Erinç, Basın ve İfade Özgürlüğü Sempozyumu'nda konuştu

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Başkanı Orhan Erinç, ''Gazetecilerin yaşadıkları sorunların çözümünü bulmadan ifade özgürlüğü sorununu çözeceğimizi sanıyorsak önemli yanlışlardan birini daha yapıyoruz demektir'' dedi.

Erinç, Basın ve İfade Özgürlüğü Sempozyumu'nda konuştu
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 10.12.2010 - 15:25

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Başkanı Orhan Erinç, İstanbul Üniversitesi (İÜ) İnsan Hakları Hukuku Araştırma ve Uygulama Merkezi tarafından düzenlenen ''Basın ve İfade Özgürlüğü Sempozyumu''nda yaptığı konuşmada, basında yaşanan sorunları sadece bu alanı ilgilendiren sorunlar olarak görmediklerini söyledi.

TGC olarak sorunları hukuki sorunlar, medyada yapılanma sorunları, gazetecilerin kimlik ve kişilik sorunları olmak üzere 3 ana grupta değerlendirmek gerektiğini düşündüklerini belirten Erinç, şöyle devam etti:
''Türkiye'de siyasetle hukuk sık karşı karşı geliyor ve hukuk yerine siyaset tercih ediliyor. Yapılan yasalar da değişik yorumlara yol açabilecek, muğlak diyebileceğimiz, aslında tanımlanması gereken suçu tam olarak tanımlayamayıp cumhuriyet savcılarının ya da yargıçların yorumlarına bırakıp sonra onları içtihatlı birleştirme kararlarıyla düzeltmek gibi bir yaklaşım söz konusu. Hukuktan çıkıyor iş, siyasetin emrine giriyor. Orada da siyasetçiler devreye giriyor. Elbette siyasetçi yasama organında görev alarak yasa yapma hakkına sahip. 'Bu hakkı yeterince ve gereği gibi kullanıyorlar mı?' sorusuna 'Evet' demekte kuşkuluyum.''

Medyanın yapılanmasına da değinen Erinç, şunları kaydetti:
''Türkiye'deki en önemli yanlışlardan biri medya-basın diye bir kavramı tek başına irdelemeye kalkışmak. Bunu en çok yapanlar da siyasetçiler oluyor. Medyadan istenen tarafsızlık kavramı da çoğunlukla gündeme getiriliyor. Oysa her basın organı yayına başlarken 'Ben şu taraftayım' diye deklarasyon yayımlıyor ve niçin yayımlanmakta olduğunu söylüyor. Biz ise ondan 'Sen onu bırak, gel bizim tarafta yaz' diye pek de akla yakın düşmeyen birtakım isteklerde bulunuyoruz.''

İfade özgürlüğünün, halkın bilgilenme hakkını kullanmasının en önemli aktörlerinden birinin gazeteciler olduğunu vurgulayan Erinç, ''Gazetecilerin yaşadıkları sorunların çözümünü bulmadan ifade özgürlüğü sorununu çözeceğimizi sanıyorsak önemli yanlışlardan birini daha yapıyoruz demektir'' dedi.



Hukuk Fakültesi Dekanı: Sorunlar o kadar büyük ki...

İÜ Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Adem Sözüer de Türkiye'de ifade özgürlüğü konusunda hem anayasa, hem kanunlar, hem de yargı kararları bağlamında adımlar atıldığını belirterek, ''Basın ve ifade özgürlüğü ile ilgili sorunlar o kadar büyük ki ne kadar olumlu adımlar atılırsa atılsın olması gerekenin her zaman yine çok uzağında kalıyoruz. Dolayısıyla Türkiye'deki yasal düzenlemelerin olumlu yönde ilerlemesi ve bazı olumlu uygulamaların olması hiçbir zaman için tatmin edici sonuçlar vermedi'' diye konuştu.

Sözüer, TCK'nın 301. maddesinde olduğu gibi bazı kısmı iyileştirmelerin yapıldığını ifade ederek, şöyle devam etti:
''Bir baktık ki 301. maddeyle ilgili açılan davaların sayısında önemli bir azalma oldu. Ancak bu azalma aslında ifade özgürlüğünün devlet, adliye ve toplum tarafından daha ileri bir düzeyde kabul edilmesine ilişkin bir bilinçten doğmadı. Sadece politik olarak 301. madde Türkiye'yi ciddi sıkıntıya sokuyordu. Adalet Bakanlığı da dava açılması için izin vermediğinden ve 301. maddeyle ilgili güncel tartışmalar bir anlamda azaldı gibi. Ancak bu Türkiye'de kurumlar, kuruluşlar eleştirilmelerine karşı hoşgörülü olduğu, yargı makamlarının ağır ve sert eleştiriyi eleştiri hakkının bir ifadesi olarak kabul ettiği anlamına geliyor.''

Terörle mücadele konusuna da değinen Sözüer, şunları kaydetti:
''Terörle mücadele bağlamında terörün finansmanının engellenmesiyle ilgili Türkiye bazı uluslararası sözleşmeler imzaladı. Buna ilişkin şimdi bir kanun yapma peşinde. Türkiye şu şekilde bir kanun yapmaya zorlanıyor. Bu anlaşmaya taraf ülkelerden birinin istihbarat birimleri kendi ülkesine başka bir ülkedeki ticari kuruluşun terörü finanse ettiği yönünde bilgi verirse ve o ülke de 'Türkiye bu ticari kuruluşun bütün mal varlığına el koysun' derse, ortadan suç soruşturması ve suça ilişkin herhangi bir somut delil olmamasına rağmen, herhangi mahkeme kararı olmasa dahi Türkiye bu ticari kuruluşun bütün mal varlığına el koyacaktır. Biz böyle bir kanunun çıkmaması için direnmekteyiz. Örneğin ABD böyle bir kanun çıktığında Türkiye'den herhangi bir basın kuruluşunun terörü finanse ettiği yönünde bir talepte bulunduğu zaman Türkiye bu basın kuruluşunu her şeyiyle bütün mal varlığını donduracaktır. Bunun hukuken herhangi bir izahı yok. Türkiye hiçbir hukuk devletinde kabul edilemeyecek bu tür uygulamaları kanun haline getirmemeli.''

Prof. Dr. Sözüer, Wikileaks belgeleriyle ilgili olarak da şunları söyledi:
''İnternette yayınlanan meşhur belgelerden şunu gördük ki, bazı istihbari bilgilerin nasıl oluşturulduğu, nasıl verildiği ve ne kadar ciddi olduğu da bir tartışma konusu. Şimdi bu tür bilgilere dayalı olarak birtakım ülkelere 'Şu kişilerin, şu kuruluşun mal varlığına el konulsun' denebilecek bir ortam yaratılmak isteniyor. Kuşkusuz ki terör amacıyla işlenen suçların finansmanı engellenmelidir, terörü destekleyen kuruluşlara ilişkin yaptırımlar uygulanmalıdır. Ancak hiçbir şey, hukuk devleti ilkesi dışına çıkarılarak belli bir şeyle mücadeleyi meşru kılmaz.''

Yargılama sürecinde yapılan yayınların kişilerin suçlu gibi gösterilmesine neden olmaması, ancak basının da haber verme hakkını kullanması gerektiğini vurgulayan Sözüer, konuşmasını şöyle sürdürdü:
''Soruşturmalar veya kovuşturmalar sürecinde yargılamalar adeta adliye dışına taşmış durumdayken, diğer taraftan bu konuda yayın yapan, kitap yazanlar hakkında yüzlerce dava var. Bunların ikisi de doğru değil. Basın özgürlüğü sadece ceza kanunundaki maddelerle bağlantılı olarak değerlendirilemez. Basın özgürlüğüne yönelik ceza kanunu dışındaki yaptırımlar daha önemli olmuştur. Türkiye'de geçmiş yıllarda basın kuruluşlarına el koyulması bunun tipik örneğidir.''

İÜ İnsan Hakları Merkezi Müdürü Prof. Dr. Semih Gemalmaz da Türkiye'de ifade ve basın özgürlüğü alanında 1990'lı yılların ortasından itibaren anayasal ve yasal bir dizi düzenleme yapıldığını belirterek, uygulamada köklü bir değişikliğin yapıldığını söylemenin mümkün olmadığını vurguladı.

Gemalmaz, ''Basını sadece ifade özgürlüğünü kullanması konusundaki sıkıntılarla sınırlamayıp, içinde bulunduğumuz süreçte basının bir bilgi kirlenmesine vesile olup olmadığı konusu da masaya yatırılmalıyız'' dedi.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler