarak hazırlanmıştır seçki...

“Anış” adlı kısa bir yazısı vardır Burian’ın, yurttaşları, kendi değerlerine sahip çıkması açısından aydınlatıcıdır. İçimizde yaşayan şeyleri anarız biz. Sevgi sürüyorsa, anmak güzeldir, ama bitmişse göstermelik anmak, ikiyüzlülüktür. “Ölenlerimiz unutulduğu gün, ilk ve son kez ölür. Ölülerimiz için anma ve yaslanma törenlerinden vazgeçelim; yaşayan yanlarını bilmek ve sevmek, onlarla ayrılmamacasına beraber olmak demektir.” Yazık ki, toplumumuza yapay davranışlar, törensel davranışlar egemen.

Şunca yıldır, “Atatürkçüyüz” diyoruz, törenler yapıyoruz, saygı duruşları düzenliyoruz 10 Kasım’larda... Sevgimiz saygımız içselleşmiş bir sevgi saygı olsaydı, böylesine uzak düşer miydik ilkelerinden, devrimlerinden? “Atatürk Yaşadı mı?” diye kitap yazılır mıydı? Bursa Nutku’ndan haberi olan var mı?

Yaşamıyla, çalışmalarıyla aydınlanma öncüsü Orhan Burian’ı tanıyor muyuz? Oysa o, Cumhuriyetin yetiştirdiği büyük bir eğitimci, her yönüyle örnek bir insandı. “Kırkın kapısındaki genç” olarak 39 yaşında aramızdan ayrıldı. Ölümünün 50. yıldönümünde Ege Üniversitesi, Prof. Dr. Zeki Arıka’nın öncülüğündü bir seminer düzenledi. (5 Mayıs 2003) “Burian’ı ölümünün 50. yılında anmak, anarak düşünmek onu bugünkü kuşaklara anlatmanın vicdani olduğu kadar, ulusal bir görev olduğuna da inanıyorum.” Arıkan, seminerden sonra da çalışmalarını sürdürdü. Burian’dan bize kalanları gün ışığına çıkarıp kitaplaştırdı.

Vedat Günyol “Ben, Burian’ı tanıyınca kendimi buldum” diyor ve sürdürüyordu:

“Yazılarını Yücel dergisinde okurdum. Biz Yücelciler, onu tanımaya can atıyorduk. Cambridge Üniversitesi’nde öğrenimini bitirip yurda döndüğünde buluştuk. Zekâsı, bilgisi, alçakgönüllülüğü, nazikliği hepimize büyüledi. Kardeş gibi oluverdik.” Daha sonra “Ufuklar”ı beraber çıkardık. Yitirdiğimizde de, dergiyi “Yeni Ufuklar” adıyla sürdürdüm.

Derginin ocak sayısında okurlardan özür diliyordu Burian: “Hastalık nedeniyle bu sayıyı geç çıkarmak zorunda kaldım.” 5 Mayıs 1953’te aramızdan ayrıldı.

Yitirişimizin 60. yılında anısına saygılar.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler