Benim Üniversitem...
İstanbul Üniversitesi, 61 bin öğrencisi 2 bin 400’ü aşkın öğretim üyesiyle dev bir kuruluştur. Bu dev kuruluşun ihtiyaçları, problemleri hem maddi yönden hem idari yönden çok yönlü ve çok karmaşıktır.
Ülkemizin en köklü yükseköğretim kurumu olan İstanbul Üniversitesi’nin kuruluşu İstanbul’un fethine kadar uzanır. 1933 yılında da Mustafa Kemal tarafından teşkil edilen bir heyetin raporları sonucu İstanbul Üniversitesi’nde bir reform yapılır. Bütün bölümlerinde dünyanın gelişen modern şartları göz önüne alınarak yapılan bu reformla İstanbul Üniversitesi modern Türkiye Cumhuriyeti’nin bir üniversitesi haline getirilir.
Fikirlerin ve alternatiflerin geliştirilmesinde öncü olan ve toplum yaşamının niteliklerini belirlemekte azımsanmayacak etkileri olan üniversiteler aynı zamanda, kaçınılmaz olarak, artıları ve eksileriyle, inişleri ve çıkışlarıyla toplumun da bir aynasıdır. İşte bu bağlamda benim üniversitem, İstanbul Üniversitesi, aynı zamanda hem toplumsal belleğimiz ve hem de bu günümüze dair tüm renklerin tek bir odakta ayrışıverdiği bir prizma...
Topluma öncülük etti
Evet, gerçekten çok renklidir benim üniversitem... Bir imparatorluğun yıkılış sarsıntıları içinde, bütün topluma öncülük etmiş, Çanakkale’de bir efsane yaratmıştır. Ancak öte yandan, Milli Mücadele öncesi, işgal yıllarında yine benim üniversitemdir suskun kalan...
Darülfünun’dan İzmir’in işgaline karşı yapılan protesto toplantısı dışında etkili bir ses yükselmemiştir. Çanakkale’de olduğu gibi topyekûn bir çıkış olmamış. Ancak, Darülfünun öğrencileri de Milli Mücadele aleyhtarlarını şiddetle protesto etmekten geri durmamıştır. Darülfünun’da ders veren bazı öğretim üyeleri, Anadolu hareketine karşı tavır içerisinde olan bazı hocalar, gerek derslerinde gerek gazetelerde yazdıkları yazılarında bu mücadele aleyhinde görüşler ortaya koyarlar.
Ali Kemal’in Peyamı Sabah gazetesine yazdığı “İstiklal Şartları ve Türkler” başlıklı yazısında “Türklerin istiklale layık olmadıkları, daha uzun süre büyük devletlerden birinin himayesi altında yetişmesi gerektiğini” ileri sürmesi Rıza Tevfık Bey’in ise Darüfünu’nda verdiği bir konferansta “Türk’ün asırlar boyu bileğinde salladığı kılıcından başka övünülecek nesi var?” demesi bardağı taşıran son damla olmuş ve harekete geçen Edebiyat Medresesi öğrencileri bu öğretim üyelerine karşı bir kampanya başlatmışlardır. Öğrenciler 30 Mart 1922 günü gizlice yaptıkları bir toplantıda müderrisler Ali Kemal, Rıza Tevfık, Cenap Şehabettin ve Hüseyin Daniş ile Muallim Barsamiyan’ın Darülfünun’dan uzaklaştırılmasını isteyen, aksi halde derslere devam etmeyeceklerini belirten bir dilekçeyi Meclis-i Müderrisin’e sunulmak üzere Fakülte Reisi İsmail Hakkı Bey’e sunmuşlardır.
