Egemenlik Tanrı'ya Aitse Kullara Ne Oluyor?

Egemenlik Tanrı'ya Aitse Kullara Ne Oluyor?
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 07.08.2009 - 05:56

Tekelci kapitalist sistemin kanı, bin bir çeşidiyle pazarda dönen meta, mal ve para olduğuna göre, bu mekanizmayı ayakta tutacak güçler de gerekli değil mi? Zamanın birinde bunlara köle deniyordu, ortaçağda serf oldular, kul oldular, kapitalizmin son çağına yaklaşırken ise tanımları “özgür işçi”. Öyle ki, üretimde, tüketimde, tasarrufta, üremede, kısaca mekanizmayı işleten her şeyde “özgür” günümüzün sisteminde yaşayan insanlar.

Dünden bugüne din ve siyaset süslü sözlerle, kandırmacalarla, yalanlarla, katliamlarla dolu iki kurumdur. Hangi ülkede olursa olsun bu tür kurumlar sürekli iyilik, barış, esenlik adına yola çıkarlar, ama ya savaş ve felaketlerle son bulur, ya da kılık değiştirerek yola devam ederler. Milyonlarca insan; sömürü, ter, kan, cesetler üzerine kurulu bu iki kuruma sanki büyülenmişçesine sıkı sıkıya bağlanırlar nedense. Mısır’da piramitler belki de bu ilişkiyi ebedi kılmak için yapılmış olsa gerek. En uçta bir veya birkaç kişiden oluşan zümre için milyonlarca insan hayatını çarçur edebilir. İki bin yıl önceki Sezar’ın “ekmek-oyun-kamçı” üçlemi prensip olarak günümüzde de geçerliliğini koruyor. Bir gladyatör arenası ile günümüzdeki bir futbol sahasını düşünelim.

Yakın tarihte: Fransız Devrimi ile ortaya çıkan ve geçen yüzyılda kimi ülkelerde kanibalizme varan milliyetçi akımlarda biçim değişikliği görülse de öz halen korunuyor. Bu tür milliyetçiliği kimlerin peydah ettiği, niçin ve nasıl desteklediği de aslında ayan beyan. Halklar, hadi diyelim, bir veya birkaç kuşak, egemen (ya da kendini egemen sanan) kesim tarafından yapay bir tarih ile avutulabilir. Ama kimi yalanların binlerce yıl sorgulanmadığına bakılırsa, kuyruklu yalanların herkesçe kabul gören doğrular olmaya başladığı da görülür: Vatikan bunlardan biriyse Diyanet bir diğeri; Roma-Bizans biriyse Osmanlı bir diğeridir.

Gelecek birkaç on yılın içinde dünyadaki ulus devletleri nasıl değişecek? Bunu şimdiden kestirmek pek kolay değil, ama zor da değil: En geç insanoğlu Mars’a ayak bastığında; din, dil, ulus, vatan, bayrak, sınır gibi ideoloji ve barikatlar belki biraz daha zayıflayacak. Belki demek zorundayız, çünkü insanoğlunun aya adımını attığı 40 yıldan beri hiç de öyle olmadı. Milliyetçilik zayıflayacak olsa, 40 yıldır Almanya’da yaşayan bir TC vatandaşının ailesini yanına sorunsuz getirebilmesi, 7.5 milyon insanın en az yerel seçim hakkının olması, diğer yanda TC hükümetlerinin ve din kurumlarının vatandaşlarına sağmal inek ya da sürü gözüyle bakmaması gerekirdi. Hani kişinin gerçek özgürlüğü vardı? Hani vatandaşlık bir üst kimlikten ibaretti?

Dünyalı olma çabası

Son yılların Avrupası bundan yirmi yıl öncesinin Avrupası değil. Büyük sermaye ve üretim şirketlerinin -bunların komutasında din ve siyaset kurumlarını etkin kullanan kesimlerin- baskısıyla, ulus devletleri; sınırları ortadan kaldırmaya, ulusçu olmaktan ziyade Avrupalı hatta dünyalı olmaya çabalıyorlar. Ekonomi ve ticaret alanlarında bu çoktan gerçekleşmiş durumda.

Çokuluslu şirketlerin nasıl yeşerdiklerini ve dünyanın her yanına dal budak saldıklarını, bunu yaparken de dil, din, millet, toprak, sınır gibi kavramları hiçe saydıklarını elbirlik izliyoruz. Bu gelişmelerin burjuvanın devrimci nitelikleri mi yoksa talan projeleri mi olduğu da çok geçmeden (en geç her iki Çinliden birine otomobil satıldığı zaman) ortaya çıkacak sanırız.

Dünyayı 1945 yılına kadar en az iki defa barbarca uçurumun kenarına getiren güçlerin de şimdiki egemenler olduğu düşünülürse, burjuvanın bir özel karakterini, yani günümüzdeki “barış” zorlamalarını da pek göz ardı etmemek gerekir. Tarihten ders almak bu olsa gerek: Ölü insan nasıl tüketici, üretici ya da tarikatçı olsun ki? İnsanın bu rolleri kazanması ya da kaybetmemesi için bir defa yaşaması gerekir. Çokça üremesi gerekir. Ama, hele de aç ve yoksul olması gerekir.

Tekelci kapitalist sistemin kanı, bin bir çeşidiyle pazarda dönen meta, mal ve para olduğuna göre, bu mekanizmayı ayakta tutacak güçler de gerekli değil mi? Zamanın birinde bunlara köle deniyordu, ortaçağda serf oldular, kul oldular, kapitalizmin son çağına yaklaşırken ise tanımları “özgür işçi”. Öyle ki, üretimde, tüketimde, tasarrufta, üremede, kısaca mekanizmayı işleten her şeyde “özgür” günümüzün sisteminde yaşayan insanlar. Al sana bir kuyruklu yalan daha. Bir yanda öküz kağnısı çağından uzay çağına kadar olan süreç bir insan ömrüne sığacak kadar hızlanmış, diğer yanda kimi toplumsal olaylar sanki hiç değişmeyecekmiş gibi geliyor insana: Mesela Tanrı ile kul ve emek ile sermaye arasındaki ilişki. Sanki fısıldayan bir ses her insanın kulağına tek tek şöyle diyor: Egemenlik Tanrı’ya aitse onu ben yaratırım, sen kul olduğunu bil yeter!


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler