Cehalete Tapınma...

Cehalete Tapınma...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 27.10.2012 - 06:00

Tapınma güdüsü insanoğlunu öbür canlı yaratıklardan ayıran anlamlı bir özelliktir. Barınma, beslenme, soyunun üremesi ve çoğalması arayışları gibi, insan için ezelden beri mevcut asal ihtiyaçlara göre tapınma, toplu yaşamanın yaygınlaşmasıyla sonraki çağlarda ortaya çıkmış bir oluşum niteliği taşır. Ancak, ürküntü ve korku yaratan, bilinmez birtakım güçlerin etkileyiciliğine karşı bir sakınma güdüsü olarak insanoğlu tapınma ve yakarma eylemlerini seferber eder olmuştur. Bu eylemler sözü edilen sakınımı kolaylaştıran içsel direnimleri de geliştirmek zorundaydı. Bu devinimler bireylerin öncelikle bedensel korunma arayışlarıydı. Ama, bunun yanı sıra zihinsel ve tinsel doğrultudaki geliştirici dürtülerin de kaynaklığını yapıyordu.

Toplum kümeleri oluşması dönemine geçildiğinde, insanları yaklaştırıcı ve düşünce paylaştırıcı olma yararları da sağlanıyordu. Tüm bu gelişme çizgisinde, gökyüzü çok önemli bir mekânsal kavram niteliği taşıyordu. Aydınlık, karanlık, Güneş, yıldızlar, dağlar, denizler, göller, nehirler, fırtınalar, şimşekler hep birlikte, hem yüceltilen hem de sakınılması gereken kudret unsurları olarak kendini ortaya döküyordu. Bunların tümü gökyüzünün sonsuzluğuyla örtülüydü. Çok eski geçmişte doğanın, belirsizliklerle sarmalanmış gizemli güçleri gökyüzünün simgesel geometrisiyle tapınma duygusunun yönelişlerini çerçeveleyen bir olgu biçimiyle ortaya çıkıyordu.

Daha sonraları “inanç” oluşumu güçlü bir ürün olarak kendini gösteriyordu. Tektanrılılığın ve tek peygamberliğin gelişme çizgisindeki yakın dönemlerde ise tapınma organik bir sosyal boyut kazanıyordu. Toplumsal disipline hizmet veren bir kurumlaşma yolu açılıyordu. Birlikte yaşamanın, otoriter kurallarla çevrelenmiş yeni biçimleri beliriyordu. Tapınak yapıları bireylerin duygusal paylaşımlarına fiziksel mekân oluşturan uygarlık öğeleri olarak tarihin çok boyutlu arenasında bir yerlere oturuyordu.

Dogmacılığa tapınma

Ancak, tüm bu organik gelişmelerin arasına dogmacılığın sızabildiği de gözleniyordu. Tanrıların ya da tek Tanrı’nın yüceliğine tapınma ve ululuğuna yakarma yoluyla korkutuculuklardan sakınma eğilimleri çarpıtılarak dogmacılığa tapınma gibi sakıncalı bir yönelmeyi benimseyebiliyordu. Bu akış içinde, dogmacılık ile insan aklının ve yaratıcılığının çatışmasına, tarihin çeşitli dönemlerinde tanıklık edilmiş olduğu hatırlanmalıdır. Bilimsel, teknolojik, sanatsal, kültürel gelişmelerde adına uygarlık denen tılsımlı büyük oluşumda din ve inanç olgularıyla bağlantılı temellendirmenin itici güç rolü oynadığı bilinir.

Ama, dogmacılığın rasyonellik dışı kör inançlarla beslenmiş duygusal kısıtlandırıcılığının alkışlandığı dönemler de yaşanmıştır. Bu dönemlerin bazılarında, değişik ülkelerde toplum yöneticilerinin bireylerin dikkatlerini ve duyumsama güçlerini uyuşturma yoluna gittikleri gözlenmiştir. İnanç gibi güzel bir derinliği tasvir eden köklü bir duyumsama zenginliği dogmacılığın gölgesinde köreltilmiş olabiliyordu. Tapınma artık bir edilgenlik anlamı da taşıyabiliyordu.

Devirlerin akışında değişik zamanlarda, farklı iklimlerde, giderek cehalete sığınma ve hatta tapınma gibi uygarlığın devinimlerine aykırı eylemlerin ortaya çıkmasına yol açılabilmişti. Bu garip gelişme, insanı yücelten değer yargılarının çözüşmesi anlamı taşımaktaydı. Akıla, rasyonelliğe, yaratıcılığa, üretime ve emeğe değer vermek yerine sıradanlığın, sığlığın sahte tanrılarına bağlanma yoluna gidilebiliyordu. Maalesef hâlâ gidilebilmektedir. İnsanoğlu maddiyatın, paranın, tüketimin, duygu ve inanç istismarcılığının, davranış ucuzluğunun ve kestirmeciliğin şampiyonluğunu yapmaya yöneltilebilmektedir. Politik otoriterci, totaliter rejimlerin ve sömürgecilik düzeninin uygulandığı toplumlarda bu yönelişler daha kolay filizlenebilmişlerdir.

Toplum yöneticileri, bazen uluslararası dengeleşmelerde kendilerinden güçlü ülkelerin yönetim uyduluğunu kabul edebiliyorlardı. Toplumun belli kesimleri için büyük tedirginlik ve huzursuzluk kaynağı olan bu çarpık hevesler, uygulamacılarının hep kursağında kalmıştır, aslında. Gözlenegelen şudur ki, yurttaşlar üzerinde yaratılan cehaletin ve akılcılık dışılığın uyuşturucu baskıları düşünsel tepki köreltmeye yönelik çığırtkanlıklara karşın insanlarda özgürlükçü arayışçılık, yurtseverlik ve vicdanın dürtülerinin ışıkları tamamen söndürülememektedir.

 

İlkellikten medet umanlar

Toplumlarda huzursuzluk yaratarak yaşanmış aklı reddetmeyle ve cehaletle hamur olma deneyimlerinin başarısız kalmışlığı ortadayken günümüzde de sıradanlığın ve ilkelliğin seferberliğinden medet uman yöneticilere maalesef hâlâ rastlanmaktadır. Cehalet, başkalarının oluşturduğu bilgi kırıntılarını hiç irdelemeden hazırlop benimseme tembelliğinin ürünüdür.

Kendi dağarcığından ekleme yapmaya üşenme eylemsizliğidir. Hiçbir zihinsel gayret ve emek gerektirmez. Dolayısıyla, çok dinlendirici ve keyif dolu bir rehavete sevk edicidir. Olup bitenleri algılama gücü dumura uğratılmış insanlardan toplum oluşturma arayışı gibi büyük bir yanılgının ortaya dökülüşüdür. Burada dikkat çekilmesi gereken önemli bir nokta insanları sıradanlığın ve cehaletin peşinde koşma ve onlara neredeyse tapınmaya yönelten yöneticinin kendisi, cahilin tekidir.

Cahil adam akla, yaratıcılığa, bilime, sanata, kültüre, doğanın ve çevrenin organik dengelerine, kentlerin uygarlıklara mekânsal kaynaklık yapmış oluşları olgusuna büyük bir anlayışsızlık ve saygısızlık içinde yaklaşır. Ama açıkgözdür; kendisinin ve yakınlarının çıkarlarını yoğun bir hırsla gözeten ruhsal girinti çıkıntılara ve ileri düzeyde tutkusal beklentilere sahiptir.

Tarihin pek çok örneğinde izlenmiş olduğu gibi, bu beklentiler, bu tür yöneticileri, yarı tanrısal bir tek adamlık psikolojisine de yöneltebilmiştir. Kendilerinde olağandışı güçler vehmetmenin sonucu olarak ülkelerindeki sivil ve askeri birimlerin, tek merkezli yürütücülüğün mutlak emrinde tutulmasını isteyebilirler ve bunu sıkça istemişlerdir.

Hindistan, Almanya, İtalya, İspanya, Portekiz, Arjantin, Şili, Macaristan, Cezayir gibi dünya coğrafyasına şöyle bir kısaca göz atıldığında hemen akla gelen bazı örneklerde bu talihsiz gelişmeler yaşanmışlardır. Buralarda medya, iş dünyası, yargı dahil tüm kamu birimlerinin sıkı baskılı kontrol altında tutulduğu, çeşitli bağımsız sivil ortamların denetime alındığı hep görülmüştü.

Bu yönetim anlayışı etnik ve dinsel töre farklılıklarının körüklenmesi, dolayısıyla toplumlarda bölünmelere yol açılması durumlarıyla insan kümelerini güçsüzlüğe yöneltme yöntemleri bilinen uygulamalardır. Bu çerçevede, okumuş yazmış birey gruplarını, eğitim dünyasının aydınlık kişilerini kendi kontrollerindeki yargının sarmallarına takarak mağdur etme yolu pek çok kere denenmişti.

Merkeziyetçi güce bağlı ilkel polisiye uygulamalar, tutuklamalar, işkenceler de eksik edilmemişti. Ancak, tüm bu denemelerde, sonunda varılan nokta toplumun bireylerini huzura kavuşturacak akılcı ve özgürlükçü çözümler olabiliyordu. Cehaletin ve ilkelliğin tutsaklığında yapılmış hatalar ve yanlışlar toplumlara ve insanlarına zaman kaybettirse bile sonunda aydınlığa kavuşulabildiğini gösteren örnekler de eksik olmamıştır. Bundan sonra da öyle olacağından hiç kuşku duyulmamalıdır.
         


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler