Dokuz cinayette Türkiye
Gazeteci Ayşe Önal cezaevlerini dolaşarak, "planlı" namus cinayetlerinin anatomisini çıkardı. Yedi bölgeden 50 mahkûmla görüşüp, "Namus Cinayetleri" kitabında dokuz hikâye anlattı.
27 ülkede yayınlandıktan sonra nihayet Türkiye’de de basılan kitabı okumak cesaret işi, sindirmekse zor. Ama görmezden geldikçe, kabul ettikçe ulusal spora dönüşen kadına şiddet gün geçtikçe artmaya devam ediyor.
Namus cinayetleri dehşetin anatomisi
“Tanrı karşısında günahkâr, adalet karşısında suçlu, vicdanım karşısında sorumluyum. Bütün hayatım boyunca bu yükle yaşayacağım.” Bu sözler “namus” nedeniyle annesini öldüren Murat’a ait. Kim mi Murat? Bu coğrafyadaki çarpık zihniyet ve baskı nedeniyle annesini, kız kardeşini gözünü kırpmadan öldüren yüzlerce “katil”den biri. Belki de hem katil hem de maktul. Gazeteci Ayşe Önal cezaevlerini dolaşarak, “planlı” namus cinayetlerinin anatomisini çıkarmış. Yedi bölgeden 50 mahkûmla görüşüp, “Namus Cinayetleri” kitabında dokuz hikâyeyi anlatmış.
Ulusal spora dönüşen kadına şiddet gün geçtikçe artmaya devam ediyor. “Lekelenen şerefler” tasarlanarak, planlanarak kanla, ölümle “temizleniyor”. Bu vahşet kişisel cinnetten öte ne yazık ki toplumsal bir öğreti, dayatma ve katilin de içinde bulunduğu amansız bir girdap. Hem de azalmak yerine büyüyor, “medeni” dediğimiz büyük şehirlerin kalbine kadar gidiyor. Okumuşu, okumamışı, eğitimlisi, eğitimsizi de fark etmiyor. İşte Ayşe Önal tek tek cezaevlerini dolaşıp bu cinayetleri işleyen mahkûmların gözlerinin içine baka baka hikâyelerini dinlemiş ve kaleme almış. Kitabının adı “Namus Cinayetleri”. Okumak kolay değil, sinirleriniz sağlam olmalı. Ama gerçeklerle olabildiğince sert bir şekilde yüzleşmeden bu vahşetin durdurulması için adım atılamayacağı da ortada.
- Şiddet ve cinayet iç içe, son yıllarda da büyük bir ivme kazandı. Namus cinayetlerindeki artışın temel nedenleri neler?
- Toplum kendini rahat hissettiği konularda daha özgür davranıyor. Toplumda genel anlayış ve değer yargıları, yaptığının doğru olduğunu hissettiren mahalle onayı verince, şiddet bir kötülük (ya da suç, ya da günah) olmaktan çıkıyor. Hangi değer sistemi davranışları belirleme gücüne sahipse o açıdan bakıp bir rahatlama hali görülüyor. Bu da, bu değer sistemine göre dünyayı algılamayanlara tuhaf görünüyor. Bence kendi içinde tutarlılığı olan bir toplumsal bakış. Kapalı toplumda kadın iffetli olmak kuralına sadık olmak zorundaysa, bunu bozduğunda bir ceza karşılığı olması gerekiyor.
- “Şeref korumak” ve “namus” adına serinkanlılıkla plan yapan ve can alanlarla konuştunuz. Bu yola çıkmadan önce nasıl bir ruh halini kuşandınız?
- Doğrusunu isterseniz ilgi çeken bir ruh haliyle yola çıktığımı düşünmüyorum. 2004’te Kuzey Irak’tan İstanbul’a dönmek üzere Mardin’den geçiyordum. Yalım kasabasında, tam da o gün Şemse Allak ve birlikte yaşadığı sevgilisi bütün bir kasaba tarafından linç edilmişlerdi. “Sevgilisi” tanımını kullanınca hatırasına saygısızlık yapmış oluyorum ama başka deyim bulamadım. Çünkü eşi desem ya da toplumun kabulü dışı durumlarda kadınların korunmak için kullandığı imam nikâhlı eşi desem o zaman öldürülmesi için bir neden kalmıyor. Hatta sevgilisinin yanlışlıkla öldürüldüğü ve asıl ahlaksız olan ve adamı yoldan çıkaran hamile Şemse’nin sağ kurtulduğunu anlatıyorlardı. (Şemse birkaç ay sonra hastanede öldü) Çatışma ve savaşlardan geçmiş kameramanım bile şok geçirmişti. Benim gibi toplumun en altından gelmiş birisi için bile yabancıydı bu linç. Benim bildiğim evin büyük oğlu gider öldürür, evin küçük oğlu da cezada yaş indiriminden yararlanmak için gider teslim olurdu. Savunmasız hamile bir kadını topluca linç etmekte nereden çıkmıştı ve ben bu linçe katılanlarla aynı ülkede yaşıyor olamazdım. O gün bu meseleyi derindeki kodları ile anlamak için yola çıktım.
Ezik, mağrur, yalnız ve pişman!
- Cezaevlerindeki mahkûmlar, en yakınlarını gözünü kırpmadan, düşüne taşına öldürmüşler. Konuşma isteğinizi nasıl karşıladılar?
- Katilleri savunmaktan itham edileceğimi bile bile hemen düzeltmek istiyorum. Bence gözlerini defalarca kırpmışlar ve bence düşünüp taşınmak yerine hissettikleri ağır itibar kaybının baskısına teslim olmuşlar. O kadar kolay olduğunu sanmıyorum konuşmanın ama imkânsız bir şeyi başarmış da sayılmam. Ben esmer ve dağınık bir kadınım. Tam da bu özelliklerimden ötürü kapalı topluluklarda yakınlık duygusu uyandırabilen bir yapım var. Ne ilgisi var diye sorarsanız yanılırsınız. Bu kadar kapalı değerlerle yaşayan gruplarda karşısındakini yabancı hissetmemek, dertleşmenin en değerli motivasyonudur.
- Konuştuklarınızdaki genel hissiyat pişmanlık mı yoksa haklılık mıydı?
- Cezaevinde kalma sürelerine ve cinayetten sonra ailenin karşılaştığı çöküntüye paralel olarak duygular değişiklik gösteriyor. Benim için tanım şöyle: Cinayetten önce ezik, cinayet ve dava döneminde mağrur, birkaç yıl sonra yalnız ve pişman.
- Tanıklık ettiğiniz ve kâğıda döktüğünüz hikâyeler uykuları kaçıracak cinsten, kitabı okumak da cesaret ve sabır istiyor. Soru sorarken öfkelendiğiniz ya da korktuğunuz anlar oldu mu?
- Karşımda katı kültürel kodlarla hayatlarını ve başka hayatları yok etmiş perişan insanlar vardı. Nasıl korkabilirim? Ama çok üzüldüğümü hatırlıyorum. İlginç olan, bir erkek olmasına rağmen kameramanım her defasında benden daha çok şaşırdı. Sadece kuzeydeki bir cezaevinde kızını öldürmüş bir baba ile karşılaşınca uzun süre donup kaldığımı hatırlıyorum.
- Bu hikâyelerden en çok hangisi sizi şaşırttı?
- Şaşırttı demeyelim ama en çok üzen annesini öldürmüş ama bu cinayetin baskısı altında bütün dünyaya bakışı değişmiş Murat beni çok etkiledi. Hatta yurtdışındaki pek çok konferansı onun cümleleri ile açmayı gelenek haline getirdim; “Tanrı karşısında günahkâr, adalet karşısında suçlu, vicdanım karşısında sorumluyum. Bütün hayatım boyunca bu yükle yaşayacağım.”
- Bu öyküleri kâğıda dökerken yazmadıklarınız, yazamadıklarınız da oldu mu?
- Evet , görüştüğüm 50 mahkûmdan sadece dokuzunun hikâyesi var. Bir kısmı hiçbir şekilde yazılmamak üzere kapalı kamera ile görüştü. Bir kısmı doğrudan reddetti ama daha sonra çağırıp dertleşti. Bir bölümü de kitabı “hafif” bırakmak için yazılmadı.
- Dünyada 27 ülkede yayımlanan “Namus Cinayetleri” neden en son Türkiye’de yayımlandı?
- Bilmem, bizim derdimiz değil diye düşünmüşlerdir. Zaten kitabın İngilizcesini Refik Erduran okuyunca üniversiteye teklif etmiş ve yabancı yayıncımla görüşmüşler. Yani basılmasının da benimle bir ilgisi yok.
Kanun, kural, hepsi hikâye
- Bu coğrafyanın farklı bölgelerinde pek çok benzer hikâye var. Tüm bu çalışmaların sonucunda dehşetten arınmak ve bu cinayetlerin önüne geçmenin ipuçlarını yakalayabildiniz mi?
- Elbette! Kanunu ağırlaştırıp, insanları daha da sıkıştırıyorsunuz. Bu ülkede çok dindar olmak şu anda çok moda ama benim moda ile hiç ilgim yok. Ama eğer bu insanlar kutsal kitabın kendilerine emrettiği şeyi yaptıklarına inanıyorsa, bu cinayetten sorumlu olan din adamının ortaya çıkıp “bizim kutsal kitabımızda böyle bir emir yoktur” diyebilmesi lazım samimiyetle. Yani bir fani ne diye kutsal kitabın kutsal emri dururken kul eliyle yazılmış kâğıt parçasına itaat etsin ki! Dolayısı ile biz değil din adamlarının çalışması lazım. Hukukçular beni “dövecekler” ama kanun, kural, hukuk hepsi hikâye.
En Çok Okunan Haberler
- Op. Dr. Dericioğlu başında poşetle ölü bulundu
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- 500 bin TL'nin aylık getirisi belli oldu
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- Suriye'de herkesin konuştuğu ölüm listesi
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- Erdoğan'dan işgale 'isimsiz' tepki
- Suriye'nin yeni başbakanından ilk açıklama