Bir 'Alacakaranlık Kuşağı' şairi

Sevgili Ahmet Erhan da aramızda değil artık. Şiirleriyle hep bizimle birlikte olacağını ve özlemimizi şiirleriyle gidereceğimizi biliyoruz. Saygıyı her zaman hak etmişti, ardından yine saygıyla eğiliyoruz.

Bir 'Alacakaranlık Kuşağı' şairi
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 29.08.2013 - 13:14

Ahmet Erhan, Türk şiirinin ‘Alacakaranlık Kuşağı’nı temsil eder.

Ataol Behramoğlu’nun 12 Mart Muhturası’nın öncesindeki Bir Gün Mutlaka şiiriyle Ahmet Erhan’ın 12 Eylül öncesindeki Bugün de Ölmedim Anne şiiri arasında, ilginç bir benzerilik vardır. Her ikisi de geleceğe ‘sis dili kipi’nde seslenir.

Ahmet Erhan’a; yenilgi döneminin yarım bıraktığı büyük hikâyenin karakterine her zaman sahip çıkan oyuncusu olmak kalır.

Alacakaranlıktaki Ülke şiirlerinin tamamı 12 Eylül öncesinde yazılır; ancak kitap olarak 12 Eylül sonrasında yayımlanır. Aslında, ciddi bir cesaret işidir. Darbecilerin varlığı bir yana, özellikle de sol kesimden epeyce tepki alır; ancak sol ya da sağ olsun büyük destek de görür. Kitabın, bir öncülük işlevi olur. 17-20 yaşları arasında yazdığı şiirlere, yetkin bir seçici kurulun ‘Necatigil’ Şiir Ödülü’nü vediğinde henüz 21 yaşındadır. Bu ödül, genç bir şair için kolay değildir. Aradan bunca yıl geçtikten sonra bile Alacakaranlıktaki Ülke’nin baskısını üzerinde hisseder.

‘12 Eylül Şairi’ derler. Oysa, o şiirlerin hepsi darbeden önce yazmıştır, Kendi kuşağı o kitabın bir öncü olduğunu kabul eder; çünkü onun kuşağı ‘vefalı kuşak’tır.

Alacakaranlıktaki Ülke’yi birçok kişi kolaj tekniğiyle okur. İşine geldiği gibi yorumLar. Sosyolojik boyuta neredeyse hiç giriLmez.

Ayrıca, ‘arabesk şair’ de derler ona, o da övgü olarak alırı bunu. Müslüm’e de bayılır, Orhan’a da...

 

‘SANA ARTIK AHMET ERHAN DİYORLAR’

Her şeye rağmen, bir sabah uyanır, bakar ki ‘meşhur’ olmuştur. “Sana artık Ahmet Erhan diyorlar” dizesi, bu günlere denk düşer. Tevriyeli bir dizedir: Kimliğindeki gerçek adı Ahmet Bozkurt’tur. ‘Artık, sen bir şairsin’ anlamları iç içedir.

Hep tek bir şiiri yazdığına inanır. Hayat boyu tek bir şiiri yazdığını söylemek, aslında büyük bir iddiadır. Fellini’nin hayatı boyunca tek filmi yönetmesi gibidir.

Son yıllarda Öğretmen Ahmet Bozkurt kimliğini Şair Ahmet Erhan’a devreder. Ancak, kendisinin öğretmeyi değil, öğrenmeyi sevdiğini de bilir. Yine de iyi bir öğretmen olduğunu söylerler, bu da çocuklara olan muhabbetinden ileri gelir, özne ile yüklemin uygunluğundan değil. Öğretmenliği özler.

Ankara Esat’ta yalnız yaşayan, kendi halinde bir öğretmendir. Gecenin üçünde evini polis basar. 2. Şube’ye götürülür. Emniyet amiri, “Ne iş yaparsın?” diye sorar. “Büyük Kolej’de öğretmenim.” der. Amir şaşırır: “Benim kızım da orada okuyor.” Polislere, “Niye aldınız lan hocamı!” diyerek çıkışır. Sebep, dağdaki bir PKK’lının cebinden, Erhan’ın Alacakaranlıktaki Ülke kitabı düşmüştür.

 

YEDİ KURŞUN

Ahmet Erhan’da 12 Eylül öncesinden kalan, yalnızca, yedi kurşunun acısı değildir.
Gece lisesinde okur. Babasının ölümünden sonra gündüzleri aynı lisenin kantininde çalışır. Gündüz çay ocağında çalışır, akşam derste uyur. Bir gün solcular kapıyı tekmeyle açıp bir arkadaşını çağırırlar dışarı. Öğretmen pencerenin yanına kaçar... Sağcıdır çocuk, vuracaklardır. Ahmet sınıf sorumlusudur, önüne geçer onun ve “Hayır!” der, “Benim sınıfımdan adam alamazsınız!” Ama sonrasında ona da, “Arkadaş okulu bırak!” der, “Her zaman ben olmayacağım ki yanında.”

Yedi kere kurşunlanır toplu ya da tek. İlginç tarafı; dördünü solcuların, üçünü sağcıların yapmasıdır. Halbuki hiçbir zaman eline silah değmemiştir. Bir gece dere yatağından eve dönerken sağcılar çevirir, üzerinde parka, içinde de bir sürü bildiri... Herkesin Deniz Gezmiş, Mahir Çayan olduğu zamanlardır! Sınıfta kurtardığı çocuk çıkar aralarından şansına, “Kimse dokunmasın ona!” der.

 

‘BUGÜN DE ÖLMEDİM ANNE’

Ahmet Kaya’nın bestelediği “Bugün de Ölmedim Anne” şiiriyle edebiyat dışı okurun dikkatini çeken Ahmet Erhan, okurun gözünde, naif, ürkek kırılgan bir şair imgesi bırakır.
Hürriyet Gösteri’nin şiir kasetlerinde kendi sesinden okuduğu Oğul şiirini besteleyen Teoman’a, “Senindir şiirim. Yalnız bir ricam var. Albümünde şarkı sözü değil şiir yaz Oğul için, eğer adımı yazacaksan.” der.

Son yıllarını, şarkı sözlerinden gelen kırıntılarla yaşayan, birçok yayınevinden düzeltmenlik isteyen; ancak şiirlerinde ortaya koyduğu sarhoş imajından dolayı kimsenin oralı olmadığı Ahmet Erhan’ın yirmi yıl Türkçe-edebiyat öğretmenliği yaptığı unutulmuş gibi davranılır. İstanbul, Ahmet Erhan’ı tanımakta zorlanmış gibidir.

 

‘YENİ TÜRKÜ’

Yeni Türkü, öncüsü olmayan bir Gırgır hareketidir. Üç arkadaştırlar: Ahmet Erhan, Yaşar Miraç ve Adnan Özer. Biri, laz müteahhitlerin ceplerindeki şiir kırıntılarını devletlü ihalelerin bir zırnığı olarak götürür; öbürü dededen miras öküzü satar; Ahmet Erhan’ınsa ne parası, ne de suyu vardır. Kardeştirler. Ki o zamanlar kardeşliğin bir anlamı vardır. Yıl 1978’dir.
Ankara. Kızılay Meydanı… Yeni Türkü Şiir Gazetesi satarlar. Polisler kuşkuludur: “Amirim, bunlar şiir satıyorlarmış, dağıtalım mı?” Cevap açıktır: “Benim oğlan da şiir yazıyor!” Yıllardan 1980… Yaşar Miraç’la yan yanadır. Bir ara yanına bir asker yanaşır: “Abi, en yeni türküler mi bunlar?” Yenilikçi damarı tutar: “Evet! En yeni türküler bunlar!” Limon satar gibi şiir satar.

23 Mart 2003, Hürriyet Pazar Keyfi... En arka sırada bir ilân, Ahmet Erhan’ın dikkatini çeker: Yeni Türkü, Koleksiyon, 3 CD, 4 Kaset. Kendilerinden ‘ad’ dilenenler, Yaşar Miraç’tan yaptıkları şarkılardan bu seçmelere hiçbir ‘parça’ almamışlardır. Ahmet Erhan’dan ise, Kalırsa Bir Soru’yu almışlardır.

Ahmet Erhan, Hayvan dergisinde Yeni Türkü’ye şöyle seslenir: “Ey sevgili okur, bu noktada ya Derya Köroğlu benden özür dilesin, ya da ben Aydın Doğan’ı mahkeme kanalıyla yorayım. Yeni Türkü Koleksiyon. Evet, tüm müzik marketlerde! Yemenimde kir yok, ayağımda nasır… Ama, keşke adam dövecek yaşta olsaydım!”

 

‘DİĞER’ OLMAK, ‘DEĞER’ OLMAK

‘Binde ondokuz’un içinde bulunmaktan onur duyduğu için mi, yoksa Türkiye’deki şiir okur oranı gibi bir şey olduğu için mi, diğer’lerini çok sevdiği için mi İşçi Partisi’ne üye olur, bilimez.

Seçimlerde sabaha kadar televizyon karşısında pinekler pek çok kişi gibi. Merakı şudur: “Acaba İP ve kardeş partiler kaç oy aldı?” Bu merak da çok doğaldır. Televizyon bütün partilerin oy oranlarını söyler, sıra onlara gelince ‘diğer’ der. İşte o kadar! Bu ülkede ‘diğer’ olmak, ‘değer’ olmak anlamına gelir onun gözünde. En sonunda oy oranı sabaha karşı açıklanır: ‘binde ondokuz!’ “İyi…” der. Bunu, şair yalnızlğıyla eşit oranda görür.

 

ÜÇ TUTKU

Ahmet Erhan’ın için gerçek dört tutku vardır: Şiir, aşk, futbol, at yarışları.
En derin aşk şiirlerini âşık olmadığı dönemlerde yazar. Erhan’a göre, insan hayatta bir kere âşık olur, ötesi o aşkın dipnotlarıdır.

Adana Demirspor’da birlikte top koşturdukları Fatih Terim’in Galatasaray’a, Ahmet Erhan şiire geçmesi, bir transfer hatasıdır belki de.

Futbol, ilk gençliğinin en büyük tutkusudur. Adanademirspor’da oynar. Adıyaman’ın sağ beki, kaval kemiğine bir girişir, kırılır kemiği. Ahmet Erhan’ın küsme huyları vardır, futbola da küser. Sanki şiirle de ona benzer bir mecra üzerinde gibidir, hatta her kitapta şiiri bırakır. Çünkü ortalıkta o kadar çok şiir, o kadar şair, o kadar çok soytarı, o kadar çok dergi, o kadar çok dedikodu vardır ki…

Adana Erkek Lisesi’nde ve Adanademirspor genç takımında (o yıllarda takım birinci ligdedir) 6 numaralı forma onundur. Soldan sağa deplase oldu mu, yüzde doksan goldür; sol gösterip sağ çakar. Genç takımda oynarken, Fatih Terim A takımdadır. Fatih Terim’le aynı mahallede otururlar.

Galatasaraylıdır. Galatasaray’ın özellikle Avrupa ve Fener maçlarında evin duvarlarının rengi değişir, sarı-kırmızı olur. Bayraklar, şapkalar, düdükler ve bilumum alet-edevatla kendi kendine küçük bir Ali Sami Yen yaratır. Galatasaray, yense de yenilse de içer.

At yarışları,özellikle son yıllarda hayatının meşguliyet alanlarından birini oluşturur. Bunun, çoğu insana tuhaf gelebileceğini bilir. Çocukluğu, at ve köpek familyalarının içinde geçer. Beş altı yaşlarındadır. İki yarış atları vardır: Vildan ve Esire. Vildan, ‘kan hattı’, çok güçlü bir attır ve doğal olarak her koştuğu yerde çoğunlukla favori (F:) gösterilir, gelir de. Esire ise ‘eşek’ tabiriyle anılabilecek bir garibandır (SS:); sürprizden de öte olarak verilir tahminciler tarafından.

O unutulmaz günde, bir aprantinin (jokey yamağı) koşturduğu Esire birinci gelir; potoyu geçtikten sonra da yere yığılır. O sırada Ankara Hipodromu’nun locasında birasını yudumlamakta olan baba, oğluna sarılır, kazanma coşkusunun o yüzden derin bir acıya dönüştüğü beş yaşının masumiyetiyle ve olgunluğuyla izler. Esire’nin ayağı kırılmıştır. ‘Atları da vururlar.’ O günden sonra, evlerinde atlarla ilgili tek bir sözcük bile konuşulmadığını hatırlar. Unutmayı hiç sevmez.

 

ALKOL ŞİİR VE YAŞ

36 yaşındadır askere gittiğinde. İki aylık paralı askerlik çıktığında, Burdur’a yolculuğu başlar.

50 yaşına, sağlık sorunlarıyla giren Ahmet Erhan’ın, en çok ağrına giden şey, ‘sesi’dir. 20 yıl Türkçe- Edebiyat öğretmenliği yapmış birinin sesinden çocukların korkması ağrına gider.

Gırtlak kanseridir. İki kez ameliyat olur. İkincisinde ses tellerinden birini alırlar, üstelik bir de kalbi durur kısa süreli de olsa.

Babası 51 yaşında 1975’te alkolden ölür. Babasının yaşını geçmek ister, 4 yıl da geçer. 55 yaşındadır öldüğünde. Ölüm sebebi bilinir: Alkol.

Özellikle son kitapları adamakıllı alkol kokar. Şiiri, ‘kişisel’den öte bir şiirdir; bireysel bile değildir. Şişeyi paltosunun iç cebine saklayıp gizliden gizliye hortumlamak yerine, masaya vurarak içer. İçkiliyken tek bir satır bile yazamaz; zaten kalem tutacak hâli de olmaz. Yalnız içmeyi sever, evcil bir yalnızlıkta.

Son yıllarda, kendisini, şiir adına saklar.

“Beni artık şair olarak kimse tanımıyor gibi bir duygu var içimde. Özellikle son on yılda biraz fazla saklandım galiba.” der. Oysa, daha yirmili yaşlarındayken Ankara sokaklarında, şiir bilenlerin birbirine gösterdiği isimlerdendir. Şimdi, Türk şiirinde herkesin bildiği bir isimdir artık. Onlarca kitap, yüzlerce şiir…


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler