Başyapıtlarıyla Bulgakov!
20’inci yüzyıl Rus edebiyatının ustalarından Mihail Afanasyeviç Bulgakov’un başyapıtlarından bir seçme: Usta ile Margarita, Genç Bir Doktorun Anıları, Morfin, Kol Manşetinde Notlar, Kızıl Moskova, Teatral Bir Roman (Siyah Kar), Moliere Efendi, Köpek Kalbi, Ölümcül Yumurtalar, Şeytanname…
USTA
İLE MARGARITA
Mihail
Bulgakov’un yaşamının son günlerine dek üzerinde çalıştığı, uzun süre
yasaklanmış ancak ölümünden yıllar sonra 1966’da o da katı bir sansürden
geçerek yayımlanabilen dev romanı Usta ile Margarita, 20’inci yüzyıl
edebiyatının başyapıtları arasında yer alır.
Keskin
yergili bir mizahla dolu fantastik bir roman olan Usta ile Margarita, Can Yayınları
tarafından, SSCB döneminde kitaptan çıkarılan 80 sayfayı da içeren eksiksiz
çevirisiyle sunuluyor.
Acımasız
bir sistem eleştirisini derin bir felsefi tartışmaya dönüştürerek insan kadar
eski iyi-kötü tartışmasını irdeleyen Usta ile Margarita, iki ayrı öyküyü
yan yana getirir. Bunlardan biri XX. yüzyılda Moskova’da, diğeri Pontius
Pilatus’un 26-36 yılları arasındaki valiliği döneminde Yahuda’da geçer.
Romanın
başkişisi, Prof. Woland kılığına girmiş olan Şeytan’dır.
1930'lu
yıllarda Moskova'da sıcak bir bahar günü… Günbatımına yakın saatlerde Şeytan,
iyi giyimli ve yabancı görünümlü bir beyefendi kılığında şehre iner ve kendini
kara büyü uzmanı Profesör Woland olarak tanıtır.
Moskova’ya
inen Şeytan, seçkin aydın çevrelerinin ikiyüzlülüğünü ve yozluğunu gözler önüne
seren çılgınca oyunlara başvurur.
Onun
garip maiyetiyle birlikte gelişini, Sovyet başkentini kasıp kavuran bir dizi
esrarengiz ve tekinsiz olay izler.
Onun
karşısındaysa akıl hastanesine kapatılan, baskı altındaki bir romancı, yani
“Usta” vardır...
Onun
garip maiyetiyle birlikte gelişini, Sovyet başkentini kasıp kavuran bir dizi
esrarengiz ve tekinsiz olay izler.
Bulgakov’un
Usta ile Margarita’yı bitirememekten korkuyordu ve bir taraftan da böbreğindeki
hastalık nedeniyle sağlığı gittikçe kötüleşiyordu. Uykusuzluk çekiyor ve kendini
halsiz hissediyordu.
1934
tarihli bir mektupta arkadaşına şunları yazıyordu: “Yalnızlık korkusu; şimdiye
kadar hiç böyle berbat bir şey yaşamamıştım ya da bir başıma kalma korkusu
desem daha doğru. Bu o kadar midemi bulandırıyor ki bir bacağımı kesmelerini
tercih ederim.”
Yapıtının
müsveddesine de şöyle bir not düşmüş: “Ölmeden önce bitir.”
Usta
ile Margarita’nın anlatısı çoğu yerde trajik ve dokunaklı olsa da her şeyden
önce Bulgakov eğlence hissi uyandırmanın peşinde.
Sovyet
yaşam tarzına yönelik keskin bir hiciv, dinsel bir alegori, komik bir fantezi
olduğu kadar, dokunaklı bir aşk öyküsü de olan kitabı özellikle yazıldığı
koşullar dikkate değer kılıyor. Ne de olsa Stalin rejiminin en karanlık
günlerinde, gecenin bir vakti insanların ortadan kaybolduğu bir dönemde
yazıyordu.
Bu
arada Stalin, Bulgakov’la aynı Ahmatova’yla olduğu gibi kişisel olarak
ilgileniyordu. Bazılarına göre Stalin’le olan ilişkisi Bulgakov’un
tutuklanmasını ve yargılanmasını engellemişti. Ama aynı zamanda saklamadan
yapmak istediği çalışmaları da engellemişti.
Bulgakov
bundan hareketle hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı alacakaranlıkta kalmış
bir dünya yaratır ve fantastik, doğaüstü ve kötücül olan ne varsa bunları
günlük hayatın sıradan olayları gibi ele alır.
GENÇ
BİR DOKTORUN ANILARI
Birinci
Dünya Savaşı sırasında, 1916 yılında üniversiteden diplomasını alan genç doktor
Bulgakov gönüllü olarak Kiev’de çalışmaya gitti. Smolensk bölgesinin küçük bir
köy hastanesinde çalışmak, genç doktorun bir genç yazar haline gelmesinde büyük
bir rol oynadı.
Rusya
yeni bir devrime ve iç savaşa doğru sürüklenirken Bulgakov, Rus halkını en
çıplak haliyle ve en hayati sorunlarıyla tanıdı.
Devrim,
büyük şehirlerin merkezlerinde hayatı ve zihniyetleri altüst ederken, bu genç
doktor ülkenin ücra bir bölgesinde kadercilikle ve batıl inançlarla zorlu bir
mücadeleye girişir.
Zor
bir doğum, hassas bir cerrahi müdahale, uzaktaki bir hastaya ulaşabilmek için
şiddetli bir kar fırtınasına rağmen göze alınan bir yolculuk, ağrılarını
dindirmeye çalışırken morfinman olan bir meslektaş…
Korku
içinde yaptığı ilk ameliyatıyla genç bir kızın hayatını kurtaran genç doktor,
başka bir gün morfin kullanmaya başlamış meslektaşını kurtarmaya çalışır. Fakat
trajik ve dehşet verici görünen her şey Bulgakov’da yaşamın ciddi mizahıyla
anlatılır.
Bulgakov’un yaşamının bu ilk doktorluk dönemini anlatan “Bir Doktorun Olağanüstü Serüvenleri”, “Genç Bir Köy Hekiminin Hatıraları”, “Ben Öldürdüm” ve “Morfin” adlı öyküleri Türkçede ilk kez bu kitapta bir araya geliyor.
MORFİN
Dr.
Bomgard şehre atanalı birkaç ay olmuştur ki, taşradaki eski yerine gönderilen
arkadaşı Dr. Polyakov intihar eder. Ölmeden önce arkadaşına bıraktığı günlükte
Polyakov, ölümüne sebep olan amansız bağımlılığı ağrıları için aldığı morfinin
hayatını nasıl ele geçirdiğini ve sonunda gerçekle bağını nasıl yitirdiğini
satır satır anlatmıştır.
Morfin,
Rus edebiyatının yasaklı ustası Bulgakov’un savaş sonrası dönemdeki
morfinmanlık deneyiminden yola çıkarak yazdığı sarsıcı bir öykü.
KOL
MANŞETİNDE NOTLAR
Kol
Manşetinde Notlar’daki, keskin, sert ve neşeli diliyle Kiev ve Moskova’nın
günlük hayatının bir panoramasını çizen öykülerinde Bulgakov, Rusya’nın tarihin
akışını değiştiren döneminde yaşanan her şey var:
İç savaşın
insanları birbirinden ayıran, kuşkulara sürükleyen, herkesin bir taraf seçmek
zorunda olduğu günlerinden, Bolşevikler tarafından Yeni Rusya iktidarının
kurulduğu, yeni eğitim, yeni ekonomi, yeni kültür gibi sayısız yeniliğin ortaya
çıktığı günlere kadar her şey.
Öykü
derlemesine adını veren Kol Manşetinde Notlar, genç yazarın bu kıtlık ve
bürokrasi günlerinde mesleğe nasıl atıldığını, gazete yazarlığından tiyatro
oyunu ve roman yazarlığına uzanan sürecini yetkin bir hicivle sunuyor.
TEATRAL
BİR ROMAN (SİYAH KAR)
Sergey
Leontyeviç Maksudov, oyununun efsanevi Bağımsız Tiyatro'da sahnelenmek üzere
neredeyse rasgele bir şekilde seçilmesiyle, bir anda kendini tiyatroculuğun
akıl almaz girdabında bulur.
Bağımsız
Tiyatro'nun iki yönetmeni, yapımın kontrolü için birbirleriyle yarışırken,
yıldız aktrisler tantana üstüne tantana koparmaktadır. Oyunun sahnelenme
ihtimali her provayla biraz daha azalmaktadır sanki. Maksudov, içinden nasıl
çıkacağını bilemediği bir kaosun ortasına düşmüştür.
Üstat ile Margarita'yla tanınan Mihail Bulgakov, yayımlanmadan önce adıyla
sansüre takılan Teatral Bir Roman (Siyah Kar)'da bir oyun yazarı olarak
tecrübelerinden yola çıkıyor ve dönemin tiyatro dünyasının perde arkasını tüm
çıplaklığıyla sunuyor.
MOLIERE
EFENDI
Ebeyle
konuşurken, “Hiçbir kadın yüzyıllar boyunca bir benzerini dünyaya
getiremeyecek,” diyor Molière Efendi'nin anlatıcısı, “düşünün ki, üç yüz yıl
sonra, uzak bir ülkede, Bay Poquelin'in oğlunu ellerinizde tuttuğunuz için
anımsayacağım sizi.”
Mihail
Bulgakov, 17. yüzyılın en büyük Fransız oyun yazarı Molière'i, deneysel bir
biyografi olarak nitelendirilebilecek bu kitapla onurlandırırken hiçbir
ayrıntıyı atlamıyor, her şeyi anımsıyor.
Asıl adı Jean-Baptiste Poquelin olan Molière'in tiyatroya adanmış zorluklarla
dolu hayatını, ona duyduğu yakınlığın da etkisiyle, büyük bir sıcaklıkla
aktarıyor Bulgakov. Böylece, aralarındaki yüzyıllara rağmen, kelimeler
sayesinde buluşuyor iki üstat. Bu buluşma, şair Özdemir İnce'nin pürüzsüz
Türkçesiyle daha da zenginleşiyor. Yapıt, Sabri Gürses'in Rusça aslından
yaptığı karşılaştırmayla tamamlanarak Everest Yayınları'nın dünya klasikleri
dizisindeki yerini alıyor.
KIZIL
MOSKOVA
“Moskova’yı en son bundan en çok altı ay önce
görmüş olanlar şimdi kenti tanıyamazlar; Yeni Ekonomi Politikası (Moskova halkı
artık kısaca NEP diyor buna) öylesine değiştirdi onu. Adım adım başladı bu… az
az…
Sağda solda tahta perdeler kaldırıldı, arkalarından
uzun bir aradan sonra tozlu, donuk dükkân vitrinleri görünmeye başladı.
Boşaltılmış yapıların derinlerinde lambalar yanıyor, onların ışığında hayat
kıpırdıyor:
Çiviler çakılıyor, mıhlanıyor, tamiratlar
yapılıyor, içleri malzeme dolu sandıklar, kutular açılıyor. Yıkanıp temizlenmiş
vitrinler aydınlatılmış. Sergilerin üzerinde yuvarlak, güçlü lambalar yanıyor
ya da vitrinlerin çevresinde parlak ışıyan borular var.
Yoksul düşmüş Moskova’nın bunca malı hangi
gizli hazinelerden çıkardığını anlamak olanaksızdır. Ama bulmuş ve hepsini bol
bol aynalı vitrinlere boşaltmıştı, tezgâhlara yığmıştı.”
Bulgakov’un
1920’lerde yazdığı öykü ve köşe yazılarının temel konusu kültür ve insan
ilişkileridir. Rusya’nın yönetimini ele geçirmiş olan Bolşeviklerin ülkenin
ekonomisini, güvenliğini ve kendi iktidarlarını ayakta tutmaya çalıştığı bu
dönemde, yeni bir kültür de ortaya çıkmaya başlar.
Bürokraside,
orduda, sanat kurumlarında eski kültürle yeni kültür karşı karşıya gelmiş ve bu
karşılaşma çoğu kez ürkütücü ve gülünç durumlara yol açmıştır.
Bulgakov’un
sivri dilini tutmadığı ve tutarsızlıkları alaya aldığı, derin gözlem yüklü bu
metinler yönetimle neden anlaşmazlıklar yaşadığını da berrak bir şekilde
sergiler.
KÖPEK
KALBİ
Bulgakov,
Köpek Kalbi'nde sokak köpeği Şarik'in öyküsünü anlatır.
Dünya
çapında bir bilim insanı olan Profesör Filipoviç, evine götürüp beslediği
Şarik'i ameliyat ederek, er bezlerini ve hipofiz bezini adi bir suçlununkilerle
değiştirir. Köpek arsız, yüzsüz, şehvet düşkünü ve kaba saba bir insana
dönüşür.
Şarik
insan haliyle profesörün hayatını cehenneme çevirse de Sovyet bürokrasisinde
kendine bir konum edinebilecektir.
Komünistlerin
küçük burjuva değerlerinin üstünde yeni bir Sovyet insanı yaratma ideallerini
hicveden Köpek Kalbi, Bulgakov'un en çok tartışılan yapıtlarından.
ÖLÜMCÜL
YUMURTALAR
1917
Rus Devrimi'ni izleyen çalkantılı yıllar yeni bir Sovyet gerçekliğini ortaya
koyarken, dâhi zooloji profesörü Persikov da canlı organizmaların üreme
hızlarını artıran ve onları devleştiren yeni bir "kızıl" ışın
keşfeder.
O
sıralarda Sovyet cumhuriyetlerindeki bütün tavukları kırıp geçiren bir salgın
patlak verince, Persikov'un henüz test edilmemiş buluşu bu soruna bir çare
olarak görülür…
Zira
bilimde ilerleme ve bu sayede düşmanlarla rakipleri geride bırakma, Stalin
döneminin yol gösterici ilkesidir… Stalin'in iktidara geldiği 1924 yılında
yazılmasına karşın 1928'de geçen bu bilimkurgu, iktidarın ve bilginin kötüye
kullanılmasının sonuçlarına işaret eden parlak bir sistem eleştirisidir.
ŞEYTANNAME
Gogol,
hicvini korku unsurlarından yoğurmuştu; eserleri her türlü garabetin meskeni,
yaşam alanına dönmüştü. Cinler ve şeytanlar korkutup kaçan figürler değil, ana
kahramanları olmuştu. Gogol'den sonra evsiz kalan üç harflilere başlarını
sokacakları yapıtlar veren de Bulgakov idi.
Bir
akrabalık bağını takip etmemizi mümkün kılan da, her türlü gotik zevatın hem
Gogol hem de Bulgakov'un eserlerinde korkuturken güldürmesiydi. Hâlâ daha
olanca ağırlığıyla küçük insanlarını ezen meşhur devlet bürokrasisiyle
toplumsal bellekler bu iki ismin eserlerinde hesaplaştılar.
Şehre
sessiz sedasız gelen müfettiş ile, şehre sessiz sedasız gelen şeytanın gözler
önüne serdikleri aynıydı. En kalabalık halleriyle Mir gorod'ta arz-ı endam eden
kahramanların, neşe ve enerjilerinden bir şey kaybetmeden kendilerini Üstat ile
Margarita'da bulması tesadüfi değildi.
Tıpkı
Ölü Canlar'm Çiçikov'unun yolculuğuna Sovyet Moskova'sında devam etmesi gibi.
Biri diğerinin yıllardan ve akımlardan süzülmüş tezahürüydü.
Gogol'un mirası birisine kalmışsa, o da Bulgakov'dur.
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması