Erdoğan’ın aba altından sopası

“Türkiye’de 80 bin Ermeni var, bunların 40 bini vatandaşımız, kalan 40 bini yoksulluk yüzünden Ermenistan’dan geldi ve biz bunları sınırdışı etmedik”

Erdoğan’ın aba altından sopası
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 24.04.2015 - 14:08

19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Anadolu inanılmaz bir demografik altüst oluş yaşadı. Kaybedilen savaşlar ve Çarlık Rusyası’nın Kafkasya’da genişlemesi sonucu hem Balkan hem de Kafkas topraklarından Anadolu’ya devasa bir göç meydana geldi. Yüz binlerce insan açlık, hastalık ya da kırımdan öldü. Benim atalarımın bir kısmı Balkan, bir kısmı da Kafkas göçmeni. Ölmeden öldürülmeden bu coğrafyaya ulaşabildiler ancak yüz binlerce Müslüman onlar kadar şanslı değildi.

 Madalyonun bir de diğer yüzü vardı. İkinci Abdülhamit döneminde başlayan (1894-1896) kesintili Ermeni katliamlarının 1915’te apansız doruğa ulaşması, yüz binlerce Ermeni’nin Anadolu’dan zorla göçertilmesi ve daha az sayıda olmayan Rum ve Süryani’nin de benzer muameleye maruz kalması.

Halk arasında kuşaktan kuşağa aktarılan hikâyelerle, şu veya bu devlet ne derse desin toplum belleğine Ermeni kırımı olarak yerleşmiş 1915-16 etnik temizliğinde ölen insanların sayısına dair kimi tahminler 1 milyon rakamını zorlamaktadır. Öte yandan Anadolulu Müslüman nüfusun yüzde 18’inin de 1914 ile 1922 arasında, savaş koşullarında öldüğü tahmin edilmektedir. Çağlar Keyder’in ifadesiyle “Türkiye’nin 1913’teki nüfusunun dörtte birinden biraz fazlası 1925’e gelindiğinde artık yoktu: Müslüman nüfusun beşte bire yakını ölmüş, gayrimüslimlerin ise sadece sekizde biri ülkede kalmıştı”.

Benim gibi ataları büyük acılar yaşayarak komşu diyarlardan Anadolu’ya sürülmüş milyonlarca Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı, Ermeni halkının Büyük Felaket’i (“Medz Yeğern”) ile empati kuramayacak da kim kuracak… Avrupa Parlamentosu mu yoksa Vatikan mı?

Ne yazık ki Türkiye’yi yöneten hükümetlerin 1970’lerden bugüne süren inkârcı tutumu dış politikada tam bir iflasla sonuçlandı. Muhatap olarak Ermeni diasporası ile Ermenistan’ın alınmaması ve bir diyalog arayışına gitmek yerine katı inkârcılıkta ısrar edilmesi sonucu, Türkiye devleti yıllardır arzu etmediği yabancı parlamento kararlarına muhatap oluyor.

 Erdoğan’ın aba altından sopası

AKP hükümetinin geçen yıl ve bu yıl yayınladığı mesajda 1915’te ölen Ermeniler için taziyede bulunulması görece olumluydu. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın (Türkiyeli Ermenileri eşit yurttaş olarak görmediğini de belli eder biçimde) mealen “Türkiye’de 80 bin Ermeni var, bunların 40 bini vatandaşımız, kalan 40 bini yoksulluk yüzünden Ermenistan’dan geldi ve biz bunları sınırdışı etmedik” diye aba altından sopa göstermesinin hiç de iyi niyetli olmadığı açıktır.

Bu noktada “medeni” yaklaşım pek çok meselede olduğu gibi yine CHP’den geldi. Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun yazılı açıklamasında (16 Nisan) şu ifadelere yer verildi:

“1915 yılında gerek Ermenilerin, gerek Müslümanların hafızasında büyük bir travmaya neden olan bir trajedi, büyük bir felaket yaşanmıştır (…) Geçmişte yaşanan acı olayları günlük siyasi hesaplara, önyargılara kurban etmeden soğukkanlılıkla değerlendirmek ve iki toplum arasında yeniden köprü kurulmasına katkı sunmak herkesin görevidir. Elbette geleceğin barış içinde kurulması, geçmişin unutulmasını değil, tam aksine yaşanan trajedilerle samimiyetle yüzleşilmesini gerektirir”.

Açıklamada “1915'te yaşanan acı olayları, 1915'te henüz kullanılmayan bir kavram olan soykırım sözcüğüne hapsetmek (…) kavramsal olarak yanlıştır” ve “Yaşanan trajedilerle yüzleşmenin yolu siyasi bir tavır almak uğruna çok boyutlu bir tarihi trajediyi soykırım kavramına hapsetmek değil, tarihi gerçeklerin kompleksiz, objektif biçimde tarihçilerce bilimsel yöntemlerle ele alınmasını sağlamaktır” da denildi.

Fark gece ile gündüz kadar

CHP liderinin açıklamasında işaret edilen, gerçekleri objektif, bilimsel ve komplekssiz biçimde ele alma zorunluluğu ile “benim ecdadım soykırım yapmış olamaz” çocuksuluğu arasındaki fark gece ile gündüz farkı kadar.

Son yıllarda Türkiye kamuoyunda bu konu daha serbestçe konuşulabiliyor (başta Hrant Dink olmak üzere bu yolda bedel ödeyenler de unutulmamalı) ve farklı nitelikteki bilgi ve belgelere erişim arttı. Bunların sonucunda, 1915-16’da Ermenilere yapılanların BM Soykırım Sözleşmesi’nin (1948) ikinci maddesinde soykırım suçunun unsurları olarak belirtilen beş eylem türünden dördünü içerdiği hakikati (ki herhangi birini içermesi yeterlidir) artık çok daha fazla sayıda insanın bilgi dağarcığında.

Öte yandan soykırım, mahkemece sabit bulunması gereken hukuksal bir suç, yani teknik de bir kavramdır. Ruanda’da ve Eski Yugoslavya’da işlenen suçlara bakan BM mahkemelerinden söz gelimi Yugoslavya ile ilgili olanı, 1995’te Srebrenika’da 7 binden fazla Boşnak’ın öldürülmesinin soykırım teşkil ettiğine karar verdi.

CHP’nin resmi açıklamasındaki “1915'te yaşanan acı olayları, 1915'te henüz kullanılmayan bir kavram olan soykırım sözcüğüne hapsetmek (…) kavramsal olarak yanlıştır” ibaresi de soykırımın olgusallığı ile hukuksallığı arasındaki açı farkına işaret eden bir ifade olarak yorumlanmalı. 1915’te işlenen bir suçun 1948’de uluslararası hukuka dâhil olan bir terimle adlandırılmasının uygun olup olmadığı gerçekten de hukukçuların tefsirine muhtaç, teknik bir konudur.

 “Millet” suçlanamaz

Tartışmalı alanlar ne olursa olsun açık olan bir şey var ki soykırım bireysel bir suçtur ve hiçbir halk, hiçbir ulus, hatta hiçbir devlet soykırımcı olmakla suçlanamaz. “Türk milletine soykırımcı diyorlar” tepkisini verenler, eğer demagoji peşinde değillerse, ya eksik bilgiyle konuşuyorlar ya da duygusal davranıyorlar.

Ermeni kırımını uygulayan bir bütün olarak Osmanlı hükümeti değil, Talat Paşa’nın başını çektiği bir iç iktidar çekirdeğidir. Kılıçdaroğlu’nun açıklamasında belirtildiği gibi 1915’te hem Ermenilerin hem de Müslümanların hafızasında büyük travmaya neden olan bir trajedi, büyük bir felaket yaşandı. Komşularını ölümden kurtarmaya çalışan, öksüz ve yetim kalmış Ermeni çocuklarını sahiplenen çok sayıda sıradan insanın yanı sıra tehcir emirlerine direnen Kütahya Mutasarrafı’nı, Kastamonu Valisi’ni, Konya Valisi’ni de tarih kaydetmiştir. 1915 bu insanlar için de zor bir yıl olmuştur.

Son olarak, “Ermeni soykırımı emperyalizmin yalanıdır” benzeri “sol görünümlü” inkârcılığa dair de birkaç kelam etmek gerek. Evet, kapitalizmin ilkel sermaye birikimi için Güney Amerika’da, Asya’da, Afrika’da on milyonlarca insanı yok eden Batılı devletlerin Ermeni meselesindeki “insani duyarlılığı” beni de rahatsız ediyor.

Batı, boğazına kadar kana batmış bir medeniyettir. 1945’te 2 günde Tokyo’da 100 bin insanı uçaklardan atılan yangın bombalarıyla yakan, sonra da Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atan, aynı yıl Dresden’i bombalarken de 2 günde 25 bin sivili öldüren, yakın tarihteyse Irak’ı mahveden ABD’nin devlet başkanının her 24 Nisan’da ne diyecek diye ağzının içine bakılması rahatsız edici.

 Sadece Batılılar tanımıyor

Öte yandan parlamentolarında Ermeni soykırımını resmen tanıyan 20’yi aşkın ülke Batılılardan ibaret değil. Bu ülkeler arasında Rusya da var; günümüzün sosyalist rejimleri olarak bilinen Venezüella ve Bolivya da var; Arjantin, Şili, Uruguay, Lübnan ve son olarak Suriye de var. Bu kadar geniş bir cephe Türkiye’ye karşı birleşmiş olamaz.

Ermeni kırımında emperyalizme pay biçilecekse, 1. Dünya Savaşı sırasında ordusundan maliyesine kadar Osmanlı Devleti üzerinde vesayet kuran Alman emperyalizmine odaklanılmalı. Yer darlığından ötürü detaya giremeyeceğim ama son zamanlardaki akademik araştırmalarda Almanya’nın 1915’teki rolü gitgide daha fazla irdeleniyor. Hatta Çanakkale cephesinin açılması ve buna bağlı olarak İstanbul’un düşme olasılığı üzerine tehciri Almanya’nın planladığına dair görüşler de bulunuyor.

Almanya’nın rolü ne olursa olsun… İşin insani felaket yönü de bir tarafa… Türk ve Kürt egemen sınıflarının (büyük toprak sahipleri ve ticaret burjuvazisi) boşta kalan Ermeni mal-mülküyle semirmesini, diğer yandansa İkinci Enternasyonal üyesi Sosyal Demokrat Hınçakyan ve Taşnaksütyun partilerinin (ki Taşnaklar İttihatçıların yakın çalışma arkadaşlarıdır) Türkiye’den jiletle kazınmasını beraberinde getiren bir süreci “soldan” meşrulaştırmak pek etik olmasa gerek.

Burak Cop
CHP Bolu M.V. Adayı

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler