'Dink davasında mahkeme kararı vicdanları sızlattı'

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner, beş yıl önce öldürülen Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink davasında açıklanan mahkeme kararının kamuoyunu şoka soktuğunu ve vicdanları sızlattığını söyledi.

'Dink davasında mahkeme kararı vicdanları sızlattı'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 19.01.2012 - 09:25

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner, TÜSİAD'ın 42. Olağan Genel Kurulunun açılışında yaptığı konuşmada, dünyanın ekonomik krizden geçtiği sırada genel kuruldaki konuşmasında görüşlerini yalnızca ekonomik konulara odaklamayı planladığını ancak bir vatandaş olarak da başka bir maddeler dizisinden bahsetmeden konuşmasını sonlandırmaması gerektiğine inandığını söyledi. Bu maddelere girmediğinde ülkesini seven bir vatandaş, bir iş kadını olarak vicdanen rahat edemeyeceğini ifade eden Boyner, ''Üstelik değinmek zorunda kaldığım konuların netameli olması nedeniyle, 'her gördüğün haksızlığı dile getirme', 'her aklına geleni söyleme', 'dikkatli ol, başını derde sokma' uyarılarının arttığı bir ortamda bunları söylemenin daha da gerekli olduğuna inanıyorum'' diye konuştu. Boyner, ''Bu toprakların ve toplumun sevdalısı bir vatansever'' olarak nitelediği Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in 5 yıl önce bugün katledildiğini anımsattı.

'Hrant Dink davası, bir gazetecinin öldürülmesinden büyük anlamlar taşıyor'

Ümit Boyner, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Aradan geçen zaman zarfında örtbas etme çabaları ortaya çıkarılmasına, eldeki delillere ve bulunan bağlantılara rağmen bu cinayetin gerisindeki asıl sorumlulara erişmek mümkün olmadı. İki gün önce açıklanan mahkeme kararları ise duyarlı kamuoyunu şoka soktu, vicdanları sızlattı. Bir yandan bu kararlara doğru ilerlenirken, diğer yandan cinayetin arka plan bağlantılarını bazı görevlilerin cinayetin işlenmesindeki ya da önlenmemesindeki sorumluluklarını ortaya çıkaran bir gazeteci, deşifre ettiğini sandığı yasa dışı örgütlenmenin parçası olduğu iddiasıyla tutuklandı.''

Hrant Dink davasının, bir gazetecinin öldürülmesinden daha büyük anlamlar taşıyan, temsili bir olay olduğunu ifade eden Boyner, bu davanın seyrinin, alınan kararların Dink'in avukatlarının her aşamada gerçeğe ulaşmak için dişleriyle, tırnaklarıyla mücadele etmek zorunda bırakılmasının, davanın adil bir sonuca ulaşmasını sağlamak için getirdikleri taleplerin geri çevrilmesinin neredeyse sistematik denilebilecek özellikler taşıdığını söyledi.

'Olur böyle şeyler' diyenler de yargıda usulün önemini kavramak zorunda kaldı'

Boyner, şu görüşleri paylaştı: ''Bu davanın akışında önümüze çıkan şey en somut haliyle Türkiye'de adalete olan inancın sarsılması, hukuk anlayışımızın zaaflarıdır. Dink cinayetine ve onun davasının seyrine dönüp göz ucuyla bakmamış olanlar bile, kamuoyunda dikkat çeken başka birçok davada adalet mekanizmasının işleyişini sorgulamak zorunda kaldılar. Masumiyet karinesi, delillerin sağlam dayanakları bulunması, tutukluluğun istisnai bir hal sayılması konularında şikayetler çığ gibi büyüdü. Bir zamanlar 'Olur böyle şeyler, kurunun yanında yaş da yanabilir' diye düşünenler ateş ocağa düştüğünde, yargıda usulün önemini daha iyi kavramak zorunda kaldılar. Bu olgular ışığında hukukun üstünlüğü, yargının işleyişi ve adalet duygusunun zedelenmemesi konularında ciddi adımlar atmamız gerektiğine inanıyorum. Kıssadan hisse, çok sıradan da gelse hukukun hepimize gerekli olduğudur. Eğer Türkiye kendi büyük iddialarının altında ezilmeyecekse, o zaman önündeki belki de en önemli hedef gerçek anlamıyla bir hukuk devleti olmayı başarmaktır.''

Boyner, derneğin 40. yılı olan 2011'de gerçekleştirdikleri çalışmalar hakkında bilgi verdi. Türkiye'nin ekonomik krizleri atlatma konusunda en derin tecrübelerden birisine sahip olduğunu belirten Boyner, bu tecrübenin de etkisiyle ekonominin küresel krizin ilk sadmesini atlattıktan sonra, yüksek bir büyüme performansı göstererek, Türkiye'nin uluslararası sistemde yükselen profiline önemli bir katkı sağladığını ifade etti.
Şu sıralarda ekonomide gözlemledikleri uyarı sinyallerinin Başbakan Yardımcısı Babacan ve ekibinin dikkatinden kaçmadığına emin olduklarını söyleyen Boyner, ''Biliyoruz ki geçmiş başarılar, krizin yeni bir küresel ekonomi yapılanmasına doğru evrildiği sırada başarının garantisi olamıyor. Önümüzde zorlu, güç kararların verilmesini ve alınan kararların çelik gibi bir iradeyle uygulanmasını gerektiren bir dönem olduğu kanısındayız. Türkiye bugün alacağı kararlarla dünya ekonomisindeki birinci sınıf ekonomilerden birisine sahip olmakla 'orta gelirli ülke' tuzağına düşmek arasında tercihini ortaya koymuş olacaktır'' diye konuştu. Çok uzun süredir Türkiye'nin 'orta halli', 'orta demokrasili' bir ülke konumuna kilitlenmemesi için çalıştıklarını dile getiren Boyner, bu çerçevede beşeri sermayenin niteliği, ürün yelpazesinin Türkiye'yi farklılaştıracak, sıradanlıktan çıkaracak bir düzeye getirilmesi ve bölgesel kalkınma konularının öneminin altını çizdi.

'Türkiye, bugünkü eğitim halleriyle orta gelir seviyesini aşamaz'

Boyner, beşeri sermayenin niteliği konusunun bazıları açısından ''eğitim şart'' denerek neredeyse sulandırılan bir hale geldiğini, ancak ortalama 6 yıl okula gidilen bir ülkede yaşadıkları gerçeğinin göz ardı edilemeyeceğini ifade etti. Eğitimin niteliğinin düşük olduğunu, sorgulamaya ve yaratıcı düşünmeye prim vermeyen yapıya sahip eğitim sisteminden çıkan bireylerin giderek daha fazla inisiyatif, değerlendirme, bilgiye dayalı refleks sahibi olmayı gerektiren iş ve mesleklerle karşılaşacaklarını anlatan Boyner, ''Dünyada da gelecek yılların ayrıştırıcı unsuru eğitimin niteliği olacak. Türkiye'nin bugünkü eğitim halleriyle orta gelir seviyesini aşması mümkün değildir'' dedi.

'Bu ürün yelpazesiyle ancak bölgemizde rekabetçi olabiliyoruz'

Ürün yelpazesinin Türkiye'yi farklılaştıracak, sıradanlıktan çıkaracak bir düzeye getirilmesi konusunda Türkiye'nin kendi kategorisindeki diğer ülkelerle kıyasıya bir yarış içinde olduğuna işaret eden Boyner, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Türkiye bugünkü ürün yelpazesi ile tam bir orta gelir grubu ülke örneğidir. Bu ürün yelpazesi ile ancak bölgemizde rekabetçi olabiliyoruz. Yalnızca teknolojiyi ödüllendiren bir ihracat yapısı sürdürülebilir büyüklükleri taşıyabilir. Her yıl ihracat rekoru kırmak işin en zor tarafı değil. Rekorları kırabiliriz ama eğer ihracatımızın mal kompozisyonu sıradansa büyümeye yapacağı katkı da göreli olarak güdük kalır. Güdüklük, orta halli ülke olmayı kader haline getirmek demektir. Hükümetten beklentimiz, bu üretim modeli değişikliği anlayışını daha somut, izlenebilir bir politika ile desteklemesi. Yani, teşvik politikasını, teknoloji kullanımını, seçimini, yenilikçiliği ödüllendirecek şekilde kurgulamasıdır.''
 

'Bölgesel kalkınma farkları çözülmeden, toplumsal huzur olmaz'

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Türkiye coğrafyasında kalkınmışlık farkının hep çok yüksek olduğunu vurgulayan Ümit Boyner, bu durumun, sürdürülebilir kalkınmanın önünde bir engel olmanın yanı sıra arzu edilen iç barışın sağlanamamasına katkı yaptığını dile getirdi. Boyner, ''Bu konudaki eleştirilerden bizim payımıza düşen de mutlaka vardır. Onları üstlenelim. Ancak, bölgesel kalkınma olgusunu giderek daha derinlemesine düşünmek zorundayız. Bu mesele belli ölçülerde çözülmeden elde edilecek büyüme oranları, ilk 10'da olalım veya olmayalım, toplumsal huzuru ve sürdürülebilir kalkınmayı sağlamayacaktır'' diye konuştu.
 

'Reform ateşine kapılmazsak, tahammülü zor bir vasatlığa mahkum oluruz'

Türkiye'nin, demokrasisini derinleştirme, hukuk ve adalet sistemlerini en üst standartlara getirme çabalarını AB hedefi canlıymış gibi sürdürmek zorunda olduğunu söyleyen Boyner, şöyle devam etti: ''Türkiye'nin acilen ve mutlaka yeni bir reform ateşine kapılması gerekiyor. Bunu yapmamanın bedelinin kendimizi tahammülü zor bir vasatlığa mahkum etmek olacağı inancındayız. Unutmayalım ki geçen yıla damgasını vuran Arap isyanlarının ardından Türkiye'nin bir model veya ilham kaynağı olarak zikredilmesinin yegane sebebi demokratik rejim içinde başarılı bir ekonomik performans yakalamasının dünyaya saçtığı parıltıdır. Bu çerçeve içinde siyasi açıdan Türkiye'nin önündeki en önemli hedef yeni anayasanın bu yıl sonuna kadar hazırlanmasıdır.''

Siyaset kurumunun, kamuoyunda anayasanın geniş bir toplumsal mutabakat sonucu şekilleneceği ve 12 Eylül Anayasası'nın tarihin çöplüğüne atılacağı yönündeki beklentinin zayıflamasına izin vermemesi gerektiğini belirten Boyner, yeni anayasanın temel meselesinin vatandaşlık tanımının yapılması, vatandaş-devlet ilişkilerinin vatandaşın hak ve özgürlük alanları, hukuki güvenceleri genişleyerek tanımlanması olduğu kanaatini yineledi.

'Yeni anayasa, Ortadoğu'da özenilen ülke olmayı sürdürmenin de anahtarı'

TÜSİAD Başkanı Boyner, şu görüşleri paylaştı: ''Kürt meselesinin çözümü, canımızı çok yakan terörün bitmesi ve Türkiye'nin yeni ve özgürlükçü bir anayasaya kavuşması yalnızca iç düzenimizin bir meselesi de değildir. Giderek daha da karışacak Ortadoğu'da Türkiye'nin özenilen bir ülke olmayı sürdürmesinin de anahtarı budur. Ortadoğu'yu, özellikle de güney komşularımızı kasıp kavurması ihtimali giderek güçlenen bir mezhepler savaşının Türkiye'yi etkilememesini sağlamanın yolu demokrasimizi derinleştirmekten, ülkenin her köşesindeki bireyleri kökenleri ne olursa olsun vatandaşlık ortak paydasında buluşturmaktan geçer.''
 

TÜSİAD YİK Başkanı Erkut Yücaoğlu

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Erkut Yücaoğlu, 2011 yılının sevinçler ve üzüntülerle karışık birtakım olaylara sahne olduğunu kaydetti. Yücaoğlu, geçen yıl kendilerinde 3 olayın derin iz bıraktığını ifade ederek, bu olayları, Van Depremi, Uludere Faciası ve Fransa Meclisi'nin birkaç yüz bin oy için Ermenilerin 1915 tehciri ile ilgili facialı bir soykırım olarak tanımayanları cezalandırmaya yönelik kararı olarak sıraladı. Asırlarca demokrasi ve özgürlükler ülkesi olduğunu beyan eden Fransa'nın ifade özgürlüğünü sınırlayan bir karara imza atmış bulunduğuna işaret eden Yücaoğlu, ''İnşallah bu karar pazartesi günü Fransız senatosundan da geçip yasalaşmaz. Çünkü aksi halde Fransa ile ilişkilerimizde tamir edilmesi zor bir zarar ortaya çıkabilir'' dedi.

Yücaoğlu, TÜSİAD'ın 40. yılını, geçen yılı dolu dolu geçirdiğini dile getirerek, 40. yıl münasebetiyle bölgemizde enerji ve dış politika simülasyonlarını, Avrupa birliği'nin demokratikleşme tecrübelerini, 2050 vizyonunu dinleyerek ufuklarını geliştirdiklerini anlattı.
TÜSİAD'ın bütün çalışmalarını kapsayan üç ana unsurun olduğunu ifade eden Yücaoğlu, ''Bunların birincisi ekonomik reformlarımız. İkincisi siyasi reformlar. Üçüncüsü de Türkiye'nin sosyal öncelikleri. Bu çerçeve giderek olgunlaştı ve hiç bozulmadı. Biz ekonomimizi incelerken, artık dünya ekonomisini de inceliyoruz. çünkü Türk ekonomisi dünya ile entegre olmuş durumda. Siyasi reformlarda ise AB'yi referans alıyoruz. Buradaki ifade özgürlüğünü, insan haklarını, kültürel hakları öne çıkaran bir anayasa ve yasalar dizisi görmek arzusundayız. Sosyal önceliklerimizde ise eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, kadın erkek fırsat eşitliği bizim için vazgeçilmez maddeler'' diye konuştu.

Yücaoğlu, Türkiye'nin dış politikada kendisini yeni bir platforma yerleştirdiğini ifade ederek, bunun da bütün dünyanın ilgisini çektiğini kaydetti. Türkiye'nin artan fizibilitesinin ekonomik büyümenin tetiklediği destek ile dünya ölçeğinde olumlu bir görüntü verdiğini anlatan Yücaoğlu, bir yandan baktıklarında Türkiye'nin klasik Türk politika sorunlarına çözüm getiren bir ortamın oluşmadığını ifade etti. Yücaoğlu, bu yüzden Kıbrıs meselesi, Ermeni diasporasının talepleri, komşularla olan gerilimlerin 2012 yılında da gündemi meşgul edeceğini söyledi.
 

'Dış politikada ofansif bir politikaya yönelmemiz lazım'

Dış politikada uzun soluklu ve kapsamlı çalışmaların ortaya çıkması gerektiğine işaret eden Yücaoğlu, ''Adete Türkiye'nin yepyeni derin araştırmalar yapması ve bunu dünya kamuoyuna en baştan sunması gerekiyor. Adeta defansif pozisyondan ofansif bir politikaya yönelmemiz lazım'' dedi. Yücaoğlu, son iki ayda yabancı basında Türkiye hakkında artan dozajda eleştiriler ve Türkiye ile ilgili olumsuz algıların olduğuna değinerek, bu eleştirilerin büyük kısmının haksız olduğunu belirtti. Türkiye'nin demokratikleşme ve hukuk adına attığı her adımın bu eleştirileri temelden yıkabildiğini dile getiren Yücaoğlu, dış siyasetin 2012'de de önemli bir konu olacağını ifade etti.

Yücaoğlu, Avrupa'da devam eden ekonomik krizde heyecanın zaman zaman doruğa çıktığını dile getirerek, şunları kaydetti: ''Son AB zirvesinde borç krizinin ertelenip zamana yayılması taktiği benimsendi. Ne oldu? Avrupa Merkez Bankası yüzde 1 faizle Avrupa bankalarına 3 yıllık kredi açtı. Bankalar 500 milyar avro borçlandı. Döndü dolaştı bu parayı tekrar Avrupa Merkez Bankasına mevduat olarak koydu bekliyor. Likidite sorunu 3-4 ay için ertelenmiş oldu. Mart ayında da Yunanistan'ın kontrollü bir iflası için görüşmeler masada devam ediyor. Avrupa böyleyken, dünya ekonomisinden de iyi sesler gelmiyor. Dünya ekonomisinde yavaşlama izleri var. Küresel fonların en az riskli gördükleri ABD'ye yönelmiş olması gelişmekte olan ülkeler üzerine bir baskı yaratıyor. Özellikle finansman konusunda. Gelişmekte olan ülkelerin finansman sıkıntıları başlıyor ufak ufak. Böyle bir ortamda acaba 2012,2013'ün sonrasında da hızlı bir büyüme beklememiz doğal mı? Hiç zannetmiyorum. Sanıyorum bu uzun yıllar bizimle beraber olacak yepyeni bir olgu...''
 

'Türkiye'nin büyüme hızının önemli ölçüde yavaşlaması bekleniyor'

Türkiye ekonomisinin 2011 yılında rekorlar kırdığını, büyümenin 2010 gibi yüksek bazlı bir yılın üzerine yüzde 7-8 gibi olacağını, istihdam artışının sağlandığını, ihracatın da arttığını anlatan Yücaoğlu, birçok ülkede kamu açıkları varken, Türkiye'nin rekor sayılabilecek çok ufak bir açıkla yılı bitirdiğini, bunların çok olumlu olduğunu söyledi. Öte yandan Türk Lirasının yüzde 25 oranında değer kaybettiğine işaret eden Yücaoğlu, enflasyonun çift haneli rakamlara çıktığını, faizlerin tırmandığını, vadelerin kısaldığını, rezervlerde düşme olduğunu ve Borsa'nın gerilediğini anlattı.

Yücaoğlu, Borsa'nın bir öncü gösterge olduğunu, borsadaki düşüşü sağlıklı olarak algılamanın mümkün olmadığını vurguladı. Avrupa ülkelerindeki büyüme oranları sıfıra yaklaşırken, Kuzey Afrika'daki siyasi ortamdan dolayı ticaretimiz düşerken, bu yıl ihracat gelirinin nereden geleceğinin planlanması gerektiğine işaret eden Yücaoğlu, şimdiden bunun peşine düşülmesi gerektiğini kaydetti.

Yücaoğlu, bu tablo nedeniyle Türkiye'nin büyüme hızının önemli ölçüde yavaşlamasının beklendiğini dile getirdi. Bütün bu gelişmeler karşısında Merkez Bankası'nın ve hükümetin bir dizi konjonktürel tedbirler aldığını ve almaya devam ettiğini anlatan Yücaoğlu, ''Türkiye'de yurt içi talep arttıkça ithalat artıyor. İhracata rağmen cari açık daha hızlı artıyor. Cari açık gelirlerimiz artmasıyla değil, ekonominin yavaşlamasıyla kontrol altına alınıyor. Bu yapısal sorun. Türkiye hızlı büyüdükçe bu tablo karşımıza çıkıyor. Bu yapısal sorunun Türk sanayisi üstesinden gelmek zorunda. Aksi halde toplumumuzun gelişmesi için gerekli sürdürülebilir yüzde 7'lik bir büyüme hızını sağlamak çok zor olacak'' diye konuştu.

Yücaoğlu, eğitim reformu ile nüfusun eğitim seviyesinin yükseltilmesi, ARGE ve inovasyona odaklanılması, belli sektörlerde üretimi artıracak sanayi politikalarını uygulamaya geçirilmesi, enerji ithalat faturasını azaltılmaya çalışılması, esnek istihdam modelleri ile özellikle kadınların istihdama katılımının artırılması ve evrensel hukuk reformlarına kavuşmak için yargıda reform yapılması gerektiğini sözlerine ekledi.

 

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, 2011 yılının her açıdan hareketli bir yıl olduğunu, Türkiye'nin son 9 yıldır elde ettiği başarıların, bundan sonraki dönemle ilgili ortaya konulan ciddi reform gündeminin sadece Türkiye açısından değil içinde bulunulan coğrafya açısından da önemli olduğunu söyledi. Yeni bir birim kurduklarını ve bu birimin reform sürecinde olan ülkelerin kendi reform çabalarına destek olacağını belirten Babacan, şu anda Tunus, Libya ve Mısır ile çok yakından çalıştıklarını, geçiş süreçlerinde onların kendi siyasi ve ekonomik reformlarına destek verdiklerini anlattı. Türkiye'nin içinde bulunduğu bölgenin zor bir dönemden geçtiğine işaret eden Babacan, komşularla ilgili sıkıntılı bazı konular bulunduğunu, özellikle Arap baharı yaşayan, parlamenter demokratik sistemlere geçme çabası yaşayan ülkelerdeki bu süreci çok sıhhatli süreç olarak gördüklerini vurguladı.

Her geçiş döneminin sıkıntıları, maliyetleri, sancılarının mutlaka olacağını ifade eden Babacan, ancak Türkiye'yi kuşatan bölgenin daha istikrarlı bir bölge olması isteniyorsa bu dönüşüme destek verilmesi ve mümkün olduğunca olaysız, kansız, düzenli bir şekilde geçiş dönemleri konusunda söz konusu ülkelerin destekçisi olmak gerektiğini belirtti.

Ali Babacan, bütün bölgede artık sınırların hudutların anlamsızlaşmasını, insanların, sermayenin, ürünlerin, hizmetlerin ve enerjinin artık ülkeden ülkeye rahatça hareket edebildiği coğrafya istediklerini, bunu sadece Kuzey Afrika ve Ortadoğu için değil, Balkanlar ve Kafkaslar için de arzu ettiklerini, kazan-kazan sonuçların elde edileceğini vurguladı. Bölgede topyekun kalkınmayı gerçekleştirebileceklerini kaydeden Babacan, ''Suriye'deki olaylar öncesi aslında Türkiye-Suriye-Ürdün-Lübnan'ı tek bir ekonomik bölge yapmak amacıyla yeni bir yapı kurmuştuk. Suriye'deki olaylar belki bunu bir süre askıya almamıza sebep oldu. Ama en kısa zamanda Suriye'de görünürlük, öngörülebilirlik oluştuğu anda o projeye devam edeceğiz ve onu genişleteceğiz. Bundan hem Türkiye hem pek çok ülke kazanacak'' dedi.
 

'Yargı, hep tartışılır konu'

Başbakan Yardımcısı Babacan, Türkiye'nin bugünkü gündem maddelerine baktıklarında yargının hep tartışılır bir konu olduğuna dikkati çekerek, şöyle devam etti: ''Ancak 2010 yılındaki anayasa değişiklik paketine kadar bizim maalesef yargı konusundaki adımlarımız sınırlı kaldı. Yargı alanında gerçekleştirmek istediklerimizin pek çoğu bizzat yargı tarafından engellendi. Ancak 2010 anayasa değişikliğinden sonradır ki yargı konusunda reformun kapısı açılmış oldu. Bu konuda kararlı adımlarla mutlaka Türkiye'yi çok daha yüksek standartlara ulaştırmamız gerekiyor. Türkiye, gerçek anlamda bir hukuk devleti olmadıktan sonra ne birinci sınıf demokrasi olabilir, ne de hedeflediğimiz dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisinden birisi olabilir. Keyfiliğin olmadığı, 'illa onu tanıyorum, bunu tanıyorum onun için yatırım yapıyorum' demediği insanların, 'bu ülke bir hukuk devletidir, o ülkenin sistemine, yargısına, kurallarına güvendiğim için o ülkeye yatırım yapıyorum' diyebileceği bir hale Türkiye gelmedikçe ne demokrasimiz, ne ekonomimiz arzu ettiğimiz noktaya ulaşamayacaktır.''
 

'Süre lazım, ne yapacağımızı gayet iyi biliyoruz'

Hem siyasi, hem ekonomik reformlar yaptıklarına değinen Babacan, konuşmasını şöyle sürdürdü: ''Ancak yargı, belki de reform konusunda en geride kaldığımız alan oldu. Gün geçmiyor ki bir başka yeni bir haberle, bir başka yeni yargı kararıyla uyanmıyoruz. Toplumun her kesiminde ciddi tepkiler oluşuyor. Kamu vicdanında yer bulmayan, insanların bir türlü ikna olmadığı, aklında ya da kalbinde içine sindiremediği tablolar yaşıyoruz. Mutlaka çözmemiz gerekiyor. Bu konuda bizim hükümet olarak kararlılığımız tam. Kuşkusuz her reformda olduğu gibi, bu konuda da sancılar olacaktır. Mevcut düzenin bozulmasından rahatsız olanlar kuşkusuz olacaktır. Ama şunu açıkça ifade etmek istiyorum ki bu konudaki kararlılığımız tam. Süre lazım, zaman lazım. Ama ne yapacağımızı da gayet iyi biliyoruz. O konuda da adımlar atmaya başladık ve devam ediyoruz.''

 

Avrupa'daki sorunlar

Babacan, Avrupadaki sorunlara işaret etti. 2008-2009'da bankalar sarsıldığında devletlerin, ''merak etmeyin biz buradayız'' diyerek bir devlet imzası atıp işi kurtarırken gelinen noktada o devletlerin imzalarının da artık değerinin, gücünün çok çok zayıfladığını söyledi. Babacan, ''Bankaya 'ben kefilim' diyorsun ama 'senin kendi durumun ne olacak' diye soruyor piyasa oyuncuları'' dedi. AB'nin bir başka önemli probleminin rekabet gücü olduğunu, yıllarca arka arkaya alınan kararların, özellikle işgücü piyasasıyla ilgili aşırıya gitmenin Avrupa'nın bugün rekabet gücünü önemli bir şekilde kırdığını ifade eden Babacan, ''Perşembe günü öğleden sonra, hafta sonu izne çıkıp, 3,5 gün çalışıp, 3,5 gün tatil yapmak, öyle bir şey yok. Çalışıp üretiyorsanız tamam, ama artık üretme konusunda da geri kalıyorsanız, özellikle yüksek teknolojide bilgi işlem teknolojisinde, inovasyonda artık Amerika'ya ve Uzak Doğuya göre geride kalmaya başlıyorsanız öyle fazla tatil yok, çalışmak durumundasınız'' diye konuştu.

Babacan, problemler olduğunu, fakat çözüm üretecek hükümet, lider sayısının şu anda Avrupa'da çok çok az olduğunu belirtti. Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile yaptıkları İngiltere devlet ziyaretinde, bir kiliseyi de ziyaret ettiklerini anımsatan Babacan, ''Törenin bir parçası olarak bir dua okundu. Duanın içerisinde çok enteresan ifadeler vardı. Duayı okuyan kişi dedi ki: 'Tanrım sen borç içinde yüzenlerin yardımcısı ol, ekonomimiz açısından zor ama gerekli kararları almak durumunda olanlara da cesaret ver'... Belki bu iki cümle aslında bu tabloyu özetliyor. Gerçekten AB'de cesur kararlar gerektiren bir dönemdeyiz. Kendi gölgesinden korkan, '6 ay sonra seçim var 1 sene sonra seçim var, dur bakalım' diyen hükümetler, hükümet başkanları o seçim sürecine bile gelemiyorlar, oraya kadar bile dayanamıyorlar'' şeklinde konuştu.

Hafta sonu Fransa'nın notunun kırıldığını böyle bir ortamda seçime gideceklerini belirten Babacan, zamanında tedbir alıp içinde bulundukları durumu halkla paylaşmadıklarını, bunu yapan ülkelerde işlerin düzelmeye başladığını söyledi. Babacan, ''İngiltere'de bir toparlanma var. İngiltere risk göstergeleri Avrupa'da en düşük ülkeler arasına girmiş durumda. Çünkü bugünkü hükümet gelir gelmez 70 küsur maddelik bir tedbir rakamı ile gereken ne varsa yaptı'' dedi.

'Risk algılamasında ciddi bozulmalar var'

Risk algılamasında ciddi bozulmalar olduğunu ifade ederek Portekiz'e dikkati çeken Babacan, Portekiz'de ciddi bir hareketlenme olduğunu, İtalya'nın risk göstergelerinin bir türlü düzelmediğini, Fransa'nın da risk göstergelerinin ciddi ölçüde yükseldiğini vurguladı.
Babacan, şunları kaydetti: ''Almanya, Fransa sık sık bir araya gelerek, liderler ortak görüntü vererek, sanki 'biz iki merkez ülkeyiz, biz ikimiz sağlamız, diğerlerinin sorunlarını çözmeye çalışıyoruz' gibi bir görüntü oluşturmaya çalışırken gerçek durum yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Şu anda sorun yaşayan 5 ülke, Yunanistan, İrlanda, İtalya, Portekiz ve İspanya'nın Avrupa'daki bankacılık sistemine olan toplam tahvil borcu 2,1 trilyon avro. Bu borcun yüzde 23'ü Fransa'ya ait. İkinci sırada Almanya var. Aslında bu Fransa ve Almanya niye bu kadar çabalıyor bir şeyler yapmak için, bu tablo belki daha iyi gösteriyor. Yüzde 40 gibi bir rakam bu iki ülkenin bankalarının elinde. Bu 5 ülkeyle ilgili çıkabilecek herhangi bir sorun, Fransız ve Alman bankalarını ciddi ölçüde etkileyecek sonuçlara ulaşabilir.''

'Devlete olan güven işin temeli'

Türkiye'de kriz öncesi yaptıkları çalışmaları da anlatan Babacan, Türkiye'deki siyasi istikrarın, güçlü bir siyasi iradenin kriz döneminde aldıkları kararlarda, attıkları adımlarda büyük rol oynadığını, gerekeni korkmadan yapabildiklerini, korkmadan adım atabildiklerini, cesur kararlar alabildiklerini belirtti. Devlete olan güvenin işin temeli olduğunu belirten Babacan, ''O ülkenin devletine olan güven sarsılırsa o ülkede iş yapan şirketler ya da finans kuruluşlarının sağlam olarak, istikrarlı bir şekilde işlerine devam etmesi mümkün değil. Devlete olan güveni sağlam tutalım ki asıl özel sektör için öngörülebilir, iyi bir iş ortamı oluşturalım'' dedi.

Orta vadeli programda ihtiyatlı şekilde 2011'de yüzde 7,5'luk büyüme öngördüklerini, ancak yüzde 8'i de geçen bir büyüme ile bu yılı kapatmış olacaklarının görüldüğünü ifade eden Babacan, şunları kaydetti: ''2012 ile ilgili farklı senaryolar düşünülebilir. Avrupa'da ne olacağı ile ilgili farklı tablolar karşımıza çıkabilir. Ama biz şöyle ya da böyle bugünkü tablonun bir şekilde sürdürüleceği varsayımı ile 2012 yılında yüzde 4'lük bir büyüme olacağını tahmin ediyoruz. Tabii Avrupa'da işler kötüye giderse bu rakamın aşağıya doğru revize edilmesi lazım. Avrupa'da birden, bir toparlanma, iyi kararlar alınmaya başlanırsa da bu rakamı yukarı doğru revize etmek lazım. Ancak şuna dikkatinizi çekmek istiyorum ki yüzde 7,5-8'den 4'e inişi bazen daralma diye sunuyorlar, 'geriye gideceğiz, işler 2011'den daha kötü olacak gibi bir algı var. Bunlar büyüme hızları. 2012 yılı 2011'den daha iyi bir yıl olacak her açıdan. Ama 2010'dan 2011'e geçerkenki o hamleden belki biraz daha yavaş bir şekilde daha iyiye doğru gideceğiz. Sonuç bundan ibaret. Geçen seneye göre daha düşük büyüme, işlerin daha kötü olacağı değil yine de daha iyi olmaya devam edeceği, ama artış hızının belki biraz düşeceğini gösteriyor.''

 

'Etkilerin geçici olduğunu düşünüyoruz'

Türkiye'nin faiz dışı fazla üretebilen ender ülkelerden biri olduğunu kaydeden Babacan, faiz dışı fazlanın bundan sonraki dönemde de artmaya devam edeceğini, Türkiye'nin bütçe açığında pek çok ülkeyle mukayese edildiğinde çok çok iyi bir noktada bulunduğunu ve eğilimin aşağı doğru olduğunu anlattı.

Babacan, enflasyonda genel trendin aşağı doğru olmasını öngördüklerini ifade ederek, geçici etkilere değindi ve ''Etkilerin geçici olduğunu düşünüyoruz. Çünkü temelde hala ekonomide bir çıktı var. Çıktı açığının devam ettiği bir ortamda enflasyonun da temel problem teşkil etmeyeceğini düşünüyoruz. Tabii orada bir boş verme yok, göz ardı etme yok. Kuşkusuz çok ciddi bir şekilde para politikaları enflasyon odaklı olmaya devam edecek'' diye konuştu.

Kredi hacminde artış yaşandığını, bu yılın ortalamasını yüzde 15 civarında beklediklerini kaydeden Babacan, cari işlemler dengesinde en kötünün geride kaldığını, cari açığın kendisinde ve finansman yapısında da önümüzdeki dönemde daha iyi bir tablo görmeyi beklediklerini söyledi.
 

'Günün gereği neyse yapılıyor'

Ali Babacan, mali disiplinde kararlılığın devam edeceğinin altını çizerek, şöyle devam etti: ''Para politikamız, makro ihtiyati tedbirler, mutlaka günün gereği neyse o yapılır. Merkez Bankası ağırlıklı olur ama BDDK'nın da desteğiyle bu politikalar uygulanıyor. Günün gereği neyse yapılıyor. Bu da bu şekilde devam edecek. İhracat pazarlarının çeşitlendirilmesi çok çok önemli. Nükleer enerji, yenilenebilir enerji, enerji verimliliği çok önemli konularımız. Enerjide dışarıya çok bağlıyız. Bu da bizim cari açığı yüksek tutan en önemli konulardan birisi. Yerli kaynaklara ve fosil haricinde kaynaklara mutlaka yönelmemiz gerekiyor. ARGE ve inovasyon... Bugün harcayacağız ama ileride bunun karşılığını alacağız. TÜBİTAK yeni bir yapılanmaya gidiyor. Yeni başkanımızın tamamen odağı, araştırma-geliştirme ile asıl sanayiyi nasıl buluşturacağız. Tamam para harcıyoruz da sonucunu nasıl alacağız? Tamamen bir strateji değişikliği yapılıyor şu anda TÜBİTAK'ta. Artık, bilim ve araştırmayla uygulamayı yan yana koymamız gerekiyor.''

Yapısal reformların özellikle işgücü piyasasında önemli olacağına işaret eden Babacan, yargı reformları dahil, yatırım ortamının iyileştirilmesiyle ilgili olarak bir yasa paketi hazırladıklarını, bunu Meclis tatile girmeden geçirmek istediklerini söyledi. Babacan, yeni teşvik sisteminin önemini vurgulayarak, ''Yeni teşvik sisteminde bölgesel perspektifimiz kalıyor, özellikle az gelişmiş bölgelerimizi desteklemek için, ancak stratejik yatırımlar ve yüksek teknolojili yatırımlar diye 2 yeni teşvik alanı oluşturuyoruz. Onun haricinde yapıda çok büyük değişiklik yok. Oranlar biraz değişiyor, günün gereği sektörler değişiyor. Stratejik dediğimiz sektörlerde ve yüksek teknoloji dediğimiz sektörlerde daha derinleştirilmiş teşvikler söz konusu olacak. Teşviklerin de daha kısa zamanlarda nakit dönüşünün yatırımcılara sağlanmasıyla ilgili bazı düzenlemelere gidilecek. Bunun detaylarını birkaç haftaya kadar açıklayacağız'' diye konuştu.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler