Bir geriye doğru dönüşüm ve değişim projesi
İktidar partisinin son günlerdeki bütün atakları ise Batılı emperyalist güçlerin de desteğiyle bu geri dönüşüm projesini bir an önce tamamına erdirmektir. Ama burada gözden kaçırılmaması gereken önemli bir nokta şudur ki, bu geri dönüşüm projesi hiçbir zaman eskiye tam olarak dönüş olmayacaktır. Çünkü şimdi bu projenin arkasında Batı emperyalizmi ve onların öncelikli istekleri var.
Bugün gelinen noktaya bakarak şaşırmanın, şoke olmanın gereği var mı acaba? Atatürk’ün ölümünün ardından yaşanmaya başlanan süreçlerin birçok açıdan Cumhuriyet Devrimi’ni sonlandırmayı amaçladığı belli değil miydi? Yüzyıllar boyu bu toplumun dokularına işlemiş dinci ve tutucu zihniyetin birkaç on yılda sökülüp atılması nasıl beklenebilirdi ki? Söz konusu zihniyet Cumhuriyetle birlikte tümüyle yok olmadı, karanlıklara çekilerek pusuya yatırıldı yalnızca. Cumhuriyetin ilk yıllarında zaman zaman bazı tarikatlar ve cemaatler çevresinde yoğunlaşan devrim karşıtı dinci hareketler de bu yönde önemli veriler sunmaktaydı.
Çok partili yaşama geçişle birlikte bazı siyasal çevrelerin güdümünde toplum içinde yeniden yaygınlaşmaya ve etkinleşmeye başlayan dini öğeler Türkiye’de yeni bir dönemin, karşıdevrim sürecinin başladığının önemli bir göstergesi olarak algılanmalıdır. Dolayısıyla da çok partili yaşama geçiş Türk siyasal yaşamında gerçek anlamda bir demokratikleşme sürecinin başlaması anlamına alınamaz.
Eğer öyle olsaydı, Cumhuriyetin değerlerini yaymak ve yerleştirmek misyonu etrafında yapılandırılmış olan örgün (Köy Enstitüleri) ve yaygın (Halkevleri) eğitim kurumları ortadan kaldırılarak yerlerine imam hatipler ve Kuran kursları açılmazdı. Belli bir anlayıştaki eğitim-öğretim kurumları ortadan kaldırılırken tümüyle ona karşıt bir anlayışa dayalı başka bir kurumsal yapılanmaya gidiliyordu. Bu, tam anlamıyla bir sistemsel dönüşümü ve değişimi ifade etmekteydi.
O günlerden bu günlere gelineceği de açıktı. Atılan hiçbir adım rastlantısal değildi. Son derece sistemli ve süreğen bir gidiş söz konusuydu. Bugün üniversitelerde yaşanan rektör atamalarını da hiç tereddüt etmeden aynı projenin bir parçası olarak görmek gerekiyor.
Üniversitelerde türban yasağı uygulamasının sürmesini isteyen rektörlerin görevleri yenilenmezken, Atatürk ilkelerine ve Cumhuriyetin değerlerine bağlı öğretim üyelerine, diğer pek çok olumlu kriter hiçe sayılarak, akademik ve idari liyakat tümüyle göz ardı edilerek rektörlük yapma şansı tanınmadı. Bütün bunlar rastlantı olmayıp her bir parça diğeriyle bütünleşen kapsamlı bir projenin konjonktürel olarak dağıtılmış kesitleridir.
1980 askeri darbesi
1960 askeri müdahalesiyle bir süre kesintiye uğrayan sürecin, 1970’li yıllarda üniversite gençliği arasında başlatılan gerginlik ortamıyla yeniden harekete geçirilerek gençlerin şiddet ve eylem alanına yönlendirilmesi başka bir kulvardaki gidişat için istenilen kamuflajı oluşturmuştu. 1980 askeri darbesiyle gelen baskı ortamı ve hemen arkasından başlatılan neo-liberal politikalarla toplum bir uyuşukluk ortamına sürüklenirken bir kesim vardı ki, yurtiçinde ve yurtdışında uygulanan din ağırlıklı eğitimle yeni bir alan yaratarak geliyordu. Bu kesimin yeraltından yerüstüne çıkması ise topluma empoze edilen sözde demokratik ve sözde özgürlükçü yönelimlerin de desteğiyle gerçekleşmişti. Ve gelinen nokta bugün Adalet ve Kalkınma Partisi’nin başaktörlüğünde hızla gerçekleştirilmeye çalışılan geriye doğru değişim ve dönüşüm projesidir.
Hayal dünyasında olanlar
Daha ilginç olanı ise aydınlarımızın önemli bir kesiminin demokratikliği savunmak, özgürlükçü olmak adına bütün bu gidişe bilinçlice ya da bilinçsizce destek vermesidir. Avrupa fonlarından ve Amerika’dan parasal çıkar sağlayan bazı entelektüel çevreler bu projenin bilinçli destekçiliğini yaparken asıl tehdit, nereye gitmekte olduğunu bilmeyerek bilinçsizce bir kısır döngü içerisinde oradan oraya savrulan aydınlarımız ve akademisyenlerimizdir. İlginç olan ise bunu solculuk adına, demokratik özgürlükler adına, çeşitlilik adına akıl almaz bir hayal dünyası içerisinde yapıyor olmalarıdır.
Zaman geçiyor
Uyanmanın zamanı geldi artık. Şöyle bir silkinip düşüncelerimizi, ideallerimizi, hedeflerimizi yeniden gözden geçirmenin zamanı geldi de geçiyor bile. Sorun başörtüsü sorunu değil, sorun üniversite sorunu, rektör atamaları sorunu da değil. Sorun rejim sorunu.
Birileri, bizleri çağdaş dünyanın aydınlığından alıp kendi karanlık dünyalarına sürüklemeye çalışıyorlar. Nur Vergin’in çok doğru biçimde dile getirdiği üzere ithal dini yönelimlerle toplum, yabancısı olduğu bir yerlere doğru sürükleniyor.
Kendisine yabancı olan, kendisinin olmayan bir yerlere sürüklendiği içindir ki içerisinde bulunduğu durumun korkunçluğunun farkında bile değil.
Bu, Cumhuriyetle birlikte başlatılmış olan aydınlanma döneminin sonlandırılması demektir. Bu, M. Kemal Atatürk’ün hedef gösterdiği çağdaşlaşma sürecinin durdurulması anlamına gelmektedir. Getirilmek istenilen rejim için önce simgesel düzeyde bir meşruiyet ortamı sağlanacak, ardından da asıl yapısal süreçlerin oluşturulmasına geçilecektir.
İktidar partisinin son günlerdeki bütün atakları ise Batılı emperyalist güçlerin de desteğiyle bu geri dönüşüm projesini bir an önce tamamına erdirmektir. Ama burada gözden kaçırılmaması gereken önemli bir nokta şudur ki, bu geri dönüşüm projesi hiçbir zaman eskiye tam olarak dönüş olmayacaktır. Çünkü şimdi bu projenin arkasında Batı emperyalizmi ve onların öncelikli istekleri var. O da Türkiye’yi kendi köklerinden uzaklaştırarak, dıştan dayatma dini, etnik, kültürel birtakım öğelerle donatarak kimliksizleştirmek, uydulaştırmak ve de bağımlı hale getirmektir.
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- DEM Partili vekillerle 'Suriye' atışması!