Farkında mısınız?!.. Tehlike Artık Her Yerde!..
Gören gözler, duyan kulaklar için, sorunun adı “Anayasalarda Değişmez İlkeler” değil; bu ilkeleri sorun olarak gören, demokrasiyi bir türlü içine sindirememiş, Cumhuriyet ve değerleri ile kavgalı, özgürlüklerin üzerini kadın başı üzerinden dolanarak örten, dış politikada teslimiyetçiliği tescillenmiş AKP iktidarıdır.
Cumhuriyet kuşatmasında çemberin giderek daralışına hiç şaşmamak gerekiyor. Şaşırtıcı olan AKP hükümeti sürecinde ulus devletin pekiştirilmesi ve demokratikleşmenin Batı ülkeleri standardını yakalayacak açılımlar yapması beklentisiydi. AKP ve demokratikleşmeyi yan yana getirenlerin içinde samimi olanlar, bugün yaşananlara bakınca gerçekten şaşırmakta haklılar. Bir de her hal ve koşulda destekçiler var ki, onların AKP’nin demokrasisinin (!) kendilerini de vuracağını anlamaları fazla bir zaman almayacak gibi görünüyor.
Cumhuriyet Bayramı ve Atatürk’ün ölüm yıldönümüne denk getirilen “Mustafa” filminin yarattığı fırtına dinmeden, Anayasa Mahkemesi raportörü ve Başkanı’nın çıkışlarına zemin hazırlayan Bilkent Üniversitesi’nde düzenlenen “Anayasalarda Değişmez İlkeler Sempozyumu”nun zamanlamasına dikkat ediniz.
Dalga dalga tutuklamalarla yürütülen operasyonla yurtsever aydınlar hukuk önüne çıkarılır, olup bitenlere tepkili yurttaşlar üzerinde korku yolu ile baskı kurulmaya çalışırken; hukuka, özellikle hukukun kaynağı olan anayasaya sahip çıkma görevini yüklediğimiz kişiler anayasanın değiştirilemez maddelerini sorgularken, kendi görevlerinin de meşruluğunu sorgulamış oluyorlar. Yaptığı görevin bilincinde olmayan, inkâr eden kişilerin elinden görevin alınması için yetkili kurumların harekete geçmesi gerekmektedir. Anayasanın değişmez hükümlerinin teklif dahi edilemezliğini savunması gerekenlerin teklif edişleri, kendi kendilerini ihbardır. Anayasa rejimin koruyucusu değildir, kurucusudur. Koruyucu olanlar anayasa içinde belirtilmiş olan organlardır. Denetleyici son kertede Anayasa Mahkemesi’dir. Yüce divan görevi verilmiş olan, vatana ihanet edenleri yargılamakla yükümlü en üst organdan söz ediyoruz.
Yasaların anayasaya uygunluğunun yasa usulleri çerçevesinde denetimini yapmakla yükümlü bir organın temsilcilerine, anayasayı değiştirme teklifi yapma cesaretini veren hükümetin niteliğidir. Hükümet edenler, “sabredin”, “acele etmeyin”, “oraya getireceğiz” diyerek niyetlerini ortaya koydukça, durumdan vazife çıkaranlar gereğini yapmaktalar.
Demokrasi, bir şekilde Meclis’te çoğunluğu sağlamış siyasal iktidarın kendi anayasasını yaptığı rejimin adı değildir. Anayasa, seçilmişleri sınırlandırmak için vardır. Hukuk, demokratik devletin güvencesidir. “Ben çoğunluğum, kendi anayasamı yapabilirim” diyen iktidar kendi kendisini sınırlamaya gidecek (otolimitasyon) demektir. Bunun anlamı keyfiyettir. Yasa yapma gücünü kötüye kullanmaktır. Yasa her şey değildir. Yaşamdır üstün olan. Üstelik, yaşamla yasaları buluşturmak isteyenler değil, yaşamı yasalardan koparmak isteyenler iktidardadır!.. Kömür karası bulaşmış bir çoğunlukla çıkıyorlar sandıktan. Yoksullaştırdıkça bağımlılaştırdıklarının oylarına talipler. Bir de hakkını yemeyelim; Kemalizm karşıtlığını AKP iktidarı döneminde dile getirme şansını bolca bulmuş olanlar, ülkeyi nasıl böleriz hesabını yapanlar, Cumhuriyeti numaralandırma heveslileri, toplumun yoksullaştırılışını, hem yoksul, hem özgür olunamayacağını görmezden gelerek özgürlüklerden (AKP’ye tutunarak varsıllaşanların ve tabii ki kendilerinin -şimdilik- var olan özgürlüklerinden) söz eden liberal ve neo-liberal aydınlarınızın (!) oyları var!..
Üniversitelerimiz bilimin ışığını yayacak yerler olmaktan çıkmış, siyasetin gitmek istediği yöne akışın kolaylaştırıcılığını yapıyor. Sempozyumun başlığı, “Anayasalarda Değişmez İlkeler.” Konuşmacılardan biri Anayasa Mahkemesi raportörü. Tespiti ilginç; Anayasalarda değişmez ilkelere dayanarak hüküm vermenin “Yüksek Mahkeme’nin demokratik meşruiyet sorununu” tartışmayı gerektireceğini ileri sürerken, dolaylı yoldan Meclis’i meşruiyetin adresi olarak göstermiş oluyor.
Anayasa koyucu, iktidara güvenmediği için kuvvetler arasında ayrıma gitmekle yetinmeyip, yetkili kıldığı organlar aracılığı ile ve meşruiyeti tartışan bu kişinin de görev yaptığı yüce mahkeme ile hukuk güvencesi getirmeye, hukukla sağlamlaştırmaya çalışmıştır. Hukuku en üst düzeyde temsil eden kurumun meşruiyetini demokratik olup olmama açısından sorgulayanlar, siyasetin demokrasiden uzaklaşışını göz ardı ederek neyi amaçlamaktalar?!.. Anayasa Mahkemesi, çoğunluk oyu ile AKP’nin rejim karşıtı hareketlerin odağı olduğunu tescil etmeseydi ve AKP’nin yaptıklarını onaylasaydı bugün Türkiye’de meşruluk sorunu Anayasa Mahkemesi etrafında tartışılıyor olacak mıydı?..
Evet bir meşruluk sorunu var. Ancak bu hükümetin işine gelmeyen kararlar alan kurumlarda değil, rejim karşıtı olduğu tescilli bir partinin hâlâ iktidarda olmasının meşruluğu sorunu var. Demokrasinin kurumsallaştığı hiçbir ülkede rejim karşıtlığı tescillenmiş bir iktidar yerinde kalmaz, kalamaz. Demokrasi kendisini karşıtlarına emanet ederek sınamaz. Karşıtlarını ehlileştirir. Karşıt olanlar marjinaldir. Marjinal olan iktidara gelince rejim artık demokrasi olmaktan çıkmış demektir.
Türkiye’de ve dünyada tartışılması gereken, Yüksek Mahkeme’nin meşruluğu değil, rejimin temsilcilerde kilitlenmesinden kaynaklanan “temsili demokrasinin meşruiyeti” konusudur.
Gören gözler, duyan kulaklar için, sorunun adı “Anayasalarda Değişmez İlkeler” değil; bu ilkeleri sorun olarak gören, demokrasiyi bir türlü içine sindirememiş, Cumhuriyet ve değerleri ile kavgalı, özgürlüklerin üzerini kadın başı üzerinden dolanarak örten, dış politikada teslimiyetçiliği tescillenmiş AKP iktidarıdır. Anayasanın değişmez ilkelerinin konuşuluyor olması, iktidarın bu ilkelerle sorunu olması nedeniyledir. Bu ilkeleri ilerleyişinin önünde engel olarak görmekte, bu ilkeleri tartışma masasına taşıyanlar da AKP siyasetine servis etmektedirler.
Kuşatma çemberi giderek daralıyor. Rejimle sorunu olanlar her kuruma sızmış durumdalar. Tehlike artık her yerde!..
Tarih: 10 Kasım 2008. Yer: Dolmabahçe Sarayı. Yurttaşlar akın akın doluşmuşlar. Bir muhabir söyleşi yapıyor. Küçük bir çocuğa soruyor. Soru: “Atatürk’ü nasıl tanımlarsın?” Ağlamaklı, üzgün ve içten bir sesle yanıt veriyor küçük çocuk: “Çok şey… Vatan… Benim geleceğim…”
Kocaman unvanlar taşıyanların binlerce kelime ederek yok saymaya çalıştıklarını, bir küçük çocuk dört kelimeyle hâlâ var olduğunu tescilliyor… O çocuğun ve tüm çocukların geleceğine sahip çıkması gerekenler bizleriz. Bugün ülkeyi yönetenler yarın yerlerini başkasına bırakacaklar. Azaltıp gittikleri yanlarına kâr kalmamalı!..
Anayasa yapma yolu ile Atatürk Cumhuriyeti’ni tasfiye etme planları sonuçsuz kalacaktır. Atatürk bu ulus için “Çok şey” ifade ediyor. Söz konusu olan vatanımız ve hepimizin geleceği ise bize düşen nedir? En az rejimi yerinden oynatmak isteyen sözde demokrat, özde otoriter liberaller kadar cesur olmak!..
Bir küçük çocuk gözünde bile “Vatan” Atatürk’le simgeleşmiş. Öyleyse gün, Atatürk’ün var ettiği vatana sahip çıkma günü; zaman, oyunları bozma, meyveyi olgunlaştırıp birilerinin ağzına vermeme azmini harekete geçirme zamanıdır!.. (Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN CHP PM Üyesi)
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- Colani’nin arabası
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- Milletvekilleri Genel Kurulu terk etti!
- Erdoğan'dan Suriyeliler açıklaması
- 'Bıyık altından gülüyorsunuz'