CHP'de yeni dönemin şifreleri
CHP, yarın kurultaya gidiyor. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, Pazar günü Cumhuriyet için kaleme aldığı yazıda yeni dönemin şifrelerini açıklamıştı.
Türkiye'nin önde gelen siyasetbilimi, ekonomi profesörleri, siyaset iletişimcileri CHP'nin yeni yol haritasını değerlendirdi. Kimine göre, Kılıçdaroğlu'nun açıklamaları yenilenen CHP’nin köklerinden kopmadığı ve ülkeyi bunalımdan çıkarabilecek lokomotif olduğu mesajını veriyor. Kimine göre hayata geçirilebilirse çok önemli bir adım olur. Gençlere heyecanlandırmayacağını düşünen de var, umut verici olduğunu da... İşte değerlendirmeler...
Emeritus Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu- Sabancı Üniversitesi
ÇOK ÖNEMLİ BİR ADIM
Bu yönteme 'iyi yönetişim' deniyor. İlk kez Türkiye’nin dikkatine 1995'teki Habitat Zirvesi'nde geldi. “Good governance” karşılığı olarak 'iyi yönetişim' tabirini de Prof. İlhan Tekeli üretti. CHP Genel Başkanı'nın yazdıkları hayata geçirilebilirse çok önemli bir adım olur. Bu, aynı zamanda 21. Yüzyıl için Birleşmiş Milletler'in kabul ettiği yönetişim ilkeleriyle de örtüşüyor. Şeffaflık, katılım, kamunun toplanmış gelirin hesabını vermesine dayalı uygulama bu metinde de vurgulanıyor. İkinci olarak devletin kamu politikalarının piyasayı güçlü tutacak şekilde piyasa içinde yer alması, özel sektörün belli standartlarda çalışması, kamu yararını gözeten uygulamalarda kamunun sürece dahil olması vurgusu da var. 1980'lerin başında Özal, Reagan ve Thatcher'ın uyguladığı serbest piyasa koşullarının bir hayli sıkıntılı sonuç doğurduğu, özellikle Koronavirüs salgınında tüm dünyada fark edildi. Bu sistem dünya çapında büyük bir servet üretti ama o servet çok az insanın kontrolünde bulunuyor. Gelir dağılımında adaletsizlik ve onun sonucu olarak yaygın ve yer yer aşırı yoksulluk ortaya çıkmıştır. Sanayi Devriminin ilerlemesiyle eski meslek türleri yok olmaya yüz tuttu, yeni işler, üretim teknolojileri gelişmeye başladı. Bu değişimin sonucunda birçok kişi erken emekli oldu, işini kaybetti. Ortaya çıkan tablo daha da ağırlaştı. Salgın, bunu iyice gün yüzüne çıkardı. İşsizlik ve yoksulluk hızla arttı. Şimdi bütün devletler, serbest piyasa ekonomisinin merkezleri olan ABD ve İngiltere de dahil, 1930 buhranında olduğu gibi bu sorunlara acil ve kalıcı önlemler almaya çalışıyor. Bu süreçte Türkiye'nin de yeni gelişen sosyo-ekonomik koşullar içinde yerini alması ve oradaki gelişmelere uyumlu adım atmasını önermek uygundur. Vatandaşlık geliri veya aile sigortası gibi insanların her koşulda yaşamını sürdürmek için bir gelire sahip olması sosyal refah devleti olmanın gereğidir. Bu amaçla atılacak adımları CHP kapsamlı olarak öneren ilk siyasal parti oluyor. Elbette bunları uygulamak için yapısal değişiklikler gerekiyor. Onları da nasıl yapacaklarını tartışarak anlaşılır hale zaman içinde getireceklerdir, biz de göreceğiz.
Emeritus Prof. Dr. İlter Turan-İstanbul Bilgi Üniversitesi
GENÇLERİ HEYECANLANDIRMAYACAĞINDAN ENDİŞE EDERİM
Sayın Kılıçdaroğlu mesajını devletçiliğin yeniden inşası üzerine oturtmuş ve sık sık ülkemizde geçmişte devletçilik aracılığıyla gerçekleştirilen başarılı projelere atıfta bulunmuş. Bu yazıyı okuyanlar, öyle amaçlanmamış olsa bile, adeta geçmişin yeniden inşa edilmesine çalışılacağı izlenimi edinebilirler; hatta önerdiği yolun ülkeyi orta gelir tuzağına mahkum edeceği endişesine dahi kapılabilirler. Sayın Genel Başkan mesajını günümüzün gelişmelerine, örneğin bilgi toplumuna geçişe atıfta bulunarak, sosyal demokrasinin yeniden inşası üzerine bina etseydi, sanıyorum daha güçlü bir gelecek vizyonu çizebilirdi. Mesajının özellikle gençleri yeterince heyecanlandıramayacağından endişe ederim.
Seren Selvin Korkmaz-İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü Genel Direktörü
“İKTİDAR” OLMAK İSTEYEN CHP’NİN GELECEK İDEALİNİ KURGULUYOR
Kemal Kılıçdaroğlu, yazısında CHP ve Türkiye için öngördükleri yeni bir sosyal ve ekonomik programın hatlarını ulusal ve küresel tarih ile bağ kurarak anlatıyor. Devletçilik ilkesine getirilmek istenen bu güncellemeyi bir gereklilik ve gerçekçilik olarak okuyorum. Son yıllarda dünyada yükselen popülizm, her coğrafyada ortaya çıkan sosyal patlamalar ve toplumsal bunalımların ardındaki en önemli nedenlerden biri de gelir ve servet eşitsizlikleri oldu. Dünya Bankası, IMF gibi kurumlar eşitsizlik üzerine raporlar yazdırdılar, Davos’ta her yıl düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’nda ekonominin “devleri” eşitsizlikler meselesini tartışmaya başladı. Çünkü bu kapitalizmin krizine de işaret ediyordu. COVID-19 süreci ise bu eşitsizliklerin iyice gün yüzüne çıkmasına sebep oldu. Yoksulların, güvencesizlerin yaşam hakkı, sağlığı, temel ihtiyaçları kolaylıkla göz ardı edilebildi. “Evde kal” çağrılarına uyamayanlar da yine bu kesimlerdi. Haliyle, bugün Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’nin bu koşullara uygun ve sorunlarını çözebilecek ilkeler, programlar ve stratejiler geliştirmesi gerekiyor. Kılıçdaroğlu’nun “yeni devletçilik” formülünü bu gerçeklikle bir bağ kurma arayışı olarak okuyabiliriz. Bunu yaparken de Atatürk’e ve bugünün krizine benzetilen 1929 Buhranı sonrasında ortaya çıkan devletçilik anlayışına geniş yer ayırıyor. Bu da yenilenen CHP’nin köklerinden kopmadığı ve ülkeyi bunalımdan çıkarabilecek lokomotif olduğu mesajını veriyor. Öte yandan “iktidar” olmak isteyen CHP’nin topluma sunacağı gelecek idealini kurguluyor. Çünkü, bir davanız veya idealiniz olmadığı sürece yalnızca yerel yönetim politikaları veya dağınık söylemler ile geniş kitleleri mobilize etmeniz mümkün değil. CHP’nin sağda ortaya çıkan yeni partilerle genişleyen muhalefet bloğunda kendisini ayrıştırmasının da bir yolu bu ilkesel yaklaşımdan geçecektir. Yani örneğin DEVA Partisi’nin ülkenin eğitim, sağlık, işsizlik gibi sorunlara önerisi ile CHP’nin önerisi nasıl farklılaşacak? Sosyal devlet sosyal demokrasinin ana unsurlarından biridir ancak bütün siyasal kampların özel önem atfettiği de bir alan. Haliyle CHP’nin benimseyeceği yeni devletçiliğin sosyal demokrat, liberal ya da muhafazakar olup olmayacağını bize detaylı politikaları anlatacak, eğer bu ilkeler kağıt üzerinde kalmazsa... Kılıçdaroğlu’nun yaklaşımı bir süredir kendini merkezde konumlayan ve hem partiler düzeyinde hem de toplumsal düzeyde geniş bir mutabakatın parçası olmayı hedefleyen CHP ile de tutarlı gözüküyor. Türkiye’deki hakim devletçilik anlayışı, solun “sosyal devlet” ilkesi ile pekiştiriliyor. Sosyal devlet yalnızca kişisel hak ve özgürlükleri garanti altına almayıp toplumsal karşıtlık ve gerginlikleri dengelemek amacıyla maddi ve manevi önlemler alan devlettir. Bu “yeni devletçiliğin” kağıt üzerinde kalmaması için, işsizlik, emeklilik, sağlık politikası, eğitim politikası, eğitim, vergi konusunda CHP’nin politikaları ve halkı uygulanabilirliğine ikna edecek söylemleri geliştirmesi gerekiyor.
Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu- Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi
UMUT VERİYOR
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 19 Temmuz tarihinde gazetenizde yayımlanan makalesi açıkçası umut veriyor. Kendi adıma "kamuculuk" ifadesini yeğlemekle birlikte, CHP’nin kuruluş ilkeleri arasında bulunan devletçilik anlayışının canlandırılmasına yönelik çabayı partinin sola yönelme iradesinin bir belirtisi, CHP sözcülerinin diline yansıyan “piyasacı” söylemden arınma çabası kabul ediyorum. Sadece AKP değil, 1980 sonrası neoliberal zihniyeti benimseyen tüm sağ iktidarlar “kamusal" olanın kötüyü “özelin" ise iyiyi, verimliyi ve dinamiği temsil ettiğine ilişkin bir kara propaganda yürüttüler. 2002’den beri devlet aygıtının tarikat, cemaat, yandaşlık ilişkileri temelinde zapt edilmesiyle birlikte, AKP rejiminden sıtkı sıyrılanların "kamunun güçlendirilmesi" fikrinden uzak durduğu gözleniyor. CHP’nin sosyal devlet, adil bir gelir ve servet dağılımı doğrultusunda ısrarlı ve tutarlı bir açılım yapmasının geniş halk kesimlerinde heyecan yaratacağına gerçekten inanıyorum. Ancak bu hamle; laikliğe, aydınlanmaya, bilime dayalı bir "kültür savaşı" eşliğinde yürütüldüğü takdirde tutarlı olabilir, şimdiki haliyle devlete şüpheyle bakan kesimlerin de desteğini alabilir. Çünkü Kılıçdaroğlu’nun dikkat çektiği liyakatin kaybolması, yüksek katma değerli üretimin gerçekleştirilememesi gibi olguların altında hep, gerici ve mezhepçi eğitim sistemi, İslami kadrolaşmayla devleti ele geçirme stratejisi vardır. "Hazine garantili işletmeler kamulaştırılacak" ifadesinin yanında, "gıda, enerji, sanayi ve sağlıkta" ulusal egemenliğin sağlanması cesaretle savunulmalıdır. Pandemi koşullarında emek kesimine yönelik nakdi desteklerin miktarının artırılması, süresinin istihdam koşullarına bağlı olmadan 12 aya kadar uzatılması gibi somut programlar, emin olun aynen geçmişte "aile sigortası" programında olduğu gibi geniş kitlelerde karşılık bulacaktır. Kılıçdaroğlu’nun makalesinde egemen güç ve mülkiyet ilişkilerine yeterince ilişilmediği söylenebilir. Bu noktada, CHP sosyal devlete, kamuculuğa sahip çıkan sahici bir rotaya girsin de, o alanlara el atmak da biz sosyalistlerin farkı olsun denebilir.
Sinan Ülgen-Ekonomi ve Dış Politikalar Araştırma Merkezi Başkanı
BİRÇOK AÇIDAN OLUMLU
Sayın Kılıçdaroğlu’nun “devletçilik” ilkesinin yeniden tanımlanması gereğini dile getirerek, bu amaç doğrultusunda yeni bir kuramsal çerçeveyi gündeme getirmiş olması kuşkusuz birçok açıdan olumludur. CHP’nin yeni siyasetinin bu düzleme kaydırılması, Türkiye’nin gittikçe büyüyen sorunlarına çözüm üretmek adına faydalı olacaktır. Örneğin dünyada “negative income tax” olarak bilinen Aile Destekleri Sigortası’nı bu nitelikte, üzerinde ısrarla durulması halinde gündem yaratacak bir öneri olarak mütalaa ediyorum. Hal böyle olmakla birlikte, getirdiği önerilerde ana muhalefet partisi liderinin biraz daha iddialı olması ve özellikle son 10 yılda dünyada gelişen tartışma ve politika önerilerine daha fazla yer vermesi gerektiğini de bir yandan düşünmekteyim.
Yazıda isabetle yeni bir büyüme stratejisine olan ihtiyaç vurgulanmakla beraber buna dair bir yol haritası oluşturulmamıştır. Oysa ki aslında diğer önerileri de hayata geçirebilmek için Türkiye’nin daha fazla refah yaratan ve sonrasında da bu refahı daha adil paylaşan bir ekonomik büyüme modeline geçmesinde büyük zaruret vardır. Türk ekonomisinin en büyük sorunu verimlilik sorunudur. Arzu edilen büyüme modeline geçiş ancak bu verimlilik sorununun teşhis ve tedavi edilmesi ile mümkündür. Bakış açısının odağına verimlilik arayışı alınıp, buradan hareketle “yeni devletçiliğin” yol haritası çıkarılabilir ve daha somut bir yol haritası oluşturulabilir. Bu bakış açısının da tabiatıyla kapsayıcı olması gerekecektir. Değişim programının siyasi yönetişimden, eğitime sisteminin reformuna, hukuk devletinin yeniden tesisinden yatırım ortamının iyileştirilmesine, üretim-teknoloji ilişkisinden, kadın ve gençlerin istihdam katılımını kolaylaştıracak emek piyasası reformlarına kadar geniş bir yelpazeyi kapsamı elzemdir. Her reformun ister istemez gelir dağılımı üzerinde bir etkisi olacaktır. Bazı kesimler kazanacak bazı kesimler kaybedecektir. Ancak ana hedef ulusal düzeyde verimlilik artışına odaklandığı ölçüde, Türkiye müreffeh toplum hedefine daha hızlı ulaşırken, “devlet” sosyal paydaşlar ile daha dayanışmacı bir rol üstlenebilecektir. Açıkçası Sayın Kılıçdaroğlu’nun yeni devletçiliği anlatırken böylesi, bir yandan basitçe ifade edilebilen diğer yandan da reformist programın insicamını sağlayacak bir üst hedefi tanımlamasına ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.
Gülfem Saydam Sanver- Siyaset İletişim Danışmanı
NEREDE DURDUĞUNU AÇIKÇA GÖSTERİYOR
Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘İktidara Yürüyüş’ kurultayı öncesi Cumhuriyet Gazetesi için yazdığı yazıda yeni bir devletçilik tanımı getirilmesi gerektiğini ve bu tanımın güçlü bir sosyal devlet olarak düzenlenmesi gerektiğini tarihi birikimden yola çıkarak anlatıyor. Bilindiği gibi COVID-19 pandemisi dünyada tüm kurumların, siyasal sistemlerin ve özellikle devlet-birey ilişkilerinin tartışılmaya başladığı bir süreç olarak karşımıza çıktı. Bu süreçte bir yandan gözetleme politikalarının yoğunlaşması ile otoriter rejimlerin ve popülist liderlerin gücünü artıracağı mı yoksa devlet müdahalesinin öneminin anlaşılması üzerine sosyal devlet politikalarının öneminin mi artacağı siyaset bilimciler tarafından tartışılırken Kemal Kılıçdaroğlu’nun yazısı bu tartışmada kendisinin nerede durduğunu açıkça göstermiş olması bakımından son derece değerli buluyorum. Fakat, kurultayda bu sosyal devlet anlayışının sadece ekonomi politik olarak değil eşitlik, özgürlük, demokrasi gibi farklı boyutlarının da kapsamının genişletmesi gerektiğini düşünüyorum. Covid 19 pandemisinin küresel etkileri ve ülkemizin son dönemde içerisinde bulunduğu sürece baktığımızda demokrasinin geleceği ve kamusal alanın dönüşümüne ilişkin de bir dönüm noktasında olduğumuz aşikar. Bu noktada Kılıçdaroğlu , yazıda eksik kalan, yeni bir kamusal alan yaratılması, insanı merkeze koyan eşit, adil, demokratik bir toplum vaadinin somut yol haritasını kurultayda dile getirmesi gerektiğini düşünüyorum. İktidar yürüyüşü yapan bir partinin toplumun farklı kesimlerini yakalayacak somut söylemler ve çözümlerle halka güven vererek kendini farklılaştırması gerekiyor. Kılıçdaroğlu kurultayı CHP’nin bu duruşunu anlatabilmesi için bir fırsat olarak kullanabilirse büyük bir avantaj yakalamış olur.
İbrahim Uslu, araştırmacı
SOSYAL DEMOKRASİ ANLAYIŞI İÇSELLEŞTİRİLMELİ
2008 Küresel Ekonomik Krizi’nin özel sektör ve ulusal ekonomiler üzerindeki olumsuz etkileri atlatılamamışken başlayan koronavirüs salgını yeni ekonomik modelleri ve yenilenmiş bir sosyal devlet anlayışını zorunlu hale getirmiştir.
Önümüzdeki seçimlerde siyasal alanda Başkanlık Sistemi/Parlamenter Sistem, ekonomik alanda ise AKP tipi kuralsız ve keyfi Devlet Kapitalizmi ile Sosyal Demokrasi rekabeti yaşanacak. Bu ikisinin dışında liberal ekonomi politikalarını önerecek siyasi partiler de mutlaka olacaktır. Ama ekonomik olarak iyice hırpalanmış bir ülke ve toplumda liberal politikaların seçmen tarafından tercih edilme olasılığı oldukça düşük.
Sn. Kılıçdaroğlu’nun alternatif bir model olma iddiası taşıyan çıkışı bu açıdan önemli ve etkili olma potansiyeli taşıyor. Ancak, Atatürk’ün devletçi ekonomi modelini yahut Ecevit’in 1970’lerde seçmenleri etkilemeyi başarmış sosyal adaletçi yaklaşımını artık kimse hatırlamıyor. Ayrıca her iki model de zaten toplumsal hafızada iz bırakacak kadar uzun bir süre uygulanma şansı bulamadı. Dolayısıyla o iki modele yapılan referanslarla seçmeni etkilemek çok mümkün görünmüyor.
Yazının bir diğer önemli handikapı da bilinçli bir biçimde “sosyal demokrasi” kavramından uzak durması. Belli ki “muhafazakar seçmenler sosyal demokrasi kavramına alerji duyar” kaygısı ile bu kavramdan uzak durulmuş. Ama ben bu varsayımın doğru olduğunu düşünüyorum. 1970’li yıllarda Ecevit’in sosyal demokrasi anlayışı muhafazakar seçmenleri rahatsız etmemişti. Ayrıca Avrupa’da yaşayan muhafazakar seçmenlerin büyük çoğunlukla yaşadıkları ülkelerdeki sosyal demokrat partilere oy verdiğini de biliyoruz.
Özetle CHP’nin öncelikle kendisinin “Sosyal Demokrasi” anlayışını içselleştirmesi ve günümüz koşullarında zenginleştirip seçmene sunabilmesi gerekiyor.
KILIÇDAROĞLU NE DEDİ?
* Özgürlüğü, şeffaflığı, denetlenebilir olmayı, hukukun üstünlüğünü temel ilke olarak belirleyen, seçim sistemini en geniş temsil esasıyla düzenleyen parlamenter demokrasiyi merkeze alan yeni bir anayasaya ihtiyacımız var.
* Üretimi, verimliliği, katma değeri yüksek ürün üretmeyi hedefleyen yeni bir büyüme stratejisine ihtiyacımız var.
* Özel sektörün hakkaniyetli, adil, çalışanlarının tüm haklarını gözeten, şeffaf bir istihdam politikasını sağlayacak yeni bir toplumsal mutabakata ihtiyacımız var. Asgari ücretin neredeyse ortalama ücrete dönüştüğü bir ekonomik düzenin, toplumsal barışı da bozucu etkisi olduğu unutulmamalıdır.
* Buyurgan, baskıcı devlete değil, danışan, ürettiği çözümleri tartışan, sosyal adaleti sağlamak için çaba harcayan, vatandaşın ödediği vergilerin hesabını vatandaşına vermenin onurunu yaşayan bir devlet anlayışına ihtiyacımız var.
* Genel Sağlık Sigortası pirimi, katılım payı ve ilave ücret uygulamalarının kaldırıldığı, temel sağlık hizmetlerinden eşit bir şekilde herkesin yararlanmasını sağlayan yeni bir sağlık sistemine, konut ve gıdaya ulaşım hakkının güvence altına alındığı yeni bir düzenlemeye ihtiyacımız var.
* İşsiz bir bireyin, ailesiyle birlikte, iş bulana kadarki tüm geçimi ve sosyal güvenlik hakları kamu tarafından güvence altına alınmalıdır. “Aile Destekleri Sigortası” bu güvencenin ilk ve kalıcı adımı olarak “mümkün olduğu kadar kısa zaman içinde” yaşama geçirilmelidir. Böylece dar gelirlinin korunması devletin bir “lütfu” değil, vatandaşın “hakkı” ve devletin de bir görevi olduğu bilinecektir.
* Özel sektörün bütünüyle kontrolüne bırakılamayacak olan eğitim, sağlık, sosyal hizmet ve güvenlik alanlarıyla, doğal tekel alanlarının geniş çaplı bir istihdam hamlesiyle tahkim edilmesi “yeni devletçiliğin” sorumlulukları arasında yer almalıdır.
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'