Tıbbiye öğrencisi Hikmet
Milli Mücadele yıllarında Darülfünun’da yine öğrencilerdir başı çeken; bir araya gelerek Sıvas Kongresi’ne delege gönderme kararı alırlar. Tıbbiye mektebinden Hikmet (Savaştepe) ve Yusuf (Balkan) delege seçilir, fakat yol paraları yoktur, herkes cebindeki parayı çıkarıp ortaya koyar, ancak bir kişiye yetecek kadar para sağlanabilinmiştir ve Yusuf (Balkan) hakkından feragat eder. Ancak bu kez de temsil yetkisi gerekmektedir ve bu belgeyi hiçbir yerden temin edememişlerdir. Tıp Talebe Cemiyeti başkanı olan dördüncü sınıf öğrencisi Ahmet Kemal bütün tıp talebelerinin temsilcisi olduklarını belirten bir belge yazar, imzalar, mühürler. Ve Hikmet (Savaştepe) Sıvas’a uğurlanır. İstanbul delegeleri arasında yer alan henüz 18 yaşındaki tıbbiye öğrencisi Hikmet, kongrede manda konusu konuşulurken bizzat Mustafa Kemal’e şu tarihi sözleri söyler: “Delegeleri bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya bağımsızlık yolundaki çalışmalara katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem; farzı mahal manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddederiz. Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı olarak adlandırır ve tel’in ederiz.” Yanıt: “Evlat, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz, azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir değişmez: Ya İstiklal Ya Ölüm!”. Sıvas Kongresi’ne katılan diğer öğrenci Denizli delegesi Küçükağazade Necip Ali Bey, hukuk fakültesi öğrencisidir fakat öğrenci temsilcisi olarak değil Denizli delegesi olarak katılmıştır.
Aynı üniversitenin talebeleri mütakere döneminde de hep topluma öncülük etmiştir.
Mütareke döneminde Ermeni tehciri nedeniyle sanık olarak yargılanan Yozgat Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey 10 Nisan 1919’da İstanbul Beyazıt Meydanı’nda idam edilmiştir. Bu idam olayı İstanbul’da halkın harekete geçmesine neden oldu. Cenaze töreni milli bir gösteriye “milli bir isyana dönüştü”. Kaymakam Kemal’in cenazesi İstanbul milliyetçiliğinin bilhassa gençliğin iç isyanını gösterme fırsatı oldu. İstanbul Üniversitesi’nin tıbbiye talebeleri bu hareketi organize etmişler ve yönetmişlerdir. Öğrencisi her zaman bir adım önünde yürümüştür ve hep renkli olmuştur benim üniversitem. Kendi paradokslarını da kendi yaratır, kimi zaman kendisi ile de ters düşer.
Toplumsal çıkışlar
Kimi zaman da toplumsal çıkışlara lider olmuştur üniversitem.
1960 İhtilali’nde yine kendisinden bir adım önde yürümüş öğrencileri ile öncü bir rol oynaması gibi 1967-1968 öğrenci olaylarında da başı çekmiştir benim üniversitem. Ancak kimi zaman da suskun kalmıştır... 1971’de olduğu gibi.
Ve 1980 döneminde o yıllardaki hareketi destekleyen üniversitem, aradan geçen yıllardan sonra daha eleştirel bir gözle bakmaya başlamıştır! Bu dönem, aynı öğretim üyelerince bu kez eleştirilmiştir. Aynı dönem, son yıllardaki her türlü gerici harekete karşı da kendi içinde bazı farklı bakış açılarına rağmen Atatürk ilke ve devrimlerinin taviz vermeyen bir kalesi durumundadır.
Ülkemizde AB adaylığı uyum çalışmalarının yapıldığı kritik zaman sürecinde değişim ve uyum rüzgârları içinde, elbette yine renklidir üniversitem.
Birkaç yıl önce bir grup öğrenci Kürtçe eğitim talebiyle bir dilekçe vermişlerdir.
Bazı öğretim üyelerimiz çeşitli kaygı ve düşüncelerle bu öğrencilere destek vermiştir. Tarihi boyunca yukarıdaki satırlarda yalnız bazı çarpıcı örnekleri yer bulan paradokslar yaşamış olan üniversitem yine ne ceza ne de ödün vererek bir çözüm üretmiştir. Yine geçen yıllar içinde bir grup İstanbul Üniversiteli öğretim üyesi, Atatürk’ün üniversiteyi ziyaretini iadei ziyaret anlamında Anıtkabir’e gitmiş, bu olay bir başka İstanbul Üniversitesi kökenli milletvekili tarafından soruşturma konusu olmuştur.
Yine birkaç yıl evvel bir sivil toplum kuruluşu olan TÜGİAD’ın ülkemizde demokrasi kültürünün gelişmesi ve yerleşmesi için çağdaş normlarla yönetilir bir konuma gelmemiz adına gerçekleştirdiği ve siyasi partiler ve milletvekili seçim kanunlarında yapılması öngörülen değişiklikleri içeren çalışmada, aşağıda alıntılarını yaptığım şu öneriler dikkat çekici:
Atatürk ilke ve inkılaplarının Türkiye’de zaten benimsenip yerleşmiş olduğu ve anayasanın 174. maddesinde en üst düzeyde korunduğu dikkate alınarak, siyasi partilerin vazgeçilmezi ve niteliğini düzenleyen 4. maddenin 1. fıkrasının 2. cümlesi olan, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı olarak çalışırlar hükmünün madde metninden çıkarılması gerektiği ve ayrıca, 43. maddenin 3. fıkrasında yapılacak değişiklikle, siyasi parti adaylarında propaganda yaparken, TÜRKÇE’den başka dil kullanma yasağının kaldırılarak ilgili makamlara bildirim koşuluna bağlı serbestlik sağlanması, insan hakları ve demokrasi konusunda Türkiye’nin de içinde bulunduğu ulusal üstü belge ve standartlara uyum sağlamak bakımından gerekli bir yaklaşım olacağı gibi Türk hukuk düzeninin bir parçası olan TC Devleti’nin oluşmasının hukuki zeminini teşkil eden Lozan Antlaşması‘nın 39. maddesinin son fıkrasıyla uyumlu olacağı ...
Bu önerileri kapsayan raporun yine İstanbul Üniversitesi kökenli iki anayasa hukuku profesörü tarafından hazırlanmış olması da yine benim üniversitem ve buradan yetişen farklılıklara dair başlı başına kayda değer bir ironi oluşturuyor.
Zaman zaman suskunluğu ile (eski rektörlerin görevden alınmasına beklenen reaksiyonu göstermemesi ile) daha sonra sanık sandalyesine oturtulan öğretim üyelerine olan ilgisizliği ile, şimdiki rektörünün, (İsrail elçisi ile olan olaydaki gibi) haklı isyanı ile, kimi demokratik paradokslarıyla ve de müthiş potansiyeli ile bu ülkenin kusursuz bir aynasıdır benim üniversitem ve bu yüzden olağanüstü renklidir gerçekten.
Bir tarihsel geçmişten süzülerek gelen ve zor bir coğrafyada farklılıklarla bütünleşen muhteşem bir mozaiğin renkleri.
İşte benim üniversitem İstanbul Üniversitesi, 61 bin öğrencisi 2 bin 400’ü aşkın öğretim üyesiyle dev bir kuruluştur.
Bu dev kuruluşun ihtiyaçları, problemleri hem maddi yönden hem idari yönden çok yönlü ve çok karmaşıktır.
İstanbul Üniversitesi, bu büyük yapısının ihtiyaçlarının giderilmesinde ve problemlerinin çözümünde geçmiş ve mevcut iktidarların desteğini hiçbir zaman yeterli ölçüde alamamıştır. Bu kendi yapısındaki problemlere ve bir anlamda problemleri çözmede pratik yolları kullanmama da direnmesi sonucudur. Bir yerde de asıl faktör, geçmişin getirdiği gurur ve alışkanlıkları ile hiçbir konuda taviz vermemesidir. Bir başka gazetenin köşe yazarının belirttiği gibi başka üniversitelerin (bir yerde idare edenlerin kişisel çaba ve gerekli mercilerle kurdukları iyi ilişkiler sonucu) elde ettikleri imkânlarla yaptıkları pozitif sıçramaları, üniversitemiz kendi imkân ve çabaları ile uzun zaman dilimleri içinde yavaş da olsa yapmaya çalışmıştır ve çalışmaktadır. Her zaman olduğu gibi yine en doğru, en uygun kişiyi, kendi tarihsel değerlerine uygun adayı kendisine başkan (Rektör) seçecektir.
Kaynaklar:
- Türk Üniversite Tarihi Darülfünun Dönemi Ali Yıldırım, S. 293-294-295
- Özgür Üniversite Kitaplığı 18, Öteki Yayınevi Ekim 1988
- Samsun’dan Önce Bilinmeyen 6 Ay, Alev Coşkun
Prof. Dr. Cengiz KUDAY
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani’nin arabası
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Nevşin Mengü hakkında karar