Barış Pınarı Harekâtı: Türk-Amerikan ilişkileri son 10 yılda nereden nereye geldi?
ABD Başkanı Donald Trump'ın 9 Ekim'de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a gönderdiği, diplomasi ve nezaket ölçülerinin dışına çıkan mektubu ve Kongre'den geçen 'soykırım karar tasarısı' Türk-Amerikan ilişkilerindeki "dip noktayı" somut hale getirmesi açısından önem taşıyor. Oysa iki ülke arasındaki ilişkiler 10 sene önce bunun tam tersi bir tabloyu gösteriyordu. İlişkiler nasıl bu noktaya geldi?
ABD Başkanı Donald Trump'ın 9 Ekim'de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a gönderdiği, diplomasi ve nezaket ölçülerinin dışına çıkan mektubu son yıllarda krizden başka bir ifadeyle tanımlanamayan Türk-Amerikan ilişkilerindeki "dip noktayı" somut hale getirmesi açısından önem taşıyor.
Ancak ilişkilerdeki "dip nokta" sadece yönetimler arasında sınırlı kalmadı.
ABD Temsilciler Meclisi'nin, Cumhuriyetin kuruluşunun 96. yılını kutladığı gün Türkiye'ye karşı iki olumsuz karar alması, bunlardan birinin 1915 olaylarının 'Ermeni soykırımı' olarak tanınması olması ilişkilerdeki soğukluğun parlamenterleri de güçlü şekilde etkilediğini gösterdi.
Oysa iki ülke arasındaki ilişkiler 10 sene önce bunun tam tersi bir tabloyu gösteriyordu.
Dönemin ABD Başkanı Barack Obama'nın, 2009 başında göreve başlamasının ardından katıldığı bazı uluslararası toplantılardan sonra ikili bir ziyaret gerçekleştirmek için seçtiği ülke Türkiye olmuştu. 5-7 Nisan 2019'da Ankara ve İstanbul'u ziyaret eden Obama, dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmüş, TBMM'ye hitap etmişti.
Obama, Meclis'te yaptığı konuşmada şunları söylemişti:
"Bu, Amerika Birleşik Devletleri Devlet Başkanı sıfatıyla yaptığım ilk ülke ziyareti. Daha önce G20 zirvesine Londra'ya, NATO Zirvesi'ne Strasburg'a, Kehl'e ve Prag'daki Avrupa Birliği zirvesine gittim. Bana, ziyaretimi Ankara'ya ve İstanbul'a devam ettirmeyi bir mesaj vermek için yapıp yapmadığımı soranlar oldu. Buna cevabım çok kolay: Evet. Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri'nin önemli bir müttefikidir. Türkiye, Avrupa'nın önemli bir parçasıdır ve Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri birlikte çalışmalı, birlikte çalışarak zamanımızın güçlüklerine çözüm bulmalıdırlar."
Obama, Meclis'teki konuşmasında Türkiye'nin Müslüman kimliği ile demokrasi ve özgürlükler hedefine ilerlemesinden de övgüyle bahsetmiş ve "Biliyorum ki Türkiye'nin geleceği konusunda tartışmayı sevenler var. Siz, medeniyetlerin ortasında, tarihin dalgalarından etkilenen bir ülkesiniz. Medeniyetlerin buluştuğu, pek çok farklı kültürün bir araya geldiği bir yerleşimdesiniz. Ülkeyi bir yöne ya da diğer yöne çekmek isteyenler olabilir, ama ben inanıyorum ki bu kişiler şunu anlamıyorlar: Türkiye'nin büyüklüğü her şeyin ortasında olmasından kaynaklanıyor. Burada Doğu ve Batı'nın bölünmesinden bahsetmiyoruz, burası Doğu'yla Batı'nın birleştiği bir yer," ifadelerini kullanmıştı.
Arap Baharı sırasında 'model ortaklık'
O dönem, Obama'nın ziyareti Türk-Amerikan ilişkilerinde "model ortaklık" kavramı altında yeni bir sayfanın açılmasını sağladığı gibi başta Başbakan Erdoğan olmak üzere Türk yetkililer ve Obama arasında da verimli bir diyaloğun ortaya çıkmasına yol açmıştı.
Hatta Obama, 2012 başında Time dergisine verdiği bir röportajda en güvendiği 5 liderden birinin de Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan olduğunu kaydetmişti.
Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin yakınlaştığı bu dönem, Arap Baharı olarak adlandırılan ve Tunus'tan başlayarak Mısır ve Suriye dâhil birçok Müslüman ülkede sosyo-ekonomik ve siyasi taleplerin kitlesel gösterilerle dile getirilmeye başlandığı süreçle örtüşmüştü.
Arap Baharı hareketlerine ABD gibi destek veren ülkeler arasında yer alan Türkiye, o dönem demokratik değerleri laik bir toplum olarak benimsemiş Müslüman bir ülke olarak tanımlanmış ve Türk yetkililer de bundan rahatsızlık duymamıştı.
Başbakan Erdoğan, Mısır ve Tunus gibi Arap Baharı'nın önde gelen ülkelerine ziyaretler düzenlemiş ve onlara "laik bir rejime" geçmeleri tavsiyesinde bulunmuştu. Erdoğan'ın o dönem verdiği bu mesajlar daha çok başta Washington başta olmak üzere Batı başkentlerinde yankı bulmuş ve olumlu karşılanmıştı.
O dönemde de sorunlu alanlar vardı örneğin geçici üye sıfatıyla BM Güvenlik Konseyi'nde yer alan Türkiye'nin 2010'da İran ile ilgili bir oylamada ABD'nin çağrısına karşın "Hayır" oyu kullanması, ABD'nin Türkiye'nin "terörle mücadele" konusunda talep ettiği Predator -insansız silahlı hava aracı- sistemlerini vermeye yanaşmaması gibi. Ama bu konular ilişkilerin temeline bir zarar veren nitelikte görünmüyordu.
2013: İlişkilerin bozulmaya başladığı yıl
2013'te arka arkaya yaşanan bazı gelişmeler, Türk-Amerikan ilişkilerine de olumsuz yansıdı.
Mayıs ayı sonunda Türkiye'de başlayan Gezi protestolarına hükümetin sert yanıtını ABD'nin hemen her düzeyde ve günlük olarak eleştirmesi, Ankara'nın büyük tepkisine neden oldu.
Temmuz ayının başında Mısır'ın demokratik yollarla seçilen ilk cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin askeri darbeyle devrilmesi ve başta ABD olmak üzere uluslararası toplumdan önemli bir tepki gelmemesi Erdoğan hükümetinin Batı'ya ilişkin tepkilerinin keskinleşmesine yol açtı.
Ancak Türk-Amerikan ilişkilerinde daha uzun vadeli etkileri olacak gelişme, Suriye bunalımı kapsamında 2013 ortasında yaşandı. Obama yönetiminin "kırmızı çizgi" olarak tanımlamasına karşın Esad yönetiminin kimyasal silah kullandığı iddialarına askeri bir yanıt vermemesi, Ankara'da büyük bir hayal kırıklığı yarattı.
Obama'nın attığı geri adım, Ankara'yı Esad rejiminin devrilmesi planında yalnız bırakırken aslında uluslararası toplumun Şam'dan çok ülkenin doğusunda gelişen "İslami radikal terör örgütlerine" yoğunlaşmaya başladıklarını göstermesi açısından da önemliydi.
2015'teki YPG bunalımı
Adına "İslam Devleti" diyerek Suriye'nin doğusunda ve Irak'ın batısında halifelik ilan eden Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) ile mücadele için 2014 sonunda ABD liderliğinde kurulan koalisyon gücüne Türkiye de katılmış ancak Ankara bu güce aktif destek vermemişti.
2015 boyunca yürütülen müzakereler sonunda İncirlik ve Diyarbakır üslerini koalisyona açan Türkiye, hava operasyonlarına da katılmaya başladı. Buna karşın, Türkiye-Suriye sınırının bir bölümünü kontrol eden IŞİD'e karşı ortak operasyon yapılması ve bu bölgede bir güvenli bölge kurulması konusundaki istemlerine olumlu yanıt alamadı.
ABD, IŞİD ile mücadele konusunda da Türkiye'nin tüm itirazlarına karşın YPG ile yola devam etme kararı aldı. Ankara'nın "terör örgütü" olarak tanımladığı bu gruba askeri ekipman ve destek sağlamaya başlayan ABD, NATO üyesi Türkiye ile uzun dönem devam edecek bir gerginlik kapısını da açıyordu.
15 Temmuz darbe girişimi ve Gülen'in iadesi talebi
Türk dış politikasını ve doğal olarak ABD ile ilişkilerini tamamen etkileyen bir başka gelişme de 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimi oldu. Ankara girişimden Gülen yapılanmasını sorumlu tuttu. Obama yönetiminin son döneminde gerçekleşen bu gelişme gözlerin, Fethullah Gülen'in 1999'dan bu yana yaşadığı ABD'ye çevrilmesine neden oldu.
Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere birçok hükümet üyesi, medya ve sivil toplum kuruluşu Gülen'i barındıran ABD'yi, "darbe girişiminin arkasında olmakla" suçladı. Gülen'in iadesi konusunu hem Obama hem de halefi Donald Trump ile görüşmelerinde dile getiren Erdoğan, çağrılarına olumlu yanıt alamadı.
İlişkilerdeki Gülen etkisi, Ankara'nın darbe girişimiyle ilgili olarak yürüttüğü soruşturmalar kapsamında ABD vatandaşı Pastör Andrew Brunson ile ABD'nin İstanbul ve Adana Konsolosluklarında çalışan Türk çalışanları tutuklamasıyla 2017 itibarıyla daha da derinleşti. İstanbul Başkonsolosluğu'nda çalışan Metin Topuz'un tutuklanması üzerine ABD, Türk vatandaşlarına sağlanan vize hizmetini dondurduğunu açıkladı.
Sorunların daha da derinleşmemesi ve diplomatik yollarla çözümü Türkiye-ABD çalışma grupları da kurulmasına karşın istenilen sonuçlara ulaşılamadı. 2018'e darbe vuran gelişme ise Brunson krizi oldu.
ABD'den gelen Brunson'un serbest bırakılması çağrılarına ABD'de bulunan Gülen'i anımsatarak yanıt veren Erdoğan, Trump'ın baskısına Türkiye'de mahkemelerin bağımsız olduğunu yanıtını verdi.
Mayıs ayından itibaren çağrılarını sıklaştıran Trump, cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan Erdoğan'a baskısını artırdı. Ağustos ayından itibaren ise yaptırım uygulamaya başlayan Trump, Türk ekonomisinin birkaç saatlik bir dilim içinde türbülansa girmesine neden oldu. Taraflar arasındaki sorun Brunson'un Ekim ayında serbest bırakılmasıyla giderilebildi.
Aynı dönemde Halkbank'ın İran'a uygulanan yaptırımları deldiğine ilişkin bir soruşturma kapsamında eski Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla'nın ABD'de tutuklanması, petrol karşılığı altın olarak tanımlanan organizasyonu yaratan ve uygulayan İran asıllı Reza Zarrab'ın tanıklık ettiği davada Atilla'nın suçlu bulunması da bu süreçte yaşandı.
S-400 krizi
Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan çok boyutlu gerginlik, Türkiye'nin Rusya Federasyonu'ndan S-400 hava savunma sistemi alma kararının ortaya çıktığı 2017 başlarından itibaren savunma sanayi alanını da etkiledi.
Türkiye, 11 Nisan 2017'de yaptığını açıkladığı bir protokolle fiyatı 2.5 milyar dolar kadar olan S-400 anti-balistik füze sistemlerini Rusya'dan temin edeceğini, çünkü ABD yönetiminin Patriot sistemlerinin satışı konusunda yeşil ışık yakmadığını kaydetti.
Ankara ile Moskova arasında yapılan protokol, S-400 sistemlerinin 2019 ortasında Türkiye'ye getirilmesini ve gerekli hazırlıkların tamamlanmasının ardından aktive edilmesini içeriyordu.
Türkiye'nin NATO'nun son dönemde başta Ukrayna olmak üzere birçok konuda gerginlik yaşadığı Rusya'dan gelişmiş bir hava savunma sistemi alması başta ABD olmak üzere birçok müttefik ülkede kaygı yarattı.
ABD bu silahların Türkiye'ye konuşlandırılması durumunda 5. nesil savaş uçağı olarak tanımlanan F-35'lerin uçuş güvenliğini tehlikeye atacağı uyarısında bulundu ve geri adım atılmazsa 2001'den bu yana projede yer alan Türkiye'nin çıkartılacağı ve satın aldığı 4 F-35'in teslime edilmeyeceği uyarısında bulundu.
Türkiye'nin 31 Temmuz tarihiyle projeden çıkartılacağına ilişkin mektup da 6 Haziran günü Ankara'ya ulaştı. Bu uyarılara karşın Türkiye, Temmuz ve Ağustos aylarında S-400 sistemlerinin teslimatını gerçekleştirdi.
Bu adımın atılması, ABD'nin Ağustos 2017'de yasalaştırdığı ve kısa adı CAATSA olan ABD'nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası kapsamındaki yaptırımların Türkiye'ye uygulanması yolunu açtı.
Ancak Trump'ın bu süreçte izlediği politika, Amerikan Kongresi'nin tüm baskılarına rağmen yaptırım yasasını uygulamamak oldu. Erdoğan ile Haziran sonunda Osaka'da görüşen Trump, S-400 bunalımından Türkiye'ye Patriot satmayan Obama yönetimini sorumlu tutmuş ve yaptırım uygulamak istemediğini ortaya koymuştu. Erdoğan'ın fiyatı 3.5 milyar dolar civarında olan Patriot'ları satın almak konusunda istekli olduğunu ifade etmesi ve ayrıca Boeing ile ticari uçak satışı için sözleşme imzalanabileceğine dönük ifadelerinin de Trump'ı yaptırım kararından caydıran unsurlar olmuştu.
Ancak Trump üzerindeki CAATSA yaptırımları baskısı, Ankara-Washington hattında yaşanan her yeni bunalımda gündeme gelen bir olguya dönüştü. Kongre üyeleri Türkiye ile ilgili her yaptırım girişimine bu yasanın da eklenmesini sağlıyorlar.
F-35 savaş uçaklarının teslim edilmeyeceğinin açıklanması ve Türkiye'nin bu süreçten tamamen çıkartılması, aynı S-400 sürecinde olduğu gibi Türk savunma sanayinin Rusya pazarına dönmesi sonucunu doğurdu. Ağustos ayında Rusya'da düzenlenen bir havacılık fuarını gezen Cumhrubaşkanı Erdoğan, Rusya'nın geliştirdiği Su-35 ve Su-57 savaş uçaklarını inceledi ve yetkililerin resmi görüşmelere başlaması talimatın verdi. Türkiye'nin bu yönde bir satın alma kararı olması durumunda, sadece ABD ile değil tüm NATO ile ilişkilerinde yeni bir gerilimin çıkması kaçınılmaz görülüyor.
Barış Pınarı bunalımı
Türk-Amerikan ilişkilerinin son döneminde yaşanan tüm bu bunalımlardan daha kapsamlısı Türkiye'nin 9 Ekim'de başlattığı Barış Pınarı Harekâtı sürecinde yaşanıyor. Taraflar arasında yaklaşık bir yıldır süren güvenli bölge müzakerelerinden istediği sonucu alamayan Türkiye, geçen hafta başlattığı bir operasyonla son 4 senedir ABD'nin Suriye'nin doğusunda ortaklık yaptığı YPG'yi sınırlarından uzaklaştırmaya başladı.
Trump'ın "Sert adamı oynama. Aptallık etme" içerikli mektubu da bu süreçte Erdoğan'a iletildi. Aynı zamanda bir Başkanlık Kararnamesi imzalayarak Türkiye'ye kapsamlı bir yaptırım paketi açıklayan ABD Başkanı, sık sık attığı Twitter mesajlarıyla 'Ankara'nın çizgiyi geçmesi durumunda' Türk ekonomisini "yerle bir etmekle" tehdit ediyor.
Başta Cumhuriyetçi ve Demokrat kongre üyeleri olmak, Amerikan kamuoyu, düşünce kuruluşları ve medyası tarafından IŞİD ile mücadelede ABD'nin yanında savaşan YPG'yi ortada bırakmakla suçlanan Trump, 17 Ekim'de Ankara'ya gönderdiği üst düzey heyet aracılığıyla YPG'nin 30 kilometre güneye çekilmesi karşılığında Türkiye'nin operasyonunu durdurmasını içeren bir anlaşma sağlamak durumunda kalmıştı.
Türkiye'nin operasyonunu fiilen durduran bu anlaşma uyarınca Trump, yaptırım kararnamesini geri çekmiş ve 13 Kasım'da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı Beyaz Saray'da ağırlayacağını duyurmuştu.
Ancak Türkiye'nin operasyonunu durdurması eleştirilerin hızını kesmedi. 22 Ekim'de Rusya ile ikinci bir anlaşma yapan Türkiye'yi hemen her platformda eleştiren ABD makamları, Türk ordusu ile Suriye'ye giren Özgür Suriye Ordusu üyelerinin Suriyeli Kürtlere "savaş suçu" uyguladıklarını bundan da Türk hükümetinin sorumlu tutulması gerektiğini iddia ettiler. Aynı kapsamda Türkiye'nin kimyasal silah kullandığı iddiaları da gündeme geldi.
Ankara'yı daha da sinirlendiren gelişme ise ABD Başkanı Trump'ın Türkiye'nin Interpol aracılığıyla tüm dünyada aradığı Suriye Demokratik Güçleri yöneticilerinden Mazlum Kobani'yi birçok kez övmesi ve Beyaz Saray'a davet etmesi oldu. Türkiye, Mazlum Kobani'nin PKK yöneticilerinden olduğunu, ABD'ye gitmesi durumunda Amerikan makamları tarafından tutuklanıp Türkiye'ye teslim edilmesi gerektiğini söylüyor.
Kongre'de Türkiye karşıtı tasarılar
Türk-Amerikan resmi makamları arasında Barış Pınarı Operasyonu ile ilgili birçok konuda bu tür görüşmeler sürerken, ABD Temsilciler Meclisi'nden aynı günde Türkiye karşıtı iki tasarının büyük çoğunlukla kabul edilmesi Ankara'nın tepkisini daha da büyüttü.
Tasarıların içeriği kadar zamanlaması da gerginliğin boyutunu göstermesi açısından dikkat çekiyor. ABD'li kongre üyeleri, Türkiye'yi 'Ermenilere soykırım uygulamakla' suçlayan ve bir dizi ağır yaptırımla cezalandıran bu iki tasarıyı NATO müttefikinin cumhuriyeti ilan edişinin 96. yılını kutladığı gün kabul etmekten çekinmediler.
Bu gelişmeler ışığında Cumhurbaşkanı Erdoğan, 13 Kasım'da Beyaz Saray'a gidip gitmeyeceğine ilişkin olarak henüz kararını vermediğini, kafasında bazı soruları olduğunu kaydetti. Mazlum Kobani'ye davet masada dururken, Türkiye aleyhine kabul edilen yaptırım tasarısının önce Senato sonra da Trump tarafından onaylanıp onaylanmayacağına ilişkin süreç belirsizken Erdoğan'ın görüşmeye gitmek için kararını açıklamakta aceleci olmayacağı kaydediliyor.
Aslında Trump Ocak 2017'de görevine başladığında Ankara'da Obama dönemindeki yanlış anlamaların ortadan kalkacağı, iş adamı gözüyle dünyaya bakan Trump ile Erdoğan'ın çok olumlu bir hava yakalayacakları beklentisi hâkimdi. ABD Başkanı'nın daha ilk dönemi sona ermeden Türk-Amerikan ilişkilerinde gelinen bu nokta, iki müttefik arasındaki gerilimin kısa sürede çözülmesinin olanaklı olmadığını gösteriyor.
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- Erdoğan'ı protesto eden gençlere işkence iddiasına yanıt