Doğu'nun Cazibesi

İstanbul Pera Müzesi'nde düzenlenen Britanyalı oryantalistler sergisi nedeniyle yayımlanan ve uzman bir yazar kadrosunun farklı açılardan inceleme yazılarını içeren Doğu'nun Cazibesi, son yıllarda İstanbul'daki sergi mekânlarına birbiri arkasından taşınan oryantalist sanat ürünlerine bir yenisini eklemiş olmakla kalmıyor, oryantalizme 'nasıl' bakılması gerektiği konusuna da açıklık getiriyor.

Doğu'nun Cazibesi
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 20.11.2008 - 11:53

Doğu dünyasının batılılar gözünde bir çekim merkezi olduğu 18. ve 19. yüzyıllarda, giderek söylentilerden bizzat edinilmiş 'gerçek' izlenimlere doğru kayarak, sanatta ve edebiyatta oryantalist bir hareketin oluşumuna yol açmasında çok yönlü etkenlerin payı bulunduğu kuşku götürmez. Filistin asıllı yazar Edward Said'in bu etkenleri siyasal nedenlere bağlaması, akımın giderek yaygınlaşan görüntüsünü, bir parça gözden düşürmüş olduğu söylenebilirse de özellikle akıma mensup Batılı sanatçılara ait resimlerin sanat pazarlarında yüksek fiyatlarla el değiştirmeye başlamasından sonra yeni bir talep ivmesi kazanmış ve oryantalist sanat kavramı, teknolojik gelişmelerin hayal dünyasını sınırlamasından bunalan meraklıların önüne nostaljik bir evren tablosu açmıştır. Said'in yorumuna alternatif bir görüş açısıyla yaklaşan D. Rosenthal, 1980'lerin başında Fransız oryantalizmini incelerken siyasal kullanımlarla yeniden değerlendirmekten kaçınacaktır. Yine Said yanlısı bir başka görüş aynı yıllarda devreye girecek, L. Nochlin bu bağlamda ressamların 'iktidar yapıları'nı göz önüne almak gerektiğini vurgulayacaktır. Onu izleyen başkaları da olacaktır kuşkusuz.Bu yeni evren tablosu, eski 'şarkiyat' uzmanlarının Doğu kültürünü inceleme alanı yaptıkları kuru bir bilgi yığını sunmaktan çok, geride kalmış somut yaşam sahnelerinin gözleme dayanan görüntülerini bir ya da iki yüzyılın gerisinden bugüne taşır. Bir yandan da eski yaşama özlem duyanların gönlünü sıcak tutacak bir ışık barındırır içinde. Fransızlardan İtalyanlara, Hollandalılardan Britanyalılara, buharlı makinelerin ve deniz yolu taşımacılığının gelişmesi, diplomatik ilişkilerin sıklaşması sonucu orta ve yakındoğuya seyahat edenler için üç önemli merkez vardı: Bu merkezlerden biri, kadim ortaçağdan bu yana Hıristiyanların dinsel emelleri için vazgeçilmez bir kent olan Kudüs, diğer ikisi ise İstanbul ve Kahire'dir. Geç döneme gelinceye kadar Osmanlı'nın egemenliği altındaki toprakların üç büyük metropolüdür bu kentler, ötekiler, çemberi tamamlayan ve ilginin ikinci planda bütünleyicisi olan daha küçük merkezlerdir. Din, ırk ve toprak üçgeninde anlam taşıyan bütün bu yerlere uzanarak Doğu'yu keşfe çıkanlar, bu çekimli geziler boyunca görüp yaşadıklarını edebiyatın ya da görsel sanatın malzemesiyle değerlendirirken, yaşadıklarından az ya da çok etkilenmiş oluyorlar; belki bir daha ziyaret etmeleri mümkün olmayan bu topraklarda tanık olduklarını ebedileştirmenin hazzını duyuyorlardı.

 

Oryantalizme bakmak

Kısaca Batılı ressamları iki yüzyıldan fazla bir zaman içinde Doğu dünyasından aldıkları esinlerle resim üretmeye yönlendiren nedenler, belki de yakın dönem sanat tarihinin en karmaşık konuları arasında ilk sırayı almaktadır. 18. yüzyılda Boğaziçi ressamlarıyla başlamış olan bu iletişim, A. Boppe'un ünlü kitabında dökümü yapılan gelişmelerin bir ard sürecini oluşturur.İstanbul Pera Müzesi'nde düzenlenen Britanyalı oryantalistler sergisi nedeniyle yayımlanan ve uzman bir yazarlar kadrosunun farklı açılardan inceleme yazılarını içeren kapsamlı kitap (Doğu'nun Cazibesi) son yıllarda İstanbul'daki sergi mekânlarına birbiri arkasından taşınan oryantalist sanat ürünlerine bir yenisini eklemiş olmakla kalmıyor, oryantalizme 'nasıl' bakılması gerektiği konusuna da açıklık getiriyor.Derli-toplu bir kaynakça çerçevesinde kitaba yazılarıyla katkıda bulunan uzmanların görüşlerini belli bir perspektif üzerinde toparlamak mümkün: Adına 'Doğu' denilen yer neresidir ve bu yerin Akdeniz çevresini kuşatan coğrafi konumuna Britanyalı ressamlar açısından bakıldığında, onu öteki oryantalizmlerden ayrılan yönleri nelerdir? Böyle bir tespit, dışardan bakıldığında içerdikleri konular nedeniyle ortak bakış açılarını yansıtan değişik ülke sanatlarının, aslında farklı oryantalizmleri düşündürmesi gerektiği gerçeğini ortaya koymaktadır. Örneğin Nicholas Tromans, Britanya oryantalist resmi üzerine yorumlarında, Kahire merkezli ilginin 1840'larda dönemin siyasal yapısıyla biçimlendiğine ve 'kategorik' anlamda doğu kavramıyla ilgili sanatsal eylemleri, meslek çıkarlarının belirlediğine değiniyor. Yararlı bilgiyi yayma yönündeki çabalar da bu eylemin sınırlarını çizen etkenlerden biriydi. Portre, gündelik yaşam ve manzara, kitapta tematik yönden incelenen ana başlıklar olarak, bu yararlı bilgiyi sağlayacak kaynaklardır. Birer 'tanıklıklar dizisi' oluşturur bu kaynaklar. Öte yandan İngiliz sanatında özel bir yeri bulunan suluboyanın, Lewis gibi bu dalda ustalaşmış bir sanatçıyı oryantalizme kazandırmış olması da ayrıca önemli. Uzun yıllar Kahire'de yaşayan bu ressamın, Osmanlı sultanlarının hısımları olarak Mısırlı hidivlerle yakın bağlar kurmuş olması da...John Frederick Lewis'e özel bir yer ayırmakta haklıdır bu bakımdan Emly M. Weeks. Kitapta yer alan yazısında, onu, Viktorya döneminin gözdesi haline getiren ve kraliyet akademisi üyeliğine yükselten olguları, daha önce Montagu'nun anılarıyla açılmış olan gelişmelere ve sanatçının titiz işçiliğine bağlıyor.Kitabın en ilginç bölümü, Fatema Mernissi'nin Britanyalı ressamları karanlıktan kaygılanmayı bırakıp onu sevmeyi öğrenmeye yönlendiren 'semer' estetiği üzerine yazdıklarıdır. Arapça 'mehtapta konuşmak' anlamına gelen bu kavram, oryantalist resim söz konusu olduğunda devreye girmektedir. Ona göre Britanyalı ressamlarda, koyu renk duygusu ile gizemli 'öteki'ne açılmanın zevki ve bu arada ay ışığının coşkusunu duymak iç içe geçer ve büyüleyici bir sonuç yaratır bu. Onların Müslümanlar gibi 'semer'i yücelttikleri kanısındadır yazar.

 

'Gezginler ve modeller'

Köklü bir geleneği bulunan portreciliğin, İngiltere'de oryantalist akımla yeniden ve farklı bir konumla güncellik kazandığına tanık oluyoruz. 'Doğu'nun Cazibesi' sergisinde, bir yandan yerel giysiler içindeki Osmanlı tipleri yer alırken, bir yandan ve daha da önemlisi yerel giysilere bürünmüş Batılı seçkinler dikkat çekmektedir. Christine Riding 'Gezginler ve Modeller' başlıklı incelemesinde bu konuya açıklık getirmekte ve Batılı gezginlerin büyük bölümünün 'işe yararlık, rahatlık ve kişisel tatmin gibi gerekçelerle' Doğu giysilerini benimsediklerine değinmektedir. Yazara göre yabancıların bu tür giysileri olmasa kendi ülkelerinde ilginç karşılanmazlardı. Osmanlı'nın başkenti İstanbul'da Batılı diplomatların, tacirlerin ve gezginlerin yerel giysilerle dolaşmaları, kendilerini güvende hissetmelerini de sağlamaktaydı. Liotard'ın o giysilere bürünmüş olanları konu alan portrelerinin bu yolu açtığını söylemek mümkün. Giysilerin baskın popülerliğine yazısında örnekler veriyor araştırmacı. Bunlar arasında belki de en ilginç örnekler, Arap giysileri içindeki Albay Lawrence ve Thomas Philips'e ait Lord Byron portresidir.Kahire'de ve İstanbul'da gündelik yaşamın yansıtıldığı resimleri incelediği yazısında Nicolas Tromans, erken 19. yüzyıl Britanya sanatında bu türden konuların 'merkezi' bir yeri bulunduğu görüşündedir. Bu format, modern toplumun kendini betimlemeye ve anlamaya çalıştığı bir formattır. Temel kurallarını öğrenmenin kolay olduğu gündelik yaşam sahneleri, Doğu dünyasının bilinmeyen yönlerini tanımakta ise etkileyici olacaktır. Tarihsel perspektif içinde Doğu'nun doğasını betimleyen resimler, gündelik yaşamla birlikte yansıtılır genellikle. Yazar, örneğin Lewis'in bir Mısır manzarası 1850'lerde Londra'da sergilendiğinde John Ruskin'den büyük övgü aldığına değiniyor.Aynı yazar Batılıların gözünde her zaman ilginçliğini korumuş olan Harem konulu resimler üzerinde dururken, bu resimlerin oryantalist imgeler bütününün belirleyici kategorisi olduğuna vurgu yapmaktadır. Montagu'nun mektuplarıyla başlayan bu kategoriye özgü resimler, görülmesi 'caiz olmayanın' sergilenmesine olanak verirken, Batılının gözünde merak konusu olagelen bir perdeyi de aralamaktaydı.. W.H. Hunt'ın 1850'lerde yaptığı resimler, bu konunun 'retorik görsel bir eşdeğeri'ni ortaya koymuştu. Harem konusunu kuşatan imge ve temsiller, her zaman 'net bir nesnellik' yansıtmaktan uzak kalmışsa, bunun nedeni konunun gözleme kapalı, hayal dünyasını işletmeye elverişli olmasıdır.Tromans'ın başta Kudüs olmak üzere kutsal kent olgusu üzerine oryantalist paradigmayı irdelediği yazısıyla kitap, son buluyor. Seddon ve Hunt gibi ressamlarda erken örneklerini bulduğumuz kutsal kent imgesi, Britanyalı oryantalistleri Doğu'ya çeken ana unsurların başında gelmekteydi. Sergi eşliğinde kalıcı bir başvuru kaynağı olarak kitaplıklarda yerini alacağı kuşku götürmeyen Doğu'nun Cazibesi, özellikle oryantalist sanat konusunda araştırma yapacak olanları yakından ilgilendirecektir.

Doğu'nun Cazibesi, Britanya oryantalist resmi, ('The Lure of the East') Sergi Katalogu, Pera Müzesi Yay, 31, 360 s. Eylül 2008, İstanbul.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon