Bilim Nasıl Var, Nasıl Yok?

Türkiye de bilim insanı, bilimsel çalışma var ama Türkiye'de bilim var mı, sorusunun yanıtı bu değil. Halk yaşamını bilim verileriyle aydınlatıyor, bilim insanına (prof.'a değil) saygı duyuyor mu? Geleceğin bilime ve teknolojiye dayalı olduğunu bilinçlendirmiş mi?

Bilim Nasıl Var, Nasıl Yok?
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 12.10.2012 - 07:11

ABD’de üniversite ve kolejlerin entelektüel öncülerine yapılacak zorlamaların, ülkenin geleceğini tehlikeye düşüreceği ilkesi kabul edilmiştir. Bu Amerikan anayasa mahkemesi eski başkanlarıdan Earl Warren’in görüşüdür.

Kuşkusuz Osmanlı dönemi de düşünür yetiştirdi. Sanatçı da yetiştirdi. Fakat bunların evrensel konumu bizi evrensel kültür platformuna, ne yazık ki çıkaracak kadar etkili olmamış.

Cumhuriyet Türkiyesi’nde üniversitelerde bilim ve felsefe tarihi bölümleri açıldıktan sonra Osmanlı toplumunun bilimsel ve felsefi üretimi ve bilim insanları üzerinde birden aydınlandık. Fakat bu bilgiler aydın Türklerden başka kimseyi ilgilendirmiyor. Ne bilim ve felsefe dünyası ne de Müslüman tarihçiler Osmanlı bilim insanlarının evrensel bilime katkıları konusunda herhangi olumlu bir düşünce sahibi değiller. Bu bizce abartmalı bir milliyetçilik gayreti gibi algılansa da Türklerin bilim tarihindeki statüsünü değiştirmiyor. Sokaktaki diplomalıların ise Leonardo’yu ya da Voltaire’i hatta İbni Sina’yı işitmişlikleri var ama bir Osmanlı filozofundan haberleri yok.

Bir toplumun yarattığı kültürün evrensel tanımı, tarihi çağlardaki sürekliliğine ve dünya düşünce tarihine egemen Batı kültürünün standartları içinde yer almasına bağlı. Bir bilim ve düşünce geleneğinin evrensel boyutlara ulaşması, insanlık tarihi içindeki konumuna bağlıdır. Batı düşüncesi ve bilimi 18.yy. dan bu yana tek referans olduğu için daha dengeli değerlendirme ölçütlerine ulaşmak için daha beklemek gerekecektir. Gerçi Osmanlı ve İslam bilimleri bağlamında çok büyük değişiklikler beklemek yersiz olur.

Kaldı ki değerlendirmenin iki temel ölçütü olan bilgi alanında üretimin sürekliliği ve o bilgiye kendini adamış bilim insanlarının uluslarası statüsü.

Bu iki özellik herhangi bir bilim tarihi için vazgeçilemeyecek iki özelliktir. Bilim insanları gökten zembille inmiyor.

Bilimi anlayan ve destekleyen bir toplumun söz konusu olmadığı bir ülkede, bilimsel aşama yapmak olağanüstü zordur. Biz sadece iki dünya savaşı arasında, bu fakir, alt yapısız ve halkı okumamış ülkede bir bilimsel altyapı gerçekleştirdik. Bu da sizi hemen dünya bilim tarihinin üyesi yapmıyor.

İYİ BİLİMCİ BİREYSEL RASLANTIDIR

Bugünkü tablo bundan 70 yıl önce tasarlanandan çok farklıdır. Türkiye gibi bilimin parasal kazanca feda edildiği kapitalist çırağı ülkelerde, genel geçer bir fakirliğe razı olmadan bilim insanı olmak zordur. Ev sahibi olmak, çocuklarını okutmak, araştırma yapmak, görgüsünü artırmak için dünyayı görmek, kitap almak, bilimsel kurumlara üye olmak, uluslararası toplantılarına katılmak, çalışmalarını yayınlamak çok zordur.

Bizim bilim alanı, okyanusta yazmak yerine 150 cm lik havuzda yüzmeğe benziyor. Maddi olanak sağlamanın aslan ağzında olduğu, kıt bilgili ve fakir toplumlarda bilim insanı yetişmesi sadece bir kişisel tesadüftür. Dostlar alışverişte görsün üniversiteleri açıldıkça bilim yapma olanakları çoğalmıyor, azalıyor.

Üniversitelerin öğretim yılı başlarında yaptıkları davetkâr reklamlar yılbaşlarında büyük mağaza reklamlarına benziyor. Her iki öğrenciden birine burs veren üniversitelerin öğretim üyelerinin çalışma olanaklarını nasıl arttırdığına ilişkin olumlu bir bilgi bulmak zordur. Bu koşullara razı olarak yaşayanlar da kuşkusuz fedakâr ve idealist insanlardır. Hatta üniversite sponsorlarının da idealleri olabilir. Ne var ki çağdaş yüksek öğretimi çok hafife aldığımızı gösteren bir işaret var: Her köşe başında alış veriş merkezi kadar hızla bir üniversite açılıyor.

AKADEMİSYEN OLMAK, PROFESÖR OLMAKTAN FAZLADIR

Pierre Bourdieu Homo Academicus (1984) adlı kitabında Fransız üniversitelerinin entelektüel yaşamını yansıtırken akademisyen olmanın bir doktora yapıp profesör olmaktan fazla bir şey olduğunun altını çizer.

Bourdieu kitabının ilk bölümünde (‘yakmak için bir kitap’ adını taşıyor) günlük bilgi ile bilimsel bilgi sınırında yazan denemeci, gazeteci, akademik gazeteci ve gazeteci akademisyenlerin bu iki bilgi arasındaki sınırını bulanık olmasından yararlandıklarını ve bilimsel düşüncenin özelliği olan sistematik ve ilişkiler ağı içindeki bilimsel düşünceyi polemiğe indirgeyip konuyu züppe bir kişisel diyaloğa çevirdiklerini söyler. Bunun zararlarına değinir.

Türkiye’de şöyle oluyor: Konu önce kişisel bir görüşmüş gibi sunuluyor. Sonra içinden gazeteci yazarın işine yarayacak parçalar alınıp, konunun tümü gibi sunuluyor. Amaç bilimi politik amaçlarla kullanmak.

Bilimin entelektüel içeriğine ilişkin Bourdieu’nün ele aldığı konuları sunmak neredeyse olanaksız. Nedeni de basit. Ülkemizin bir felsefe geleneği yok. Fakat Amerikan üniversitelerinin düşünce özgürlüğü konusundaki ortamını anımsatmak istiyorum. Orada üniversite ve kolejlerin entelektüel öncülerine yapılacak zorlamaların ülkenin geleceğini tehlikeye düşüreceği ilkesi kabul edilmiştir. Bu Amerikan anayasa mahkemesi eski başkanlarıdan Earl Warren’in görüşüdür.

Sovyet Rusya’da Lysenko’nun, Marksist-Leninist doktrine aykırı düşen bütün bilim insanları üniversiteden uzaklaştırdığını bir çok akademisyen anımsarlar.

İŞADAMLARI: ARAŞTIRMA ÜNİVERSİTELERİ

19.yy. sonunda büyük Amerikan işadamları, ülke ekonomisinin gelişmesi bağlamında en uygun öğretimin araştırma üniversiteleri olduğuna karar vermişlerdi. Büyük üniversiteler ve araştırma kurumları kurdular.

Bu eğilim hem üniversite örgütlenmesinin araştırma yapmak üzere örgütlenmesini sağlamış, hem araştırmayı ve bilimsel yaratıcılığı teşvik etmişti. Üniversite hocaları, lisans üstü ve doktora öğretimi aracılığı ile araştırıcı profesör kimliğini ön plana çıkardı. Benim 1962 -1985 arasında tanıdığım amerikan üniversiteleri böylece dünyada öncü oldular.

Bağımsızlık ve özgürlük büyük üniversitelerde daha mükemmel bir öğretimi ve yenilikleri teşvik etti. Amerikan üniversitelerinde devlet baskısı olmaz. Gerçi o kurumlar da sütten çıkmış kaşık değildir. Ama Chomski gibi bir devlet politikası karşıtı olanı kimse yerinden olmaz. Profesörlere devlet memuru gibi bakılmaz. Orada ünlü hoca bir simge olduğu kadar bir reklamdır.

Yüksek öğretimle oyun olmaz. Batı toplumlarında üniversite araştırmalarının doğa bilimlerinde, biokimya, mikro biyoloji, nano teknoloji, elektronik ve uzay araştırma alanlarında ulaştığı üstünlük bilim insanı özgürlüğünün sonucudur. Sosyal bilimler ve ekonomi konularında da aynı ilkeler geçerlidir. Günlük yaşamı politik tartışma ile geçen Türkiye’de en zarar gören kurumlar. Yani sözde gerçeğin anlatıldığı ve araştırıldığı öğretim kurumlarıdır.

Bizde teknoloji ile doğrudan ilişkili dallarda araştırma olanağı çok sınırlıdır. Özel üniversiteler, belki bilmediğim bir kaç sınırlı durum dışında, araştırmaya para yatırmazlar. Bizde özel sermayenin araştırma sponsorluğunun da önemli bir boyuta eriştiğini işitmedim.

Sosyal bilimler de gelişemez. Çünkü özgür araştırma yapan para bulamaz. Politik söylem ise kamu oyunu ikna etmeyi hedefleyen hükümet söylemidir. Sosyal bilimci özgür olmadıkça bilimsel araştırma yapmasının bir yararı olmaz. Türkiye’de Tübitak, Tüba gibi kurumların durumu toplumun bilim karşısında gelişmemişliğinin kanıtıdır.

Avrupa ve Amerika’nın dünya egemenlikleri bilimin gelişmesine ve bilimsel özgürlüğe dayalıdır. Bu modelin dışında hiç bir toplumun çağdaş yaşam standartlarına ulaşması hayal bile edilemez. Ama örnek olarak Fransa, Almanya, İngiltere, Amerika yerine Suudi Arabistan’ı, Katar’ı alırsanız bilimi unutmak gerek!


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler